Bir Mektubun Satır Aralarında - Son
Selçuk
bozdu yine sessizliği.
-Şurada
güzel bir çay bahçesi var. Oturalım mı?
Başını
salladı iki yana Çiğdem “Fark etmez” der gibi. Selçuk başladı söze…
-Çiğdem,
ikimiz bir heyecanı bölüştük. Mektupla başladığımız oyun, bizi hayatımızın
tecrübesini kaydedeceğimiz geceye sürükledi. Yoğun duyguların yaşandığı o otel
odasından geldiğimiz gibi çıkıp gidemedik maalesef. Hem yaşananlar bir ömür
boyu kalacaktı benliğimizde, hem de bir bebek düştü senin rahmine. Bu günahı
daha fazla uzatmamalıyız diyorum.
Sustu…
Selçuk karşısındaydı. Neler planlamıştı neler? Neler söylemeyecekti ki? Herkes O’nu
çok konuşan, her işin içinden sıyrılabilecek fırıldak zekaya sahip biri olarak
tanırdı oysa.
Çiğdem’in
annesi de dâhil hiç kimse ulaşamamıştı ruhuna. Dinlememişlerdi bile. Kimse
sevmemişti. Çıplak duygularla acısı bundandı ve nerede görse temiz sevgiyi
tanır, kıskanırdı. Selçuk iyi bir eş, iyi bir babaydı. Bu nedenle O’nun
olmalıydı. Başını kaldırmadan başladı konuşmaya:
-Ben
çocuğumuzu dünyaya getireceğim. Sen babası, ben de annesi olarak onu beraber
büyüteceğiz. Ayrılıp seni unutmak istemiyorum.
Bunları
derken, aslında aradığının bu olmadığının farkındaydı. Tutunmalıydı bir yere.
Selçuk’un merhamet dolu yüreğini deşiyordu her konuştuğunda. Mühürlemişti sevgi
dolu yüreğini genç kadın yıllar önce. Belki bu yüzden hüzün vardı nefesinde. Ah
bir konuşabilseydi, söyleseydi içindekileri. Belki tek kelime söylese binlerce
hece rahatlayacaktı geçmişinden bugüne. Söyleyemedi. Sustu, yutkundu. Hedefi
Selçuk’tu. Kendine bile itiraf edemediği sevgiye özlemi vardı.
Selçuk
genç kadının yüzüne baktı ve konuştu.
-Senin
de benim de bir yuvamız var. Bu bebeği dünyaya getirirsen birçok kişi mutsuz
olacak. İkimizi de birer anne dünyaya getirdi. Seçebilseydin aynı şekilde
dünyaya gelmek ister miydin?
Genç
kadın yutkundu. Üvey babası hayatlarına girmeden önce annesini ne çok seviyordu.
Şaşırdı soru karşısında. Selçuk devam etti:
-Farz
et ki bu bebeği dünyaya getirdin. Mutsuz ortamda onu büyüttüğümüzde acılar
içinde bir birey yetiştirmiş olmayacak mıyız? Çiğdem bunu yapmaya hakkımız yok.
-Ama
ben…
Genç
kadın adama baktı, yutkundu. Selçuk devam etti.
-Mutsuzluğumuza
yeni bir can daha eklememeliyiz. Biz öğretmeniz Çiğdem. Yeni nesiller
yetiştirmek görevimiz. Sorumluluğumuz büyük, mesleğimiz kutsal. Biz karnındaki
bebeği büyütürken diğer çocuklarımız, eşlerimiz üzülecek. Buna hakkımız yok.
Hadi gidelim ve geç kalmadan bu durumu acı da olsa düzeltelim.
Genç
kadın Selçuk’un söylediği her şeyin doğru olduğunu biliyordu. Hem
yaşadıklarından hem de bulundukları ruh halinden etkilenerek ağlamaya başladı. Güçlü
ve kararlı duruşunu bozmuştu sonunda. Selçuk yaklaştı ve ellerini tutmak istedi.
Tutamadı… Genç kadın iki eliyle, yüzünü kapatarak ağlıyordu hıçkıra hıçkıra. Ağlamalıydı…
Bir sondu bu. Az sonra bir nokta konacaktı bu yaşananlara. Selçuk’un uzattığı
mendille yüzünü, akan burnunu sildi ve nefesini kontrol altına alarak Selçuk’un
gözlerine baktı.
-Sen
iyi bir arkadaş güzel bir dostsun. İyi bir eş olduğuna eminim. Ama bana ait
değilsin ve olamazsın. Haklısın da.
Sonra
acı bir mahcubiyetle yüzüne bakarak devam etti konuşmasına…
-Ben
hamile değilim. Seni kazanmak için söyledim. Saçmaydı; unut gitsin.
Selçuk
derin bir nefes almıştı. Hamile olmaması ve bir bebeğin günahına girmeyecekleri
düşüncesi içini tarifsiz bir huzurla doldurmuştu.
-Teşekkür
ederim Çiğdem. Son zamanlarda duyduğum en güzel haberdi bu.
Elinden
tutarak kaldırdı genç kadını Selçuk.
-Hadi
yürüyelim biraz. Daha sonra bir yerde yemek yer, sohbet ederiz istersen.
Sevgi
ve güven duygusu kırılmalarının onarımı mümkün değildi. Ruhsal anlamda, güvensizlik
ortamında sevgi yeşeremezdi. Sevgisiz ve güvensiz bir insan yapayalnız kalırdı
Çiğdem gibi. Sevgiyi anlamıştı artık. Öğrencileriyle beraber yeşerecek; hayata,
ailesine güvenerek yaşamayı öğrenecekti. Belki Selçuk bir arkadaşı olarak
kalabilirdi. Bu önemli dönüm noktasının kahramanıydı Selçuk ve öyle de
kalacaktı.
Selçuk
ve Çiğdem yaramazlık yapmış iki mahcup çocuk gibi bir birlerine baktılar.
Yüzleri kızarmıştı yaşadıklarını hatırladıklarında ve Selçuk Çiğdem’e bakmaya
devam edip mahcup bakışını bozmadan sessizliği bozdu.
-Bilmeni
isterim ki, beni o gece çok heyecanlandırdın. İlk defa bu kadar arzuyla yanıp
kavrulduğumu hissettim. Sen sağlıklı bir dişi, iyi bir eş, sevgi dolu bir
annesin. Sana hayatında başarılar dilerim. İznin olursa ben evime dönmek
isterim artık.
Çiğdem
gülümsedi ve Selçuk’a bakarak:
-Hiçbir
erkek, yapılanların karşısında bu kadar uzun süre, senin direndiğin gibi
direnemezdi. İnandığın her şeye saygı duyuyorum. Eşin ve çocuklarınla iyi bir
aile reisi, iyi bir eğitimci olacağına da eminim. Belli mi olur; belki yine
karşılaşırız bir yerlerde. Belki bir mektubun satır aralarında saklanırız kim
bilir…
Yolları
ayrıldı. Selçuk baktı ardından ve mırıldandı ikisi için de…
-“Bir
musibet bin nasihatten evladır.”
12.
BÖLÜMÜN VE HİKAYENİN SONU
(
Bir Mektubun Satır Aralarında - Son başlıklı yazı
MELEK KIRICI tarafından
7.08.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.