Hırpani bir bulutun
peşine takıldım
İstiflerken sırtımdaki
heybeyi
Kanatlarına iliştirdim
düş kelebeğinin;
Hani olur da hafifler
ruhum her düş arası.
Aralık bıraktım göz
kapaklarımı
Sızmasın düşlerim bir
gece yarısı
Hani olur da kaybolurum
Sürüklenirken peşinden,
Peşin hükümlüyüm ne de
olsa ta ezelden.
Kırptım biriken
üzünçleri
Saldım gökyüzüne
Tıklarken her yıldızı
imleci ile yüreğin,
Mıknatıs gibi çeksin de
Ayrı düşmeyim
hayallerden
Düşsem de gözünden…
Eşkâlsiz düşlerim var
zamana yenik düşen. Sevinçlerim ve nice üzünç… Dokunamadığım imgeler var henüz
yolumun denk düşmediği.
Kırık dünlerim var bir
araya getiremediğim parçalar savrulmuş dört bir yana ve maliki her kim ise
sırlarımı pay ettiğim.
Yarınlarım var
mecburiyetten. Mecbur tutulduğum ayrılıklar, arkamdan sırıtan ne çok yalan öbek
öbek yol ortasında takılmaktan son anda kurtulduğum ve kurutulan ne çok çiçek
milat öncesinden hatıra saklamışım bir gözünde dolabın. Buruk bir tadı var her
birinin birilerinden arda kalan ve adını unuttuğum ne çok insan tarafınca
adımın yok sayıldığı.
Konularım var ve
konuklarım hayali sarnıçlarında sallandırdığım çoktan sallandırıldığım o
darağacı. Oysa nasıl da geniş hacmi o darağacının adımlarımı sayarken
kaybolduğum, kaybolurken yeniden kendimi bulduğum. Bulduğumu sanıp
bulaştırıldığım sönük neşem sönük ve soluk çehrem ifa edemezken görevlerimi
nezdinde Tanrı’nın mükellef kılınıp da uzağa kaçtığım duvarların ardına sığınıp
görünmediğim yanılgısı ile çar çur ederken gizemi ve mahremiyeti ifşa etmekten
haz duymazken bakıp bakıp da göremediğim sakil yüzler arındığına dair içine
düştüğü o büyük yanılgı ile beni de sürükleyen peşi sıra.
Nelerden mütevellit
isem hele ki gözüm seğirirken gördüğüm her rüya ertesi eşlik eden onca gazel
duymaya fırsat bulamazken sesi kısılan radyom çalarken yüksek perdede o
dokunaklı şarkı tüm tezatlığı ile içime düşen koca bir şüphe…
Kanatlarımdaki o naif
siluet belli belirsiz çarpmakta gözüme. Bir kelebeğinkine eşdeğer.
Görünmez yakası şehrin
görmezden gelemediğim soluk bir izlek olsa da. Uzak şehirlerin uzak ahalisi
yine de yakın hissetmekse düşen payıma ayrı kaldırımlarda birbirimizi görmezden
geldiğimiz aynı şehrin insanları olmak belki de en büyük talihsizlik.
Sınır ötesi coğrafyada
kıstırıldığım o hengame çalarken aynı melodi her seferinde ilk kez dinlediğim
yanılgısına kapılmaktan alıkoyamazken kendimi.
Türevi gitgide
çoğalıyor boş vermişliğimin ya da boş gözlerle katatonik düzlemde şizofrenik
kaygılarla seyreliyorum günbegün.
Yoksunluğunun bendeki
izdüşümü belki de bu boş vermişliğim.
Boşa koyuyorum dolmuyor
doluya koyamıyorum da lakin dolan hiçbir şey yok etrafımda. Ne varsa tıklım
tıklım seyreltiyorum tüm imgeleri. Dolan gözlerim ağır geliyor onları da
boşaltıyorum.
Simetrik hastalığım
olmasa da düzensizlik kanıma dokunuyor. Düzensiz bir hayatın tek ahalisi
olmamdan mıdır nedir boşaltıyorum bu sefer odaları. Bir odadan bir odaya
naklediyorum eşyaları öncesinde ev boşaltmışlığım var. Yetmedi mutfak raflarını da tasfiye ediyorum.
Bu gün yarın kanımı
bile boşaltabilirim. Yüreğim çok yorgun kan pompalamaktan hele ki zihnim…
Kaygılarım adam boyu. Ölüler giriyor rüyama her nedense uyandığımda siliniyor
izdüşümleri belli belirsiz mırıldanıyorum isimlerini ama yüzlerini
çıkaramadığım kim varsa. Sonra yüzden geri geri sayıyorum belki sıfıra
geldiğimde gonk vurulurda defnederler diye.
Ne çok gömüt bir ben
kaldım geride.
Ne çok yanılgı
yetmezmiş gibi eksiliyorum git gide. Kurnaz tilkiler fink atıyor apartman boşluğunda
nedense uğramıyorlar zihnime. İçten pazarlıklı olmamamın külfeti belli ki bu
gidişler.
Bir adam sesleniyor
uzaklardan ve bir kadın çekiştiriyor kolundan. Kalan son izlek yine çalan
şarkıların izafi yorgunluğu. Tüm plakları kırdım kalanları da sattım üç kuruşa
belki de senin ipliğini pazara çıkarsaydım haraç mezat elbet bulurdum
meraklısını öyle ya nasıl da kasılırdın vazgeçilmezliğine kani olmuşken. Ne
yani, tüm suç benim mi… Ben suçluyum çünkü beceremedim büyümeyi. Ufak bir kız
çocuğunun kime faydası dokunur ki…
Sığındığım boyut nasıl
da göreceli. İsimsiz tanrılar mesken tutmuş uzak coğrafyaları oysa benim tanrım
tek ve koruyan varlığı ile yem olmadım henüz hayata.
Hoyrat insanlar ve fazlasıyla
talepkar. Dokunmalarına hala izin vermiyorum biliyorum niyetlerini hem de fazlasıyla…
Koruyucu meleklerim zaten aralıksız nöbette bir o kadar isyandayım ama Tanrı’ya
değil.
Görüp göreceğimi
görmesem de yeltenmiyorum fazla daha neye tanıklık ederim diye.
Kırık bir dalın en
ucunda kopmanın kıyısına gelmiş pembe bir çiçek. Tutunma gayreti içerisinde.
Haşin bir güvercin konmak üzereyken savuruyorum gözyaşlarımı. O izafi
dokunuşumla kayboluyor gözden. Birazdan esti mi rüzgâr hepten düşecek dalından.
Ben gibi…
Sen gibi değil çoğu
insan her ne kadar hepsinde seni görsem de.
Ben gibi değil hiç
kimse sen zaten görmek istediğine vakıfsın zaten benim farkım da hep bu olmadı
mı…
Yarı ergen düşlerimle
koruyorum hala tüm masumiyetimi. Masum kalmam her şeye bedel olsa da kabul
görmemek en çok acıtan canımı.
Ne yüksek ökçeli
pabuçlarım var ne uzun gece elbiselerim.
Saçlarım hala atkuyruğu.
Büyümekten haz aldığımı söyleyemeyeceğim.
Yetişkin ve çocuk
kimliklerinin arasında koşturup duruyorum.
Ne tek sitem ne tek
serzeniş. Sadece yakarışım Tanrı’ya ve hicap etsem de pek çok şeyden en çok da kendimden...
Saklı yarınlara uzanan eli geçmiş zaman sakarlıklarımın…
Dengeleri oturtmak önem arz etse de ivmeyi de
asla ayarlayamıyorum. Kâh hızlı bir geçiş geceden güne kâh sağaltan umutlarım
mani depresif tutarsızlığıyla dokunurken insanların eli uzak ya da yakın diye
ayırt edemezken.
Yalnızlığın donattığı
göğüs çeperimde
Olmazın oluru dediğim
Her düş arasında
Nöbete durduğum
yarınlar
Yarım kılınmış acılar
Acıdan da öte…
Solurken ve
soluklanırken son raddesine geldiğim hayat kıyısından atlamaya hazır ola iken
ve nazarında koca bir hiçim belli ki çoğu insanın.
Çoğunluğun elinde
tuttuğu ve çoğalırken o tekil kimlikler hele ki arkası gelmezken hikâyelerimin
kahramanları isimsiz nasıl da tekinsiz…
Sarmaşık güllerinin
pembesi kadar uçuk olsa da hayallerim hala nasıl toz konduramazken sayısız
sanrı ile sakince üflerken son mumu yatmadan önce ölüm döşeğine.
Her yalnızlık bir ölüme
eş değer, her ölüm gıyabında serin bir serzenişle acıtırken ve açılırken
sonsuzluğun kapısı ardına kadar girmekten imtina etmekten bile acizken bir düş
kıvraklığında sızarken ruhum geceye…
Konduramadıkları ya da
kondurup da sakladıkları. Hele ki gözleri nasıl deli deli ve tutarsız bakmakta.
Adeta gözleriyle cezalandırıyorlar. Bir öyleyim bir böyle. Bir varım bir yok.
Bir varmış bir yokmuş
tüm hayaller ölüm tüm acımasızlığı ile göz kırparken uzaklardan belki de en
korkutan yalnızlıktan sonra…