Hiçliğin çığırtkanlığı mı belimi büken… Ses bildiğim namesi mi devrik yol arkadaşlarımın ve sen bildiğim sensizlik iken alışmaya başladığım yavaş da olsa.

 

Rehaveti çöktü belli ki kıyım kıyım kıymışlar da sus pus kalmışım bir köşede. Öyle ya boşluğun resmini çiziyorum her sefer. Elimde ne bir fırça ne de önümde bir tuval. Sadece gökyüzüne bakıp mırıldanıyorum. Bir kuş kadar ürkek olsam da sağaltan ne varsa şu devrik günlerimi hüzünle yıkanıyorum. Seviyorum da hüznü sanırım en yakışan ve en adilane. Kimseden çalmadım ve hüzne bulaşmışım ana rahminde.

 

Tutumsuzdum alabildiğine ve nasıl da bonkör. Neye delalet, diye sorgulamazdım da. Yüreğe yığmıştım bir kez üstelik borcum da yoktu henüz. Karşılıksız çeklere maruz kalacağımı bilemezdim. Bilemezdim sevgi’nin başka bir dilde telaffuz edilip cezalandırılacağımı.

 

İstifli ve yükümlü.

 

Yükümlü hem de nasıl sorumluluk addederken.

 

Addedip anlamsız kılınacağım.

 

Anlamsızlığı da geçtim yanlış anlamlara denk düşme ihtimalini reddedip inkâr ya da iddia dahi edemezken.

 

Ne bir mantık hatası ne de yoksunluğun tezahürü. Sevgi hırsızı değildim ziya tek sermayemdi. Cepten yiyormuşum meğer. Meğer sadece katıkmış hüzne paralel hele ki o tahakküm gücü nasıl da nüksetmişti.

 

Belki’lerin var mıdır bir izahatı yoksa işkillenmiş bir kelime tekrarı mıdır emsali olmayan.

 

Keşke’ler hep izafidir. Olmayana kılıf geçirmek ya da olmazın oluru kadar ahenksiz seyri belki de o göreceli mefhumların aslı astarı olmaz iken.

 

Sözüm ona ya da sıradan belki asılsız hatta müptelası olmak sevginin. Geri dönümü ise çoğalan bir çisenti bir anda sağanağa yakalanmak kadar eşsiz bir sunumu yüklü bulutların yüklü gönüllere nazire edercesine.

 

Mihenk taşı döngünün ne bir varsayım ne bir öngörü sadece sünger gibi emerken hayat ve süreç. Bir kasırganın kuvvetini bile delip geçen sonsuz bir edim her nasılsa bizler hala uzağında kalmayı başarırken.

 

Yansıyan yalıtılmışlığın sadece döngüde işgal ettiği o boşluk kadar hicap edilesi hatta utanılası.

 

Döngünün kıyısından uzanmak en derine. Boğulmaksa varsın en derinde kaybolalım yeter ki sığlıktan uzak iken muzdarip kılınsak da o enginlikte.

 

Ölümlerin ve şiddetin vuruculuğu ki acılar katlanarak büyümekte yoksa Tanrı neden durduk yerde küsüp sırt çevirsin biz aciz kullarına ki acziyetimizi görmezden gelip kendimizi payidar addetmek bir yanılgının tam da ortasındayken.

 

Yetilerimi de kaybettim o akşamüzeri. Sıradan olmasam da sıra dışı bellendiğim her bir kare üstüm başım sıyrık dolu. Pergeli sapladım kâğıdın tam ortasına. Kâğıt mı küçük geldi yoksa çemberim mi çapı git gide büyüyen… Belki de gökyüzüne saplamalıydım kırık pergeli ve delmeliydim tam ortadan. Ya meleklerin canı acırsa… Canı acıyan bir tek onlar değil ki.

 

Giden gittiğiyle kalıyor aslında giden de yok. Gelmemiş iken nasıl karışırlar yokluğa. Var olmamış hangi imgedir kaybolmaya yüz tutmuş. Hangi güneştir baharı ayrı yazı ayrı iken gönlün hele ki bitimsiz ise hazan.

 

Ayrık düşlerin ara duraklarında kol kanat gerdiğim ne ise… Bak, yine çalmakta sirenler. Hayır, hayır sitem etmiyorum hiçbir şey için. Kanıksadığım çok oldu yalnızlığı. Tanışıklığım asırlar öncesinden. Sil baştan olsa da ilişkimiz en alıştığım. Yalıtılmışlığım tüm geçirgen yüzeylere takılıp kalsa da en bariz sunumu evrenin takdim ettiği o günlere takılıp kalmam ise ayrı bir paranoya.

 

Saplantılı izleklerde sunumunu oldukça yerdim önceleri. Bağlaçların ketum sessizliğinde imgelere düştü yolum. Düşkündüm fazlasıyla muğlâk olsa da ayrıntılar yeniden taktım kulağıma küpe misali her adımımda kâh ayrı kaldığım kâh yeniden kavuştuğum yanılgısıyla kendimi kandırdığım.

 

Heba olan kâfir dürtüler irademin sınandığı o boyutları ile ayrı kaldığım hangi istem ise benliğin acıyla yoğrulduğu. Kem küm ettim önceleri: Tutulmuştu beden dilim. Zafiyetiydi ne olsa eserekli aklımın. Ne var ki bunda… Kınına soktum akabinde zarar görmemek değildi niyetim sadece incitmemek.

 

Kırık güftelerin sessiz notalarına üç beş cümle ekledim. Ne tek bir kımıltı ne de heyecan yüksünmekse hâsıl olan çekincelerimi ittim masanın altına.

 

Anlamsızlıkların çektiği o perde idi ne de olsa ışığıma ket vuran ve yanılsatan hatta yalıtan. Donanımlı bir mizaç iken o korunaklı dünya idi belki de sığınak bildiğim.

 

Düşlerin tınısı bile suçtu en az güvenmek kadar.

 

Sır tutmasını bilmeyen kim varsa kesişti yolum. Biraz ondan biraz bundan çok oldu aslında terk edileli her ne kadar hala var olduğuna inandığım gölgeler nöbette olsa da aklımın izbelerinde. Ne yanılgı!

 

Mertebelerin asma katında boy verdi filizler. Döngünün seyrinde yol verdim ister istemez yoldaş bildiklerime. Yok kılınmak varsayımların en acıtan yanıydı.

 

Havada hem hüzün var hem meltem. Yüzümde kocaman ve somurtuk bir anlamsızlıkla anlam bulmaya çalışırken düşünüyorum bir yandan ve resmini çekiyorum zihnimin kuytularının olur da bir gören olur da el verir diye. Gerçi beklentilerimi gömdüm gömeli anladım ki boşa kürek çekmişim koca bir ömür. O halden hala neyin derdidir yüreğin peşkeş çektiği… Bir bilsem…

 

Sıfatlar yordandıkça özneler kayboldukça fiiliyat da anlam bulmadan kanatıyor cümleleri okurken akıtılan gözyaşı kadar mubah.

 

Kanadıkça kelimeler anlam kazanıyor hayat. Acıdıkça canım yaşadığımı hissediyorum.

 

Acımak kadar acıkmak belki de hüzne doyamazken mutluluğun göreceli kifayetsizliğiyle. Kifayet ise önem arz eden, en arka sıradayım doyuramadığım insan egolarının esaretinde.

 

( Doyamazken Hüzne... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 31.07.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.