Doğurgan mizaçlı o anaç yüzünü tasavvur edebiliyorum evrenin yansıyan her akiste.

 

Türetmeliyim…

 

Sevgi dolu yüzlerdeki o çizgiler eşlik etmeli her bir kelimeye ve yansıtmalı içimdeki o çığırtkan yabancıyı. Sakladığım, sakındığım, kaçırdığım ve koruduğum o kasvetengiz yönüm zaman zaman taşkın bir nehir kabına sığamazken.

 

Yüzleşmeliyim korkularımla gerekirse korkmalıyım da hem de en dehşet dolu anlar eşlik etmeli bağnaz yetilerim el verdiği sürece.

 

Bilmez miyim, kaçıncı atak bu uçurum kıyısından döndüğüm… Hangi korkum depreşti ise yanına attığım o çentikler.

 

Binlerce mağara, karaltının daha da koyulttuğu o hibeli varlığım kendimden dahi sakınırken ve derken altın bir tepsi içinde sunuma hazırladığım tüm marazi duygularım ölümüne vazgeçilmezim iken.

 

Vakti zamanında nasıl da övünürdüm o çalışkan mizacımdan asla taviz vermezken. Su gibi geçen yılların ardından bakıyorum ki; daha dünkü çocuğum. Tamamen zırvalık benimki. Hem bin yaşında ol hem çocukluktan dem vur. İtiraf edemesem de devirdiğim o yılların hicap edilesi yoksunluğu benimki.

 

Neyin tezahürü ola ki yoksunluk nidaları gırtlağımda düğümlenirken boğum boğum.

 

Belki bir boş vermişlik belki mahremiyet belki mağduriyet belki de düşkünlüğüm yalnızlığıma pay edemezken haiz olduğum o tek kişilik dünyamı. Nasıl nasıl buyur ederim kıt kanaat geçinip giderken o afakî umutlar iken kesemi dolduran.

 

Böyle gelmiş böyle gider, desturu ile çıkmışken yola yarınlar hak getire.

 

Ne aidiyet duygusu ne de efkârı o aczi yetin meşum ve yalın hali kırarken camdan mükellef o naif döşemeli pervazları ben kuşbakışı seyrederken yedi düveli. Ne âlem ne el-âlem. Varsa yoksa içimdeki tünellerde kıyasıya bir rekabete girmiş nice alt-benlik korumakla bir o kadar saklamakla mükellef olduğum…

 

Madem yolum düşmüş bu efsunlu dünyaya bir bir pay ediyorum tüm saklı heveslerimi, tüm o muhalif öngörülerimi, uçuk düşlerimi zaman zaman imtina etsem de kanıksadım artık eşleşirken heceler bölük pörçük olsa da o mozaik.

 

Kaçıncı evre kim bilir uzağında durmamak adına devindiğim.

 

Kaçıncı evrim geçirdiğim, geçinemezken üst kimliklerle. Neyim ki… Ne bir holdingin yönetim kurulunda imtiyaz sahibiyim ne de bir aşk masalının prensesi ne de koltuğunda oturmuş, paye verilmiş bir otorite devamlı ahkâm kesen…

 

Ne var ki; işin içine girdi mi sapmış rotam ve o yeknesak, kural tanımaz egom pek bir sitemkârım bir o kadar öfkeli hatta zaman zaman fazlasıyla dingin ve genelde sevgide, saygıda özverili, cengâver.

 

Ömrü hayatımda milat bildiğim tüm dönüm noktaları kendi aralarında eşleşseler de kim bilir hangisi galip çıkar. Cevabını biliyorum artık: Gözümü kapadığım gündür miladım. Bu yüzden belki de defalarca ölüp ölüp dirilmeliyim. Peşine düşmüşken iç sesimin ve o bitimsiz, tatminsiz isteklerimin bir sufi rehavetinde çöreklenmekte huzur her yeni kazanımda ve akabinde uğradığım her yeni yenilgi sayesinde bir kez daha düşmekte gardım.

 

Huzursuzluğun geldiği tepe noktası mıdır huzurun biteviye çağrısına uzaklardan da olsa tanık olduğum yoksa beşeri bir zafiyetin sunumu mudur bu açgözlülüğüm?

 

Doyasıya yaşamak, kıyasıya mücadele etmek, ölesiye sevdalanmak… Yine de yetmiyor kim bilir belki de benimdir yetemeyen. O yetinme dürtüsü ise her daim bir uzvummuşçasına beni sükûta çağıran.

 

Kör gözlerle, lal olmuş dilimle ve felç olmuş bedenimle sığınmak. Sadece sığınmak ve dilemek: Ne arsızca ne de istem dışı ama bir o kadar yürekten.

 

Ritmi nasıl da hızlı hatta devinimin ivmesinden bile üstün ve bastırılmaz.

 

Belirteçleri tek tek tehir ettim ve şüphe uyandırmasın diye tüm isimleri tek tek sildim defterden. Zihnim o kadar berrak ki ışıltısı evrene yayılan. Bilinmez bir rabıta, yazılmamış bir mersiye, söylenmemiş bir şarkı ve asla görmediğim bir siluet belki de tanık olmadığım koyu bir sohbet…

 

Tüm korkularım geçti an itibariyle özümün terakkisinde, sözümün arkasında ve henüz yolun çok başındayım  yine de biliyorum ki; ölüme çeyrek var.

 

Saatler vurmadan kıyameti çabuk tutmalıyım elimi yüreğime pelesenk olmuş iken o ritüel nakaratı dilimde, ışıltısı gözümde ve sesi kulaklarımda ve el yordamıyla bulmalıyım ilerlerken canhıraş bir telaşla ve sakınıp saklarken gözümün nurunu.

 

( Söylemediğim Ne Varsa... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 12.03.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.