Nereden Nereye - I

 

Değerli Kızım;

Aklın selim, huzurunuz salim, komşularınız halim, eş ve dostun âlim, düşmanlarınız ise elim ve sefil olsun. Allah gönlünüzü, gözünüzü ve sözünüzü açık eylesin…

 

            Bu mektubumda “son yüz yıl içerisinde ülke olarak neler yaşadık, neden yaşadık ve nereye doğru gidiyoruz?” konusu üzerinde fikir ve düşüncelerimi yazmak istiyorum. Olur ki, bilgilerini tazeleme, bilmediklerini öğrenme, olaylara yorum ve mana vermende yardımcı olur.

           

Elbette baba ile kız arasında ünsiyet ve yakınlığın olması, kızın babasının tecrübe ve bilgi birikiminden istifade etmesi güzel ve hoş bir şeydir. Televizyonun, gazete ve dergilerin nahoş ve lüzumsuz magazin sayfalarında gezinmek ve o tür şeylere vakit ayırmak senin gibi erdemli bir kıza zaten yakışmaz. Gerçeği bilmek, doğru bakmayı ve doğru analiz yapmamıza imkân ve fırsatlar sunar.

 

Ben bile; babamın babasını görmediği, yani dedemin çok genç yaşta geçirdiği bir hastalık yüzünden ölüvermesi, babamın yetim büyümesi acı ve zor bir olaydı. İsterdim ki, insanlıktan nasibini almamış o yedi düvelle Çanakkale’de çarpışarak şehit olaydı. Gerekirse mezarı bile bulunmamayaydı. Onun şehitlik şerefi bize yeterdi.

 

Değerli Kızım;

Diyeceksin ki, dede lafı nereden çıktı. Bana ismimi koyan ve 1965’yılında vefat eden o Osmanlı kadını olan nenemi bile görmek ve tanımak nasip olmadı. Onu hatırlayamayacak kadar ufaktım, çocuktum. Yıllarca babamın anlattıkları ile büyüdüm. Babamın anlattıklarını öğrenmeye ve öğrendiklerimi hıfzetmeye çalıştım.

 

Yedi kıtanın beşinde at koşturan ecdadımın başına gelenleri bilmek, bildiklerimizi gelecek nesillere aktarmak gibi bir görev şuurumuz da olmalıdır. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.

 

Ecdadımız ki Çin denizlerinden Adriyatik ve Atlas okyanusuna, kuzey kutbundan Hint okyanuslarına kadar adım atmadığı, atlarının nal seslerinin duyulmadığı bir toprak yoktur. Allah kendi dininin yayılması için biz Türklere bu asli ve kutsal görevi vermesi sıradan bir olay değildir. Görev layık olana verilir. Bizlere verilen kutsal görevin erdem ve şuuru içinde olmak düşer.

 

Gün oldu bu kutsal yolculuğa çıkan ecdadımızın hatunları dul, oğul ve kızları yetim ve öksüz kaldı. Gün oldu aç-susuz, gün oldu çaresiz kaldılar ama yine de yılmadılar. Onlar ki, bize yüzümüzü aydınlatacak ve gönlümüzü ferahlatacak bir geçmiş bıraktılar. Aşılmaz yüce dağları, uçsuz-bucaksız ovaları aştılar. Ama hiçbir devirde, böyle bir çöküş böyle bir zeval yaşamadılar.

 

Değerli Kızım;

Ecdadımız Selçukluyu da hesaba katar isek, bin yıldır bu Anadolu topraklarında mesken tutmanın ve yaşamanın hazzı ve zevki içindeydik. Türkleri; Orta Asya’nın steplerinden çıkarıp, Anadolu’ya sevk eden de, yine İlahi bir iradeydi… Yeni doğmuş İslam’ın büyüyüp yayılmasında, sancaktarlığını yapma görevini bu aziz millete verdi.

 

Eğer Batı ile İslam diyarları arasında Türkler, Batının uyuz ve barbar sürülerine engel ve set olmasaydı, İslam bu kadar serpilip büyüyemeyecekti. “Elbette, Allah indinde tek din İslam’dır,” koruyacak ve yaşatacak olan da Allah’tır. Elbette Allah’ın kendi dinine hizmet ettirecek orduları da olacaktır. İşte bu asli görevi bu millete vermiştir.

 

Onuncu asrın başından itibaren bu topraklara gelip yerleşen Türkler,  yirminci asrın başına kadar, İslam’ı yıkıp yok etmek isteyen Batının soysuz güruhuna karşı set olmuş bir milletin efradıyız.

 

Yüzlerce kez toplanarak, birlik olup, Haçlı orduları altında saldırdılar, her defasında yenildiler ve arkalarına bakarak, tacı-tahtı ve binlerce ölüyü geride bırakarak kaçtılar. Topla, tüfekle ve kılıçla bir türlü geçmeyi başaramadılar.

 

Değerli Kızım,

Elbette her doğan ölecek, her taze filiz yaşlanacak, hazan ve hüzün yaşamak onun için mukadder olacaktı. Bilek gücüyle yıkamadıkları ecdadımızı bir kurt misali bizi içten içe çürümeye, içimize nifak sokmaya, ahlakımızı ve anlayışımızı bozma yoluna gittiler. Bu yolda sayısız yöntem denediler ve buldular. Atalarımızın dediği gibi “Her kale içten yıkılır” sözleri gereği biz de içten çürüyerek yıkıldık.

 

Birinci Dünya Savaşının asıl hedefi; Batının “hasta adam” dedikleri Osmanlının tasfiye edilmesi, coğrafyasının ve zenginliklerinin işgal ve talan edilmesiydi. Nasıl ki, “Aslan kocayınca tavşanların maskarası olur” muş ya! Biz de Batının maskarası olduk…

 

Birinci dünya savaşının sonunda yüz yıllara varan topraklarımız ve egemenliğimiz ve eminliğimiz altında yaşayan toplumlara hüzün ve hazan ateşi düştü. Yağmalandık yetmedi, ayaklarımıza çok büyük prangalar vuruldu.

 

Kendileri bir avuç kadar yer olan Vatikan’a devlet ve papalık otoritesi kurarken, bize de kendi elimizle İslam birliğini sağlayan “halifeliği” lağvettirdiler. Geçmişle bağlarımızı koparmak adına alfabemizi değiştittirdiler. Dinimizi yasakladılar. Yetmedi…

 

Değerli Kızım;

İşgal ve talan ettikleri topraklarımızda yüze yakın ülke kurdular. Kurdukları ülkelerin başına kendi adamlarını yani piyonlarını koydular. Onları bize karşı, bizi onlara karşı düşman ilan ettiler. Çoğuyla akraba olduğumuz bu topluluklarla aramıza aşılması güç duvarlar ördüler. Bizim gibi onların da dilleriyle ve dinleriyle oynadılar.

 

Kendi ülkelerinde eğittikleri insanları işgal ettikleri ülkelerin başına kral olarak atadılar. Halkına tepeden bakan sivil ve askeri vesayeti kurdular. Sosyal hayatı ve yaşamı Batıya göre yani kendilerine göre yeniden düzenlediler. Hem coğrafyadan ve hem toplumlardan İslam’ın izlerini silmek için çok yoğun bir çaba ve gayret içindedirler.

 

Batının işgaliyle bölgede kaos, kargaşa ve çatışma eksik olmamış, istikrarlı hiçbir siyasi ve ekonomik yapı ve oluşuma müsaade edilmemiştir. Despot diktatörler, bu ülkelerin başındayken, halklarının tepesinde demir yumruk olmaya devam ettiler. Krallar değişti, diktatörler devrildi ama halk yönetimlerden daima uzak tutuldu. Batı adına kurulan çark yürütülmeye devam ettirildi.

 

Bu ülkelerde tüm başbakanlar ve bakanlar ile tüm kamu görevlileri kral veya diktatörün emri altındadır. Hiçbir görevli ilgili bir güvenceye sahip değildir. Toplumların örgütlenmelerine asla müsaade edilmez. Siyasi ve ekonomik rant kral ve diktatörlerin yakınlarına pay edilir. Halk ekonomik ve siyasi olarak sürekli boyunduruk altında bağımlı yaşamaya mahkûm edilir.

 

Bu ülkelerin istihbarat teşkilatları ile ordusu dış düşmana göre değil, halkı terbiye etmek, halktan kral veya diktatöre gelebilecek karşı eylemleri batırmak için vardır. Tunus, Libya, Mısır ve Suriye olaylarının sebebi; Avrupa’dan Abd’ye bir el değiştirme projesidir.

 

Birinci aşamada Irak ve Afganistan vardı. İkinci aşamada Sudan, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye vardı. Son aşamada ise hedef Türkiye’dir.

 

Mısır’daki son darbenin arkasında İsrail ve Abd vardır. Darbenin giderleri ise “Sıra sende kokusu içinde yaşatılan” Sudi Arabistan’a fatura edildi. Mısır’ın görevi İsrail’e destek olmak için vardır. Bu desteğin yok edilmesine asla müsaade edilmezdi ve etmediler de...

 

Değerli Kızım;

Beşar Esad’da İngiltere’de Batının eğitimini almış zalim bir diktatör yavrusuydu ve Batının yetiştirdiği ve inşaa ettiği bir adamdı. “Suriye düşer ise İsrail’in güvenliği tehlikeye düşer” endişeyle Esad’ın devrilmesine müsaade edilmemektedir. 

 

Türkiye’nin ayaklarına vurulan prangaları kırmaya çalışması, siyasi ve ekonomik olarak bağımsızlaşmak için didinmesi Batının hiç de hoşuna gitmemektedir. Bu yüzden Türkiye’yi karıştırmak, büyümesini engellemek, siyasi ve ekonomik bağımsızlığa kavuşmaması için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

 

Gezi olayları, 17-25 Aralık olayları, 6-7 Ekim olayları Batının tezgahladığı oyunların sadece bir kaçıdır. Etrafımızda çıkarılan yangınların sebebi de aynı bu sebep yüzündendir.

 

Her Türk bilmelidir ki, Türkiye’nin asıl güvenliği Bosna-Tuna boylarından, Şam ve Bağdat’tan başlar. Adı geçen yerler düşer ise, Türkiye kendi güvenliği tehlike altına girer…

 

Türkiye uyanmaya, kendine gelmeye başlamıştır.  Kendimize geliyoruz diye her gün Batıya, Abd-İsrail’e sövmenin bir anlamı yoktur. Biz kaybettiğimiz son yüz yılın telafisi için neler yapabiliriz ve bir an önce bu hususta çalışma ve gayretimizi artırmamız gerekir. Bu konuyu da bir sonraki mektubumda yazmaya çalışacağım…

 

Kendine iyi bak… Allah yar ve yardımcınız olsun… Sizi darda koymadığı gibi, bu ülkenin imarında, insanın kültür ve ülküsünün inşasında sizlere çok gayret ve çaba düşmektedir.  Gün uyuma zamanı değildir. Gün fedakârlık yapma, çalışma, üretme ve etrafına faydalı olma günüdür. Göreyim seni… Tüm dualarımız sizin iledir. Allah’a emanet olunuz.

 

Seni seven adam/yani baban…

 

Ant-301114

 

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 

            

( Bilge Kıza Mektuplar-32 başlıklı yazı Kocamanoğlu tarafından 3.12.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.