Belki de ufka yakın çizgiler tek tek el yordamıyla ötelenmeli. Hani bizlerin ötelendiği gibi. Kalplerimizin örselendiği gibi.

 

Örselenmek mi dedim, hiç farkında değilim oysa. Kim kimi ne oranda incitebilir ki. Kim vakıf ki buna?

 

Cevap mı aradığınız: Herkes. Bilinmezliğe uzanan yolda her kim varsa. İsteyerek ya da istemeyerek.

 

Düşlerimiz var bizim. Çoğumuzun hem de ya da bazılarımızın. Öyle ya herkes bir yol tutturmuş gidiyor. Yoksa her birimiz en ince detayına kadar sorgularsak hayatı nasıl da sıkıcı ve bunaltıcı geçer hayatlar. Diğer yandan da kabullenmişliğin ve kabullenilme duygusunun ağır basmasıyla tüm hatalar ört bas edilmekte. Bunu yaşamak ve görmek öyle olası ki.

 

Kim neyi ne ölçüde değiştirebilir ki? Ya da umurumuzda mı değişimin gerçekleşme ihtimali. Her nedense eksi hanede tüm olasılıklar ve olmaması gerekenler.

 

Bireysel tutumlar ve son nokta…

 

Ya da asgari müşterekte birleştiğimiz ve gerçek diye nitelendirdiğimiz sayısız sanrı.

 

Bazen grift bir yapı teşkil edebilmekte gerçek ve yalan.

 

İsteklerimiz gerçek olsun ya da olmasın.

 

Ve tüm olanlar, yaşadıklarımız, gözlemlediklerimiz.

 

Gerçekler ve altında yatan her ne ise.

 

Yalanlar ve bilinmeyen sebepleri.

 

Kısaca koca bir kaos yaşanmakta ve çoğumuz farkında bile değilken.

 

Yana yakıla tükettiğimiz hayatlarımız. Öyle ya, her şeyden şikâyet eder dururuz.

 

En güzel biz olmalıyız, en şık biz giyinmeliyiz.

 

Teknolojinin geldiği son noktada piyasa sürülen hangi ürünse edinmeli ve göstermeliyiz cümle âleme.

 

Gerekli gereksiz ne varsa edinmeliyiz. En son donanıma sahip bir arabamız olmalı, en güzel evde oturmalıyız tamamen modern bir dekorasyonun izlerini taşıyan.

 

İvedilikle para kazanmalıyız, kazabildiğimiz kadar ve uğrunda savaş vermeliyiz.

 

Kariyerimizin en üst noktasında bulunmalıyız ki egomuz galip çıksın girdiği savaştan.

 

Ve en ince detayına kadar bilmeliyiz ahvalimizin özelini. Hemen bir açık bulmalıyız ve başlamalıyız eleştiriye. Biz o kadar mükemmeliz ki kim bizden üstün vasıflara sahip olabilir ki.

 

Anlamsızlığın anlamını arıyoruz belki de. İçine düştüğümüz dar boğaz bizi sıkıp bunaltırken bu sefer başkalarını gırtlağına yapışıp alıyoruz hayattan hıncımızı.

 

Hep bizden kademe kedeme yüksek olanları feyiz alıyoruz. Asla sahip olduklarımızın tek bir zerresini edinememiş onca insan varken gözümüz daha da yükseklerde.

 

Biz mi tüketiyoruz hayatı yoksa farkında bile olmadan tüketiliyor muyuz acımasız bir biçimde?

 

Belki de bizizdir acımasız olan. Acıma duygusundan arınmış ve acımasızlığın son noktasında ömürleri tüketen bir taraftan da tüketilmişliğin acısıyla öcümüzü aldığımız.

 

Nedir eksiklik olarak nitelendirdiğimiz. Sahip olamadıklarımız mı maddi anlamda yoksa zaruretlerimiz mi had safhada olarak nitelendirdiğimiz.

 

Kim neyi ne ölçüde doğru bir biçimde irdeleyip tanımlayabilmekte ki diğer taraftan.

 

Olası seçenekler ve asla cevap bulma imkânımızın bulunmadığı sayısız bilinmeyenli bir denklem. Oysaki farkında bile değiliz o denklemdeki tek çözülmeyenin kendimiz olduğunu.

 

İşleyen bir mekanizma: Ağır aksak bir o kadar yanlış işleyen bir döngü. Ve o kısır döngüde kısılmış biz ölümlü faniler. Sonsuzmuşçasına ölümü bile anmıyoruz ta ki kapımızı çalana değin.

 

Kim neyin kavgasını vermekte ki?

 

Kim kimi ne ile suçlayabilir? Ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Gözümüzün üzerinde kaşımız var madem, alın işte size koca bir açık.

 

Yargılanan, sorgulanan, hükmedilen hayatlar. Oysaki nihai karar merci çok yakınımızda ve bizi kalben duyup bilmekte. Bunun bile farkında değiliz. Tek güç acımasız kimliklerimiz ve sahip olduğumuzu sandığımız soyut varsayımlar.

 

Kendimizi asla sorgulamazken irdelediğimiz nice nokta ve bir o kadar da insan.

 

Neye sahip olduğumuz değil önemli olan ama bizi ilgilendiren tek konu: Kimin neye ne oranda sahip ya da vakıf olduğu.

 

Dur demek gerekirken dizginlerimizi daha da bırakıp dörtnala koşturuyoruz.

 

Farkındalık düzeyini yitirmiş bir güruh ve aidiyet duygusun yitirmiş ve direnen nicesi.

 

Hangi gruba dâhil olursak olalım, kimiz biz öncelikle ve nedir beklentimiz?

 

İncitmek mi incinmemek mi?

 

O zaman çıkış noktası tam da burnumuzun ucunda: Duyumsamak gerçek anlamda; kendimizi öncelikle. Arkası zaten çorap söküğü gibi gelecektir.

 

 

( Anlamsızlığın Anlamı başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 2.05.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.