Gölgeler uzayıp
kısalmakta mütemadiyen. O gölgeler ki sahipsizliğin nezdinde yakıp yıkmakta. Ne
fark eder yalnız olsam ya da ne fark eder kalabalığa karışsam.
Şu kuru kalabalık; hani
her kafadan çıkan ses yok mu? Dibine kadar yaşarken hayatı insan denen mefhum
ne bir el verir ne tükenilmişliği giderir. Bırakın gidermeyi, acımasız bir
husumetle yakarlar canınızı.
Ne var ki somut anlamda
gerçek olan…
Ne var ki bariz ve
kaynağı belirli belirsizlik. İşte sorun da bu: bilinmezliği kamçılayan bir sürü
gösterge. Üstelik kime neyi ispatlayabilirim ki lakin artık kalmadı da böyle
bir niyetim.
Kaybettim işte: Hakkını
vermek isterken kul olmanın ve o kahrolası hassasiyetimin ben yenildim. Afakî
bir çırpınışmış benimki.
Söz verdim; ne şikâyet
edeceğim ne yargılayacağım ne de izin vereceğim. Mümkün mü ya da ihtimal dâhilinde
mi; ah, bir bilebilsem.
Ama o ben; hani içimde,
derinde yatan o masum duygularım; işte her şeyin tek sebebi.
‘’Beni bende demen
bende değilim
Bir ben vardır bende
benden içeri.’’
Sevgili Yunus Emre’nin
eşsiz dizelerinde buldum kendimi birden. Kim çözmüş ki ya da yeltenmiş ben
miyim çözecek kişi…
Yine de mecbur
kılıyorum kendimi her daim yaptığım gibi. Yalnız bu sefer daha azimli ve
kararlıyım. Başka seçeneğim yok ki bunun haricinde. Bildiğim bir iki seçenek
daha var ama yeltenmek istemiyorum o seçenekleri bırakın seçmeyi düşünmüyorum
bile.
Ara ara mola vereceğim
herkes gibi. Aslında herkes gibi olmak da istemiyorum diğer yandan. Yoksa nasıl
hakkını veririm bana ait bu yolculuğun. Duraklar belirsiz, zamanın ne
getireceği ise ayrı bir soru işareti ama en azından yabacı değilim beni
zamanında esir alan duygulara.
Aynam tam da karşımda
hatta gözlerim kapalı iken bile ne çok şey görebiliyorum. Öyle ya, gönül
gözümle görüyorum her şeyi ve herkesi. Varsın isteyen istediğini görsün ya da
görmesin. İçimi bilmezler ama ne var ki az çok tahmin edebilmekteyim onların
yüreklerinde barındırdıklarını.
Özgürlüğümü ellerimden
almalarına asla izin vermeyeceğim. Bağımsızlık dolaşırken kanımda ne esir
olurum karanlık zindanlarda ne de hükmedebilirler ruhuma. Hele ki ben
barışıksam kendimle, değmeyin gitsin keyfime.
Sildim ya da silindim.
Terk ettim ya da terk edildim. Sevdim ya da nefret edildim. Ama kendimi
silemiyorum işte ve vazgeçemiyorum kendimden.
Sevmeye gönülden
sevdalıyım hem de kendimi bildim bileli. Meğer bir o kadar da kendimi sevip,
duyumsuyormuşum. Aklım yeni geldi başıma. Demek ki tüm mücadelem kendimi
korumak ve sevmeyi sürdürmekmiş. Yeni vakıf oldum bu yönüme. Sanırım
birilerinin ayna tutması gerekiyormuş.
Ayna artık benim
elimde. Görüntü net ve bir o kadar da bariz ki. İyice de parlattım üstelik.
Berrak bir ışık süzülüyor baktığım taraftan ve içimden. Demek ki yolumu
aydınlatan da buymuş. Ne aptalım. Ben peşinde koşarken hayallerimin bilemedim
ki bilinmezliğin anahtarının bende olduğunu.
Çok şey bildiğimi
sanırdım. Yanılmışım. Yeniden anaokuluna başlamış bir yumurcak gibi hevesli ve
meraklıyım. Sayısız bilgi, duygu var önümde serili ve tarafımca öğrenilmeyi
bekleyen.
Daha çok işim var. Derin
bir nefes alıp, koşabildiğim kadar koşmalıyım. Molalar, duraklar ve yeni
bilinmezlikler. Hazırım hem de hiç hazır olmadığım kadar. Ve vakıfım artık
beklentilerimin gerçekleşme ihtimalinin zor olacağına. Varsın zor olsun.
Sayısız bilinmeyenle
dolu bir denklem değil mi hayat. Formülleri ise farklı kimliklerde ve farklı
seyirlerde tarafımca keşfedilmeyi bekliyor.
Uzun ve bir o kadar da
meşakkatli bir yol adımlanmayı bekleyen. Ve attım ilk adımımı. Merak içindeyim,insanlara, sevgiye, sevilmeye gönülden sevdalı ve bir o kadar heyecan dolu.
Yaşamak bu olsa gerek…