Beklemekteyim, neyi beklediğimi bilmeden. Ve tahmin bile edemezken biliyorum ki, her an bir fırtına kopabilir. Bir anda bastıran sağanaklar, seller alıp götürebilir beraberinde tüm günahları, günahkarları ve nefislerinin kurbanı her kim varsa; kendilerinden bile mükellef olmayanları önüne katıp destursuzca…

 

Yürek o kadar geniş ki; içine alıp çekebilmekte iken tüm sevdiklerini diğer yandan da mücadele vermekte çıkmazlarıyla hayatın. Sorgulamak ne kelime, ben yetkili merci değilim ki, hüküm verecek ama ne yazık ki; yasama, yürütme ve yargılama hakkı bulunmakta tüm ahvalin. Üstelik bağımsız kimlikleri her şeyin üstünde. Gerçi; göz görmezse gönül katlanırmış ama olmuyor yine de; hayalleri ve varlıkları gözümün önünde her daim.

 

Aldatıldıklarını bilmeden, ne çok insan sürüklenmekte yalanların peşinden, o kadar gerçekçi ki söylenenler, bir takım zaaflarını kullanarak insanların, yaratılan acıma duygusu, bariz bir şekilde etkisi altına almış herkesi: Görmüyorlar gördüklerine inananlar ve peşinden sürüklenmekteler akın akın… Bir büyü sarmışçasına dört bir yanlarını en hassas noktalarından vurularak hem de…

 

Duygular ne denli hassas, ne denli değişken, ne denli yalın ve naif, esir alındıklarının farkında bile olmadan ne denli saf ve temiz, kullanıldıklarının bilincinde olmaksızın üstelik…

 

Köprüler sağlam olmasına sağlam da altından geçen suyun şiddeti inanılmaz ve sarsmakta köprünün ayaklarını; az insan yitip gitmedi hani azgın dalgalara kapılarak. Aldatıldıklarının farkında olmayan masum insanları uzaktan seyrediyorum, acımıyorum desem yalan olur çünkü o kadar iyi niyetli ve duyarlılar ki. Zekâ ve yürek bahşedilmiş en büyük hazine bizlere, kısaca hür iradelerimiz o denli bağımsız ki, bu yüzden de acımamak elde değil kananlara, kandırılanlara defalarca, sonsuz kere…

 

Ben ise, uzun bir uykudan uyanmışçasına, meraklı ve şaşkın gözlerle bakmaktayım tüm bu olanlara. Kısa menzilli alan haricinde olanlara ise ulaşamıyorum pek ve soruyorum kendime; hayat hep mi böyleydi yoksa ben yeni mi farkına varıyorum. Kim bilir; belki de kaçırdım filmin başını.

 

‘’Hey, sen sar şu filmi başa. Her nerdeysen çabuk ol, makinist…’’

 

Hayır, kimseler duymamakta beni. Bu arada diğer seyirciler nerede ki; yoksa yalnız, bir başıma sırf ben mi tanık oluyorum tüm bu olanlara.

 

Annemin eteğine yapışıp, salya sümük ağlayarak, onun gölgesinde yok olmak istiyorum; tıpkı küçücük bir kız çocuğu gibi. O zamanlar her şey ne kadar basit, yalın ve masumdu oysa. Aslında hala öyle olduğumu hissetmekteyim her ne kadar çevremdekiler büyük bir evrim geçirmiş olsalar da.

 

Zaman aleyhime işlemekte.

 

‘’Dursana zaman, acelen ne böyle, bırak salına salına geçsin saatler hatta dakikalar…’’

 

Ya sonrası… Sonrası, hesap günü. Yakın belki de çok uzak ama er ya da geç verilecek çok hesap var.

 

Defterimi nereye koymuş olabilirim; hani, şu uzun zamandan beri kazanımlarımı ve kayıplarımı işlediğim defter.

 

Tanrım, her şey birbirine girdi. Çıkamıyorum hesabın içinden.

 

Ya siz… Hadi bir el verin bana da omuz omuza verip, çözelim şu dertleri. Evet, her şey o kadar afakî ki… Olsun, en azından ümit edelim, gönül gönüle yürüyelim.

 

 

 

( Gönül Gönüle başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 12.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.