1
4. Bölüm (Final)
Sıkıcı bir sabahtı,
fazlasıyla sıkıcı hem de. Zoruna giden onca şeyi paylaşacak kimse olmaması da
ayrıca sıkıntı vermekteydi. En yakın arkadaşı, yaz tatili için çoktan terk
etmişti şehri. Kısaca dertleşecek kimseler yoktu yanında.
Kapının çalınmasıyla,
yüreği yerinden fırlayacak gibi oldu.
‘’Kızım, seni istemeye
gelmiyorlar,’’ diye fısıldarken, babasının talimatıyla fırladı yerinden.
Gelenler yılmaz
Beylerin ta kendisiydi. Yangından mal kaçırır gibi erkenden teşrif etmişlerdi.
Evde esmeye başlayan bayram havası her yeri sarmıştı, somurtuk Zuhal’in
haricinde herkesi.
Gelin adayı pek bir
süslenmişti. Zaten oldum olası rüküş giyinirdi ama bu gün daha bir rüküştü
sanki. Boya küpüne girmişçesine süslenmiş, püslenmiş arz-ı endam etmişti işte.
Biraz kilo mu almıştı ne. En nefret ettiği muhabbetti şu hanımların bitmek
bilmeyen kilo muhabbetleri. Demeye kalmadı ki…
‘’Zuhal’ciğim, pek bir
hoşsun bu gün. Ay vallahi kıskandım seni. Bu ne güzellik böyle.’’ Demesiyle
kendine geldi Zuhal. Zoraki bir gülümsemeyle teşekkür etti.
‘’Sen de çok şıksın,’’
deyip çıktı işin içinden.
Bir kere hiç mi hiç
doğal değildi sayın aday. Saç boyasının abartılı rengi yüz metre öteden bile
belli oluyordu neredeyse. Doğrusu oldum olası sevmezdi yapaylığı Zuhal.
‘’Yok yok, bu kız hiç
mi hiç onun tarzı değil,’’ demesine ramak kalmıştı ki, zor tuttu kendini.
Bu sefer de yılmaz
Bey’in: ‘’Darısı senin başına Zuhal’ciğim,’’ demesiyle zıpladığı olduğu yerden.
‘’Ben çaylarınızı
tazeliyim.’’
Mutfağa gidip, bir
anlık da olsa atmosferden uzaklaşmak istemişti. Odadaki ağır parfüm kokusu da
çekilir gibi değildi. Parfümü sürmemiş adeta yıkanmıştı müstakbel aday.
Çalan kapı sesi bir kez
daha çekip aldı daldığı derin düşüncelerden.
Bu sefer kapıyı açan
annesiydi. Onun sesini duyunca tüm kızgınlığı, öfkesi buhar olup gitmişti. Her
zamanki asaleti, şıklığı ve şakacı kimliği ile odanın ortasında elini öpüyordu
annesinin.
‘’Naber, canım,’’ diye
uzandı Zuhal’e. Dostça bir öpücük kondurdu yanağına Zuhal’in.
Gelin adayı süzüm süzüm
süzülüyordu gelen misafirlerin yanında.
Bu kıza da ne oluyordu
ki böyle… Fazlasıyla gergin, fazlasıyla süslü, fazlasıyla telaşlıydı. Olur ya,
adam kaçar maçar da evde kalırım diye mi korkuyordu…
Süreç işlemeye
başlamıştı. Tam engizisyon mahkemesiydi odaya hakim olan hava ama sadece
Zuhal’in nazarında. İdam sehpası ise çoktan hazırlanmış bekliyordu ortada Zuhal
üzerine çıksın diye.
Laf lafı açtı; havadan
sudan, işten güçten, akla gelebilecek her türlü gereksiz konudan
konuşuyorlardı, evlilik hariç.
Damat adayı
sıkılganlığını atmış görünüyordu zaten oldum olası rahat bir insandı. Bir
yandan da Zuhal ile has bal ediyordu.Sempatik tavırlarıyla toplayacağı oyu
çoktan toplamıştı.
‘’Ben oyumu çoktan
kullandım,’’ diye geçirdi içinden Zuhal.
Nasıl da isterdi
rolleri değişmek. Hayır, evin kızı mıydı, dış kapının mandalı mı, anlamamış
gitmişti. Ara sıra atılan kahkahalar ve sohbet almış başını gidiyordu. Fakat
her nasılsa asıl konu henüz gündeme gelmemişti. Amma da ağırdan satıyordu
herkes kendini.
Derken, damat adayı ve
Zuhal’in babası ani bir hamle ile mutfağa geçtiler. Neler olup bitiyordu, kimse
bir anlam vermemişti buna.
Özellikle Yılmaz Beyler
oldukça tedirgin olmuşlardı. Tanrım, ne büyük bir saygısızlıktı bu olanlar
böyle. Derken tekrar salona döndüler.
Salonda soğuk rüzgârlar
esmeye başlamıştı aniden. Üstelik süre gelen sohbet de oldukça sıkıcı bir hal
almaya başlamıştı ve ne yazık ki sadede gelen de yoktu henüz. Adeta havada
uçuşan balonlar gibiydi konuşulanlar. Bir anda ortamın sessizliğe gömülmesiyle,
damat adayı söze girişti:
‘’Ben gerçekten çok
üzgünüm ve sanırım sizi hayal kırıklığına uğratacağım ama yanlışın neresinden
dönsek kardır,’’ demesiyle herkes olduğu yerde kala kalmıştı.
Yok, bu kesinlikle bir
rüyaydı. Ne olmuştu da dengeler değişmişti. Anlaşılır gibi değildi doğrusu.
Yılmaz Beyler her ne
kadar bozuntuya vermeseler de inanılmaz sinirli görünüyorlardı, haklı olarak.
Aniden cümbür cemaat kalkıp sokak kapısına yöneldiler. Ağızlarından çıkan tek
cümle: ‘’Çok kabasınız,’’ olmuştu. Ve bir hoşça kal demeye bile gerek görmeden,
çıkıp gittiler.
Tüm yüzleri düşmüştü
odadakilerin.
Kaçamak bir bakışla,
Zuhal ile gözleri birleşti ve usulca göz kırptı genç kıza.
‘’Çayımı tazeler
misin…’’