Bazı vakitler gecenin kör
karanlığın, hani dolunayın olmadığı, zifiri atlasın semaya serildiği bir
vakitte, kuytu bir köşeye geçer etraflıca düşünürüm. Geçmişimi de geleceğimi de
dostlarımı da aşklarımı da varlığımı da yokluğumu da. Kısacası tahayyül
edebileceğiniz ne kadar mefhum var ise hepsini en ince ayrıntısına kadar
düşünür, zihnimde onların sebeplerini, sonuçlarını, sonuçlardan doğacak
hüsranları, hüsranlardan doğacak faydaları ve saire hayaller dururum.
İşte böyle bir gecede, kuytu bir
köşeye geçmiş, yaprak kımıldatmayan sâbâ rüzgârının avuçlarına bırakmıştım
kendimi. Gökyüzünü aheste bir kızıllık kaplamış bulutlar en karanlık köşelere
hücum etmişti. “Bir yerlerde üzülen birileri olmalı” dedim kendi kendime, “Öyle
üzülmüş ki yüreğindeki âh semaya ulaşmış; gökyüzü kavrulmuş.”
Bir keresinde dedemden duymuştum
bu sözü. Çocuktum o zamanlar. Kumdan kaleleri olan, topraktan evlerin içine
başını sokan, burnundan sümüğü, yüreğinden sevgi, şefkat tohumları eksik
olmayan gözü çapaklı bir çocuk işte… Ne demek istediğini anlamamıştım o gece
dedemin. Yahut nereye getirmek istediğini sözü… Şimdi böyle bir akşamda
seyrederken semayı anlıyorum ne demek istediğini dedemin. Evet, bir yerlerde
üzülen biri vardı ve hüznü semayı kasıp kavurmuştu.
Bir yerlerden ses çalındı
kulağıma. Sözlerin sahibini bilmiyordum; ama tenimi okşayan sesin sahibini
biliyordum. Ayna’ydı. Ayna’nın solisti bir şeyler mırıldanıyordu ve müziğin
ruhu bedenimin en ücra köşelerine kadar inmiş; yüreğimi okşamıştı.
Bir
kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş
Bir
bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş.
Şarkının kime veyahut neye
yazıldığını gayet tabii biliyordum. Bir dosta yazılmış olmalıydı şarkı. Bir
yarene yazılmıştı. Kulak kesildim. Geçmişe veya geleceğe gittim. Bir dost
düşledim kendimce. Her şeyiyle sana benzeyen, her hali, her hareketi insanlara
seni hatırlatan, kardeşlerinle bir tuttuğun, onlardan daha değer verdiğin; kötü
zamanında yahut iyi zamanında, mutluluğunda veya mutsuzluğunda, arafta kaldığın
en çaresiz anlarda, çarenin var olduğu bir vakitte yanı başında olacak bir
dost. Evet, gecenin kuytu köşesinde bunu düşledim; bunu hayal ettim. Böyle bir
dostu olmalıydı mamafih insanın. Kapısını saat düşünmeden çalabileceğin,
telefon rehberinin en üst köşesine yerleştirebileceğin bir insan olmalıydı
âdemoğlunun/havvakızının hayatında.
Böyle bir dost düşündüm. Var
mıydı? Bilmiyordum. Var olabilir miydi? Elbette. Musa’ya Kızıldeniz’i ortadan
ikiye yarma mucizesini, İsa’ya ölüyü diriltme mucizesini veren Allah’ın böyle
bir insan ile kulunu şereflendirmesi elbette zor değildi.
Her şeyine karışabildiğin ve her
şeyine karışmasına izin verdiğin insanlar nadirdir. Nadir olmalıdır. Zira
kimisinin niyeti bellidir, kimisinin niyeti menfii. Hep müstesna düşündüğüm
birinin var olduğunu düşündüm hayatımda. Kim ne derse desin sana inanan, dolduruşa
geldiğinde bile senin sözüne itibar eden birisi… Çok şey mi düşünmüştüm yahut
sadece hayalden öteye gitmeyen duygulara mı yer vermiştim göğsümün orta yerinde
atan kalbimde?! Bilmiyorum…
Sevdiğin kızda seni
destekleyecek, sevdiğini, sevdiğin kıza söylemezken ona söyleyebileceğin biri…
“Seviyorum lan” derken gözlerinin
sıcaklığında boğulduğun, “Ne yapmalıyım?” dediğinde herkesten önce onun gururu,
menfaati doğrultusunda sevgisini belli etmesi gerektiğini söyleyen,
bakışlarında ve sözlerinde seni incitecek tek kelam bulunmayan birisi…
“Bugün kötüyüm” sözünü duymadan; “Bugün
kötüsün” sözüne mahal vermeden onu o kötülükten çekip aldığın, kafasını
dağıtmak için bir sinema gişesinin önünde vizyondaki en komedi filminden bir
bilet ayırıp, gişenin önünde suratı asık arkadaşının kolundan tutup bu sinemaya
gireceksin dediğin biri…
Gerektiğinde sinirlendiğin,
sinirlendiğin vakit “Haklısın ama o seni küçük düşürüyor” diyebildiğin birisi…
Hani bazılarının yetişme tarzı
vardır. Öğrenme usulleri. Hayattaki amaçları onurdur. İşte böyle biriyken ben
ve ailem ve kardeşlerim ve babam ve annem; değer verdiğim insanında bu şekilde
olması için elimden geleni yapar, onları en ufak bir kıvılcımdan, onursuzluktan
korumak için gerek istemesin gerek istesin ağzıma geleni söylerim. Ve ben böyle
bir arkadaş hayal ederim.
Art niyetin olmadığı, sadakatin
son reddesinde, ne söylenirse söylensin her dem seni dinleyecek bir arkadaş.
Evet, sanırım rüzgârın bile esmeye, güneşin bile doğmaya korktuğu şu gece ben
kuytu köşelere saklanmış; kızıl kesilmiş gökyüzünün altında insanın meşrebine
aykırı şeyler düşünmekten kendimi alamamışım.
Sonra diyorum… Sonra. Her şeyinle
ona güvendiğin ve her şeyiyle sana güvendiğin o arkadaş, o dost, o yaren, bir
gün, zamanın durduğu, baharın açtığı bir gün, vaktin behrinde, behrin en
amansız bir ânında, sana döner ve “Sen benim yanımda durup kuyumu kazmışın
meğer” derse ne yaparsın? Sahi ben o vakit ne yaparım?
Bildiğim tek şey biten dostluğa
da, aşka da, yarenliğe de zerre kadar üzülmem. Hayatımın en değerli varlığı
saydığım o insanı tek kalemde silerim. Silerim; çünkü vakt-i zamanında ne
yaptıysam o gelir aklıma tek tek. Neler ettiysem hiç düşünmeden onun iyiliğine
ve neler yapıldıysa def ettiğim o kötülükler ansızın düşer sineme. Ve bir köşeye
oturur, doğduğum vakit çıktığım bu yolda, yalnız öleceğimi bildiğim için, yine
doğduğum gibi devam ederim.
Karanlık iyiden iyiye çökerken
sâbâ rüzgârını yerini ayaza bırakmışken usulca kımıldanıyorum yerimden. Sonra.
Usul bir fısıltı alıyor dudaklarımı: “Seni dinleme cürreti göstermeden
başkalarının sözüyle hareket ediyorsa zaten hiç başlamamıştır hayallediklerin”
diyorum. Ve Ayna’nın solistine kulak kesiliyorum tekrar. Sanırım söylemek
istediklerimi söylüyor.
Olmasın
o ta içten gülen gözlerde yaş
Yollarımız
ayrılsa bile arkadaş.
Son kez iyi şeyler diliyorum
Yaratan’dan. Zira ölen birisini kefenleyip gömmek ve arkasından dua etmek
vaciptir tüm Müslümanlara. Bende kalbimde bir mezar deşeliyorum ve oraya
gömüyorum. Ardından da Ayna’nın söylediği gibi “olmasın o gözlerde yaş, yollarımız ayrılsa da arkadaş”
deyiveriyorum.