Öykü        SANDIKTA Kİ KİMLİK                                                                                                                                                                                                    Kadriye yapıcı


  Can sıkıntıdan nerdeyse kafayı oynatacak dereceye gelmiştim ki, kapı çalındı. Gelen eşim Zafer’di. Çekinerek bana bakıp “bugün asker arkadaşım Mustafa’yla karşılaştım, Mustafa Bizi köyüne davet etti. Sorusu bir çocuğun annesinden bir şey istemesi gibiydi! O gün ilk defa kocamı kırmak istememiştim ve sorusuna “evet” cevabı verdiğimde, bir çocuk gibi boynuma sarılıp sevindi. Bunu kabul etmek benim içinde iyi olacağını düşünerek, itiraz etmedim. Çünkü bende biraz şehirden kaçmak istiyordum. Şehir gürültüsü delirtiyordu beni!

İlk defa bir köylü ailesine misafir olacaktım, saat on sıraları köye vardığımızda, Zafer'in asker arkadaşı Mustafa bizi köyün girişinde karşıladı. Köyün girişinde küçük bir okul ve birkaç metre ilerisinde bir sağlık ocağı vardı. Köy düz ve yirmi beş haneliydi. Evin hanımı bizden habersiz olduğu için şaşkın bir bakışla bize baktı… Belliydi ki bizim geleceğimizden habersizdi. Hemen bir telaşla kendini toparladı ve bize minderler yere yaydı. Bense şok bir şekilde kadına baktım!...


Evin hanımı benim dikkatimi çekmişti. Korku dolu bakışlarla ve çekingen bir halle bakındı bizlere.

Uykudan ya da uykusuzluktan ilk kalkış anına denk geldiği için, adı üstünde sabah mahmurluğu olduğu için, gafil avlanmış, diye düşündüm. Ama köylü kadınları bu saate kadar uyumazdı. Kendi kendime “eminimki geleceğimizden habersiz bu kadın” dedim.

Genç kadın beyaz tülbendi ile saklamıştı yüzünü ve kızgın bir bakışla kocasına baktı... Karısına diye bilirdi bu sabah misafirimiz var… Ama ne yazık ki, kale alınmayan zavalı kadın alelaceleyle toparlandıkendini. Kapının eşiğinde durdu ve başıyla bize selam verdi. Yüzü gibi ellerlide önündeki bervankin içinde saklıydı. Ayaklarında naylon yeşil pabuçlarla taşlı toprakta öylece dikilip durdu… Kendimi bu köylü kadınla karşılaştırdım. Genç kadına doğru yürüdüm ve ismini sordum?

Sorduğum soruyu yanıtlamadı, yalnızca gözlerime acı acı baktı ve sorumu tekrar etmedim.

Görünmeyen yüzü ve söyleyemediği ismini merak etmiştim. Bir daha sorulsaydı cevap verebilir miydi, o hakka sahip miydi acaba? Bir süre sonra ellerini bervanktan çözdü. Yüzü halen saklıydı. Belki de kocasından gelen emri bekliyordu.

Kocası genç kadını bakışlarıyla yönlendiriyordu ve kocasının verdiği isimle kendini tanıyordu: "Şişşşt!" diye. "Şişşşt" dediği zaman kadın dönüp bakardı. Daha sonra seslendi evin tek söz sahibi karısına. "Şişşşt!" ederek misafirlere yemek hazırlamasını emretti evin efendisi. Kadıncağız efendisinin emrini kusursuzca yerine getirmeye başlamıştı bile… Kucakladığı başak saplarını, toprak ocağın önüne yığdı ve ateşi yakmak için kocasının yüzüne baktı. İsmi gibi konuşma özgürlüğü de alınmıştı kadıncağızdan…

İlk defa böyle bir manzarayla karşılaşmıştım!” Evin Efendisi kibrit kutusunu büyük bir nezaketle karısına fırlattı!...


Rüzgâr şiddetli esiyordu sert esen poyraz dört yana savuruyordu entarisini. Sanki emanet bir giysi giymiş gibi duruyordu üzerindeki entarisi. Ha bire çekiştiriyordu. Rüzgâr durmadan ateşi sönüyordu ve genç kadın üfleyerek ateşi tekrar yakmaya çalışıyordu. Dumandan yanan gözleri kızarmıştı. Beyaz tülbendiyle gözlerini silerken, saklı güzelliği ortaya çıkıvermişti. Duman kokusu, ter kokusu kadıncağızı herkesten uzaklaştırıyordu. Çekine çekine dönüp “bana bakıyordu. Konuşmak istedim onunla evin Efendisi araya girdi:”O sizinle konuşmaya çekinir ve sizi anlamaz” dedi. Adımlarımı geri atıp ve etrafı seyrettim.

Rüzgâr biraz şiddetini yitirmiş, hafif hafif esiyordu… Temiz havayı içime çekerek, etrafı gezindim.

Kısa elbisem ve rüzgârda uçuşan saçlarıma tiksindirici bir tavırla baktı. Belki ilk defa böyle giyinmiş birini görüyordu. Sessizce sofrayı hazırladı ve ateşin başına geçip oturdu. “Kocam ismimle hitap ederek!" Zavallı kadın şaşkın bir şekilde dönüp baktı bizlere. Ne düşündüğü gözlerinden okunuyordu. Yıllardır kocası ismini söyleyememişti. Ev sahibine göre bu ayıptı, giydiğim kısacık elbisemde ayıptı, açık duran saçlarım da ayıptı. Ev sahibi dehşet içindeydi, böyle bir manzarayla belki ilk defa karşılaşıyordu.

Yer sofrası olduğu için yerde rahat oturamıyordum. Evin Efendisi rahat etmediğimi anlamıştı ki, "Şişşşt!" yaptı, "bir örtü getir hanımefendiye!" dedi. Zavallı kadın, kocasının misafir kadına karşısında ne kadar kibar olduğunu seyretti. Köylü olması mıydı ve ya eğitimsiz olduğu için mi, onu böyle yalnız kalışının nedeni?

Parlayan gözlerinden eser kalmamıştı. Köz halinde duran ateşin önünde çömeldi ve ateşi seyretti. Bütün duygularını, hislerini fark etmek için benim oraya gitmem mi, gerekiyordu? Közlenmiş ateş kadıncağızın dilini çözmüştü.


Dudakları kıpırdamaya başladı. "Benim adım Aysel, benim adım Aysel!", diye mırıldandı. Yalnız sesini kızgın ateş ve etrafında vızıldayan sinekler duyuyordu. Köz ateşinden daha fazla kızarmıştı Aysel’in yüzü. Bastırılmış duygularının yeni farkına varmıştı. Aysel, yüzüne sardığı beyaz tülbendi çözmüştü artık. Güzelliği ortadaydı. Bu cesareti benden almıştı. Yaktığı ateş hala yanıyordu. Tıpkı Aysel'in yandığı gibi. Kendini haksızlığa uğramış sayıyordu. Aysel çömeldiği yerden ayaklarının üzerinde durmaya çalıştı. İçinde saklı olan duygularını keşfetmeye başladı… Belki de kendini kanıtlamak için hazırdı. Aysel’in o saklı güze’ ligi beni derinden kıskandırmıştı!...


Ani bir hareketle tekrar fısıldadı: "benim adım Aysel!", dedi. Büyük bir başarı kazanmıştı. Yıllar sonra Bir hamle yapmıştı Aysel. Kızıl ateş yavaş yavaş grileşmeye başlamıştı. Tıpkı karşı dağların arkasına saklanan güneş gibi…

Aysel bana bakarak başka bir odaya yürüdü ve bende peşinden gittim.

Çeyiz sandığının başına geçti ve açıverdi sandığını. Oyalı başörtülerini elleriyle okşadı. Bir tanesini seçti bana uzattı, bir tanesini de kendisi örtü. En sevdiği oyalı başörtüsüydü. Al rengindeydi, kenarları sarı siyah renklerle işlenmişti... Ama sandıkta hapsedilmişti. Tıpkı yasaklanmış kimliği gibi. Başına örtü oyalı örtüsünü, güzelliğine daha da, bir güzellik kattı. Duruşu ve bakışları kendine has bir kimlik kazandırmıştı. Hareketleriyle etrafındaki her şeye hâkim sandı kendini. Artık Yeni bir güne merhaba demek için, dimdik ayaklarının üzerinde durmaya çalıştı...


Hava kararmadan yola koyulduk, yol boyunca kendimi sorgulayıp durdum. Ben hep özgürlüğü elinde alınmış olarak kendimi görürdüm ve hep sitemde bulunurdum. Kendimizi bulmamız için illaki Aysel’leri bulmamız mı gerekir…

Haziran  2007

( Sandıkta Ki Kimlik başlıklı yazı kadriye xoda tarafından 20.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.