Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 25.04.2023
Okunma Sayısı : 459
Yorum Sayısı : 7
Günün Yazısı

Bu Yazı 26.04.2023 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.
Fahreddin Paşa - Iı. Uhud Savaşı- Kahramanlar Ve Hainler---1. Bölüm--


30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması mucibince İngilizlere terk etmemiz gerektiği halde kendisi ve emrindeki orduyla Medine’yi kahramanca savunan Ömer Fahreddin (Türkkan) Paşa’yı sanırım bugüne kadar duymayan kalmamıştır. Peki son derece dindar bir insan olan Fahreddin Paşa’nın, Medine’yi kafirlere, müşriklere karşı değil de maalesef Müslümanlara karşı savunmak için onlarla Uhud Savaşı diyebileceğimiz bir savaş yaptığını hiç duymuş muydunuz? Eğer duymadıysanız okumaya devam...

Evet... Hz. Muhammed ve ilk Müslümanlar 625 Yılında Mekke’li müşriklerle Medine’nin Kuzeydoğusunda, şehre yarım saat mesafedeki Uhud Dağı eteklerinde savaşmışlar ve bu savaşa ‘’ Uhud Savaşı.’’ Denmişti. İşte bu savaştan yaklaşık 1300 sene sonra aynı yerde yine Müslümanların kaderi üzerinde oldukça önemli olacak bir savaş yapılıyordu ama bu sefer karşı karşıya gelenler Müslümanlarla yine Müslümanlardı.

*****

‘’Ömer Fahreddin Paşa, Medine’yi 58 Gün askerleriyle birlikte çekirge yiyerek savundu.’’

Yanlış... Hem de çok yanlış.

Ömer Fahreddin Paşa, Medine’yi 1916 Yılı Haziran ayı başından 10 Ocak 1919’a kadar yaklaşık üç sene boyunca savundu.

Peki 58 gün çekirge yeme olayı ne?

İşte bu yaklaşık üç sene süren savaşın son elli sekiz gününde kendisinin ve emrindeki ordunun yiyebileceği hiç bir şey kalmadığından hem kendisi hem askerleri bu son 58 günde çekirge yiyerek savundular Medine’yi.

***

En başından başlayalım mı?

***

Sultan II. Abdülhamit, öteden beri sadakatinden şüphelendiği Vehhabi köpeği Şerif Hüseyin ve oğullarının, İngiliz ve Fransızlarla flört ettiğini görünce bunları İstanbul’a getirtmiş ve Hicaz’a gitmelerini yasaklamıştı. Lakin Padişah, 1909’da bir darbe ile devrilip de iktidar İttihatçıların eline geçince işler değişti. İttihatçılar bu dönek ve fırıldak aileyi serbest bıraktıkları gibi Hüseyin’i Mekke Şerifi yaptılar.

I. Dünya Savaşı başlar başlamaz İngilizler bir taraftan dünyanın gelmiş geçmiş en başarılı casusu Lawrence vasıtasıyla bazı Arap kabilelerini Osmanlı Devletine karşı kışkırtırken diğer taraftan da kendilerine köpeklik yapabilecek şerefsizler aramaya başladılar ve bulmakta hiç de zorlanmadılar.

Mekke Şerifi Hüseyin, daha 1914’ten itibaren İngiliz yetkilileriyle görüşmelere başlamıştı. Oğlu Abdullah, İngiltere’nin Mısır Genel Valisi Lord Kitchener ile görüşmüş ve Kitchener vasıtasıyla İngiliz istihbaratı Orta Doğu sekreteri Storrs ile irtibat kurulmuştu.

İlk kez Osmanlı’ya karşı bir Arap ayaklanması bu görüşmede dile getirilmişti.

Savaş başlar başlamaz Şerif Hüseyin, İngiliz istihbaratçısı Storrs’a bir mektup göndererek İngiltere’yi Osmanlı’ya tercih ettiğini yazmış ve bunun karşılığında, emirliğinin İngiltere tarafından Osmanlı’ya karşı desteklenmesini istemişti.

O dönem Savaş Bakanlığı’na geçen Lord Kitchener, Şerif Hüseyin’in bu teklifini kabul etti ve bunu şöyle bir mektupla bildirdi:

“Eğer Arap ulusu bizi Türklerin zorladığı bu savaşta İngiltere’ye yardım ederse, İngiltere, Arabistan’a hiçbir müdahalenin olmayacağını garanti eder ve dış saldırılara karşı her türlü yardımı yapar. Gerçek Arap ırkından bir Halife’nin Mekke ve Medine’de seçilmesi gerçekleşebilir. Eğer Mekke Emiri bu çatışmada İngiltere’ye yardım etmek istiyorsa, İngiltere, Emir Hüseyin’in kutsal ve eşi bulunmayan görevini tanımayı ve ayrıcalıklarını bütün dış saldırılara karşı, özellikle Osmanlıların saldırılarına karşı garanti eder…”

Şerif Hüseyin alçağı bu garantiyi(!) elde edince 1915 Temmuzundan itibaren İngiliz Yüksek komiseri Sir Henry Mc Mahon ile mektuplaşmaya başladı ve iki taraf arasında 1916 Mart ayına kadar on kez mektuplaşma oldu.

Bu mektuplaşmalardan anladığımız kadarıyla Şerif Hüseyin, kendi kafasına göre bir Arap Devleti haritası çizmiş ve Mc Mahon’dan bu topraklarda bağımsız bir Arap Devletinin kurulması yolunda İngiltere’nin yardımını talep etmekteydi.

Mc Mahon, 24 Ekim 1915'te, Şerif Hüseyin’in mektubuna şöyle cevap verdi:

"Mersin ve Hatay sancaklarıyla; Şam, Humus, Hama ve Halep sancaklarının batısında bulunan Suriye vilayetinin parçalarının halis Arap olduğu söylenemez. Dolayısıyla önerilen hat, sınırlardan çıkarılmalıdır. Yukarıda belirtilen değişikliklerle ve Arap önderlerle olan anlaşmalarımızı peşin hükme tâbi tutmamak koşuluyla bu hat ve sınırları kabulleniriz. Bu değişiklikler doğrultusunda Büyük Britanya, Mekke Şerifi’nin önermiş olduğu hat ve hudutlar içindeki bölgelerde, müttefiki Fransa’nın çıkarlarını da gözeterek, Arapların bağımsızlığını tanımaya ve desteklemeye hazırdır.’’

Görüldüğü gibi Şerif Hüseyin, bugünkü Türkiye’nin Mersin ve Hatay şehirleri de dahil Şam, Hama, Humus, Halep gibi şehirlerin bile kendisine verilmesini istiyor, İngiltere ise ‘’ O kadar uzun boylu değil. O toprakları Fransızlar istiyor. Sen o topraklardan vazgeçersen yine de senin için de bir şeyler düşünür seni Arapların kralı yaparız.’’ Diyordu.

Karşılıklı mektuplaşmalar sonucunda 1916 Nisanında Mc Mahon ile Şerif Hüseyin anlaştı. Şerif Hüseyin, İngilizler sayesinde, onlar tarafından kurulacak bir Arabistan Krallığının kralı olacak, karşılığında da Türklerin bölgeden atılması için her türlü puştluğu yapacaktı.

Şerif Hüseyin, sadık bir köpek olarak köpekliğinin tüm gereklerini yerine getirdi. 1 Haziran’da başlattığı isyan sonucunda 12 Nisan 1916’da Mekke, görünürde Şerif Hüseyin’e ama aslında İngiltere’ye teslim oldu. ( Bizim Tarih ders kitaplarında bundan hiç bahsedilmez.)

16 Haziran 1916’da Cidde de düştü.

22 Eylül 1916’ya kadar direnen Taif, bu tarihte Şerif Hüseyin kuvvetlerine bırakıldı.

Evet... Her ne kadar ‘’Şerif Hüseyin kuvvetlerine bırakıldı.’’ desem de sizler Türkler için can damarı olan bu şehirlerin üç beş Arap çapulcusundan ibaret ve ellerinde aslında tüfekten başka silah bulunmayan Şerif Hüseyin kuvvetlerine bırakıldığını düşünmeyin. Bu şehirleri bizlerden alan aslında İngilizlerdi ama biz Türkler ‘’ Ölürüz de bu şehirleri İngiliz gavuruna teslim etmeyiz. Ancak bir Müslümana teslim ederiz.’’ Diye tutturunca İngilizler ‘’Olay uzamasın. Ha biz ha Şerif Hüseyin.’’ Dediler ve böylece Mekke, Cidde, Taif gibi şehirler sözde Şerif Hüseyin’e teslim edildi. Yoksa Şerif Hüseyin’in haddine miydi Türklerden şehir almak?

Velhasılıkelam bir kaç ay içinde Medine hariç tüm Hicaz bölgesi Osmanlı Devletine isyan eden bu hainler ve arkalarındaki İngilizlerin eline geçmiş oldu.

Evet... Medine hariç...

Suriye ile demiryolu bağlantısı olan tek büyük ve stratejik öneme sahip şehir olan Medine’de alınmalıydı.

Kanal Cephesi Ordularının Başkomutanı Cemal Paşa, kendisine bildirilen tüm isyan ihbarlarına rağmen Şerif Hüseyin’e karşı harekete geçmeye bir türlü karar veremiyordu. ( Bir şerife yani Peygamber soyundan gelen birine karşı savaş açtığı takdirde çarpılacağından korkuyordu herhalde. )

Nihayet Medine Muhafızı Hasan Basri( Nayan) Paşa’nın, Hüseyin’in Medine’deki oğlu Ali’nin şüpheli tavırlar gösterdiğini ve kabileler arasında hükûmet aleyhinde propaganda yaptığını bildirmesi üzerine Cemal Paşa, 23 Mayıs 1916 tarihli emirle 12. Kolordu Komutanı Ömer Fahreddin Paşa’yı Medine’ye gönderdi.

Medine’de durum nasıldı peki?

Medine’de tam manasıyla utanç verici bir şerefsizlik yaşanmaktaydı.

‘’Şerefsizlik’’ diyorum zira Şerif Hüseyin’in oğlu Ali, 500 kişilik bir bedevi birliği ile Uhud Dağı eteklerinde, tam da Hz. Hamza’nın şehid edildiği yerdeki Hamza Mescidi civarında karargah kurmuştu. Hüseyin’in diğer oğlu Faysal ise bu sırada Şam’dan Medine’ye gelmişti ve bu iki kardeşin asıl amacı Medine’ye saldırarak ele geçirmekti ancak şerefsizlik bu kadarla sınırlı değildi.

Faysal, Cemal Paşa ahmağından aldığı bir emirle gelmişti Medine’ye. Bu emre göre Medine Muhafızı Hasan Basri Paşa, Kanal Harekatına katılmak için Medine’ye gelmiş olan(!) Faysal ve Ali kuvvetlerine 500 Filinta tüfek ve para vererek yardımcı olacaktı.

Anlamadınız sanırım. İzah edeyim: Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Cemal Paşa’yı ‘’ Kanal Savaşında biz de sizin yanınızda savaşacağız ama silahımız yok. ‘’ Diye kandırmış, Cemal Paşa da Hasan Basri Paşa’ya ‘’ Faysal ve kardeşi Ali’ye 500 Filinta tüfek ne nakliye için para ver.’’ Diye emir göndermişti. Yani şerefsiz isyancılar, Türkleri Türklerin silahlarıyla öldüreceklerdi.

Allah’tan Hasan Basri Paşa uyanık bir insandı. Faysal’ın, Cemal Paşa’ya ‘’ Basri Paşa bize ne tüfek ne de nakliye için para veriyor.’’ Şikayetlerine rağmen onlara bir toplu iğne dahi vermedi ve asıl niyetlerinin Medine’yi ele geçirmek olduğunu Cemal Paşa’ya bildirdi.

Cemal Paşa, 27 Mayıs 1916’da Faysal’a bir telgraf yolladı ve ona çok dindar bir komutan olan 12. Kolordu komutanı Ömer Fahreddin Paşa’yı, Medine’ye kutsal yerleri ziyaret için gönderdiğini, kendisine gereken ilgiyi göstermesini istedi. Asıl amacı tabii ki Hasan Basri Paşa’nın yaptığı ihbarların doğru olup olmadığını öğrenmekti.

Bu, Faysal’ın ve kardeşi Ali’nin beklediği cevap değildi ama yine de 30 Mayıs 1916’da Medine’ye gelen Ömer Fahreddin Paşa’yı yapmacık bir coşku ile karşıladılar.

Ömer Fahreddin Paşa, Ravza-ı Mutahhara’yı ziyaret etti. Daha sonra Hasan Basri Paşa ile görüştü. Bu arada Faysal hem Ömer Fahreddin Paşa’yı hem de Hasan Basri Paşa’yı tertiplediği bir yemek ziyafetine davet etti.

Hasan Basri Paşa, Ömer Fahreddin Paşa’ya ‘’ Sakın o yemeğe gitmeyin paşam! Bunlar bize suikast yapacaklar.’’ Diye uyardıysa da Ömer Fahreddin Paşa, Faysal ve Ali’nin Uhud Dağı eteklerinde, Hamza Mescidine 200 Metre mesafedeki karargahına giderek bu yemeğe katıldı. Hasan Basri Paşa ise rahatsızlığını ileri sürerek yemeğe katılmayıp Medine’de kuvvetlerinin başında kaldı.

Faysal ve Ali gerçekten de her iki paşayı birden ziyafet esnasında katledip başsız kalan Medine’ye saldırarak şehri ele geçirmeyi planlamışlardı ama Basri Paşa’nın yemeğe katılmaması planlarını alt üst etmişti.

Peki her iki Paşa da katılsaydı yemeğe?

Tam olarak Hz. Hamza’nın şehid olduğu Uhud Dağı eteklerinde iki Türk paşası şehid olacaklardı ve işin en acı tarafı da onları şehid etmek için planlar kuranlar bu sefer Ebu Süfyan’ın karısı Hind ve Hind’in kölesi Vahşi gibi müşrik olanlar( o zaman müşrik sonra Müslüman) değil bizzat Hz. Muhammed’in soyundan geldiğine inanılan şeriflerdi.

******
Tabii ki devam edecek. Daha işin başındayız
( Fahreddin Paşa - Iı. Uhud Savaşı- Kahramanlar Ve Hainler---1. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 25.04.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.