Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 29.04.2022
Okunma Sayısı : 735
Yorum Sayısı : 2


1719 da Fransa'ya geçici elçi olarak gönderilen 28 Çelebi Mehmet Efendi Fransızların gönüllerini nasıl feth ettiyse 1742 de gönderilen oğlu Sait Efendi de bir o kadar etkili oldu Fransızlar üzerinde. Ancak Fransa ve özellikle başkent Paris bugün olduğu gibi geçmişte de modanın merkezi olduğundan Paris'te başlayan bir modanın tüm Avrupa'yı etkilemiş olduğunu düşünmek hiç de yanlış olmazdı.  Ama  bu  etkilenmenin  sadece  Fransa  ile  sınırlı kalmadığını  da  biliyoruz.  Mesela  1719’da  Dresden’de  yapılan  bir  kraliyet  düğünü  tam  bir  Osmanlı  düğününe  dönmüştü  kurulan  çadırlar-  görevlilerin  ve  düğüne  katılanların giydikleri  kıyafetlerle.

Öyle  ki  bugün  Avrupa Birliği kıstasları  içinde  yasaklanmış  olan  paça  çorbasının  o  günlerde  Avrupa’da  düğünlerden sonra  günü  bile  yapılıyordu.


Peki 28 Çelebi Mehmet Efendi ve Oğlu Sait Efendi.. Sadece bu ikisi mi Fransa'da hem de iki yüz yıl kadar sürecek olan Turquerie akımını sağladılar?


Tabii ki değil. Bu konuda özellikle 1699'da İstanbul'a gelip 1737'ye kadar İstanbul'da yaşayan Fransız ressam Jean Baptiste Vanmour'un etkisi de çok oldu. Bu ressam ve bundan sonra yine İstanbul'a gelip Saray çevresi ve İstanbul halkının yaşayışını resmeden bu ressamlar özellikle Avrupa ( bilhassa Fransız ) sosyetesine- yüksek tabakasına ilham oldular.


Ama önceki bölümde bahsettiğim Lady Mary Montaqu dışında yine İstanbul'a gelip daha sonra izlenimlerini yazan Julia Pardoe - W.M. Ramzey - Z. Duckett Ferriman- D'Ohsson ve Lucy Garnet gibi hatunların rolü oldukça fazladır.


Evet.. Şimdi size komik bir durumu anlatacağım:


Fransa'da kraliçe başta olmak üzere soylu kadınlar Türk saraylarındaki kadınların rahatlığını görünce ( bunu resimlerden ve seyahatnamelerden görüyorlar tabii ki) '' Ulan biz ölmüşüz de haberimiz yokmuş'' demeye başladılar.


Niçin mi?


Çünkü Kraliçe dahil bu soylu(!) hanımlar etekleri çemberli- belleri oldukça sıkıştırılmış ve dahi sıktırıla sıktırıla insanı havasız bırakan korseler sebebiyle giydiklerine giyeceklerine pişman oldukları kıyafetler içinde olup bir taraftan da bu kıyafetlerle oturmak- uzanmak mümkün olmadığından neredeyse sabahtan akşama kadar sap gibi ayakta dikilirken Türk hanımları geniş ve bol elbiseler içinde rahatça hareket edebiliyorlar dahası hem kadınları hem erkekleri geniş sedirler üzerinde kuş tüyü yastıklar üzerinde uzanıp kahvelerini yudumluyor- çubuklarını tüttürüyor - şerbetlerini yudumluyor hatta yemek yiyor- muhabbet ediyordu. Türk  kadınlarının  diyet  ve  zayıflama  gibi  bir  derdi  de  yoktu  zira  padişahlar  da dahil  erkekler  göbekli  kadınlardan  hoşlanıyorlardı. ‘’  Bir  dirhem  et  bin  ayıp  örter’’  Sözü  bir  Türk  atasözüydü.


'' Bizim başımız kel mi?'' demeye başladılar ki erkekleri genelde kel olsa da bayanlar hiç de kel değil aksine son derece güzeldiler.

Evet.. İşin aslına bakılacak olursa Turquerinin doğmasının asıl sebebi Türklerin gündelik hayatlarındaki bu rahatlıktı.


Artık Avrupa'daki zengin ve soyluların şato- köşk ya da malikanelerine en azından bir '' Türk Odası '' daha eklenmeye başlandı. Artık bu mekanlara Türk işi bizim hol ya da sofa dediğimiz mekanlar hatta Türk hamamları eklenmeye başlandı.


Artık mobilyalardan halılara- halılardan porselene Avrupa'da hayatın her alnında Türk etkisi kendisini ziyadesiyle hissettiriyordu. Öyle ki artık Türk tipi kıraathaneler bile Avrupalının hayatına girmişti.

Fransa'nın '' Turquerie'' Avusturya'nın ''Allaturca'' ve Almanya'nın ''Turkenmode'' dediği bu akım aynı zamanda bir sosyal statü göstergesiydi. Kim ne kadar kendisini Türk'e benzetirse o derece günümüz tabiriyle fenomen oluyordu.


Fransa'nın en önemli kraliyet saraylarından biri olan Fountaniebleau Sarayına bile şu meşhur Mari Antuanet ( Hani ''Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin'' dediği iddia edilen kraliçe) bir Türk odası yerleştirmiş ve bu odayı tamamen Türk usulü döşetmişti. Fransız ihtilali ile oda yakılıp yıkılsa da daha sonra Napolyon'un gözdesi Josephin tarafından yine Türk odası olarak yaptırılmıştı. (  Mari  Antuanete   Türk  işi olarak  yaptırdığı  yatakta  yatmak  nasip  olmasa  da  Josphin  doya  doya  yatmıştı )


Bugün bizim bazı vatandaşlarımız Starbucks Coffee'den başka kahve içmeyerek hatta  Starbucks Cofee’ de  bir  masa  kapmak  için  kuyrukta  bekliyor  ve kendisine bir hava veriyor ya işte o dönemde de Avrupalı Türk kahvesi içerek havalı oluyordu.


Düşünebiliyor musunuz bu öylesine bir çılgınlık haline gelmişti ki Viyana'da pek çok Türk çay bahçeleri yanında parklar içinde minareler yapılıyordu sırf Türk'e benzemek için.



Türkler özellikle 18. Yüzyılda Avrupa'nın fazlasıyla ilgisini çekiyordu. Öyle ki bunu müzikte de görmekteyiz. Mesela Mozart'ın 1782'de bestelediği Saraydan Kız Kaçırma Operası ve yine Mozart tarafından ilk kez 1784'de sahneye konan ve bizlerin '' Türk Marşı'' olarak bildiğimiz '' Rondo Alla Turca'' dışında da büyük bestekarların ( Örneğin Beethoven ) Türk Marşları besteledikleri bir gerçektir.


Evet.. 18. Yüzyılda Avrupa'da bir Türk rüzgarı esmekteydi. Peki 19. Yüzyılda ne oldu?


19. Yüzyıl bilindiği gibi sömürgeciliğin de en hızlı olduğu asırdı. Bu asırda Avrupalı her millet kendisini başka milletlerden üstün görüyordu. Görmek zorundaydı aksi takdirde sömüremezdi.  Artık  Yahudiler  gibi Avrupalılar  da Tanrının  diğer  insanları  kendileri  için  hizmet  esin  diye  yarattığına  inanmaya  başlamışlardı. Bu çerçevede Osmanlı Devleti henüz onların öyle tepeden bakacağı bir devlet olmasa da artık sıkı takipçisi olmak da gerekmiyordu. Yani Tuquerie'in yerini almış olan Oryantalizmde Türk kahvesi içip Türk lokumu yemenin yine bir mahsuru yoktu ama bu artık hiç kimse için bir üstünlük ve ayrıcalık değildi 19. Yüzyılda.

Peki 19. Yüzyılda Osmanlı Devletinde durum nasıldı?

Çok kısa özetleyeyim şimdilik: Öylesine bir batılılaşma daha doğrusu batı taklitçiliği söz konusuydu ki mesela II. Mahmut yenilik adına Mehterhaneyi kaldırmış- yerine kurdurduğu Mızıka-i Hümayûn'un başına koskoca Osmanlı ülkesinde müzisyen yokmuş gibi bir İtalyan'ı hem de paşa rütbesi ve unvanı vererek getirmişti. ( Don İzetti Paşa )

Gelecek bölümde biraz da bizim batılılaşmamız ile noktalayacağım.

( Her Kim Bir Türk'e Benzerse--3. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 29.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.