Üzünç odaklı şiirlerden çıkıp da yola
ve hasretin dayanılmazlığında iç geçiren bir kelimeyi baş tacı yapıp ilk
cümleyi kurduğum…
Kuruntularımın mimarı ne de olsa her
yazdığım ve söylemekten geri durmayıp içi boş parantezler açtığım.
Bir alıntı mırıldanırken sayfanın
sonundan ve ben eğer ki yüreğimin sıkıştığını hissedip içine düşmüşsem o
coşkunun…
Hangi coşku mu? Yaşamakla direnmek
arasında gidip geldiğim aslında söyleyip söylememekte kararsız kaldığım ve
kefeleri yükleyip aslında hazan makamını bahara güncelleyip ve devasa bir
değişim umduğum sanki her yazdığım bana yeni bir dünyanın ansızın kapısını açma
ihtimali verecekmişçesine.
Mavinin yenilgisine hasretim belki de
Bir de dekor bildiğim hüznün terapi
Yeteneğine aykırı bir coşkuyla
yaklaşıyorum
Ayaklarım dolanıyor birbirine
Rutin gölgelerin tadına doyamadığı
Aşkın enkazı yüreğimde
Sevi zerreleri ip atlarken
Ben atlas yorgunluğuma seriliyorum
Bir de duvar dibine tüneyen lanetini
tinine
Azapla yüklüyorum içimdeki dalgaları
Belki hoyrat bir fırtına olmanın da
vebali
Her ölü hücremde
Katıksız bir yenilgi yaşadığım
Şehrin mavisine hayranım
Kuş bakışı ölümcül mevsimin geride
bıraktığı
O azamet
En elemli rota belki de acıların
kıdemli durağında
Sağalttığım gözyaşı yine
Aşkın mihrabı.
Söylemlerin nazarında aşkı
çitiliyorum dolgun güneşin sarısına yanık yüreğimde aslında siyahın özlemine
tavım.
Göğün gökdelenlere duyduğu minnet mi
yoksa şehrin dokusundaki d/okunaklı haznesi ölümün, bir beyit tazeliğinde
serildiğim ayaklarına sevda masallarının da terennüm ekseninde dönendiğim yılkı
atlarına duyduğum özlem kadar tutarsız ve devingen iken içimin methiyelerinde
ben bir yarım ada olmaktan öteye gidemediğim.
Aşkın pervazında solan notalar var
bir de sönük teninde manevi yükümlülüğün bitimsiz heyecanı.
Yorgunum belki de yorgun bir yorganım
içimin kilit noktasındaki o vakur çırpınışla yolunu gözlediğim mutluluğun en
yakın tanığı iken aşkın ve rahmetin devingen iltimasına yenik düştüğüm.
Ömrün manivelasında sormadan
y/aşıyorum. Cevapları lav edip sadece noktalar koyuyorum kısa cümlelerimin
sonuna.
Nasılsın, diye soranlardan kaçıyorum
ve sormuyorum aslında somurtuk mizacımda yakalandığım bu afaki tutsaklık belki
de gönüllü tutsaklığıma delalet o sanrıları yok sayıp sadece çaresizlikle ihya
olduğum çemberi yine imkansızlığın.
Şehrin hangi noktasına denk
düşüyorsam ve basan afakanlara rest çekiyorum.
Soytarı bir imge kadar da tutarsızım
ve yalama sevdalardan uzak bir köşede ben tek boyutlu resimler çiziyorum.
İçimin ritminde hezeyanlar kaynıyor.
Ayrı düştüğüm insanlık.
Lakin yüreğimi koyduğum nice insan.
Varlığımın tema’sında sıdkı sıyrılmış
bir farkındalık gizli aslında farklı olmanın neresi kötü gibilerden bakanlar
içimdeki gökdelenleri yıkıp ben tek göz odalarda seğirtiyorum.
Künefe tadındayım.
Aslında acı patlıcanı kırağı çalmaz
diyenlere duyduğum hiddet benim mil çektiğim yalnızlığın sınırlarını aştığım
belki de taştığım ya da her ikisi.
İkircikli bir yasın yasını tutuyorum.
Yaza dönük yüzünde mevsimin daha
bahar havasını doya doya içime çekemediğimin de ispatı iken siyahî bulutlar.
Avare bir yürek ve düşkün bir
mizansen.
Sarıdan bozma teninde doğanın belki
de yeşile duyduğum özlem.
Koyu laciverti mi gecenin yoksa
beyaza adadığım masumiyet mi?
Ben’lik söylemlerden alamazken başımı
biz olma ritmine henüz ayak uyduramadığım belki de uyduruk bir şiir yazmak ve
boş vermek her şeye.
Aşka da mı?
Diyenlerin yalancısıyım ve sevdiğim
kadar sevilmeyi filan da talep etmiyorum evrenden.
Çatık kaşlı hüznüme talip hangi kafir
gölgeyse uzak dursun benden… demenin de meali işte boşluğun kumpasına kurban
gittiğim.
Bedenimde olmayan sanrılar var
aslında bir bedenin bana fazla geldiği ve evrendeki tüm ruhları sahiplenme
istemi.
Aşka rest çeken hangi taslakta gizli
ki rivayet?
Rivayet olmanın ön koşulu mu yoksa
birbirine atfedilen bunca ihanet?
Sorulardan alıyorum hışmımı ve her
birini çöp kutusuna atıp imha ediyorum kara deliğin bile bir unvanı varken
içimdeki gizemin ne gibi bir hikmeti ola ki?
Nüshası olmayan masalların gizil
kahramanı iken prens ben asla prenses olmaktan haz etmediğim çift kişili
dünyaların da yalnız tebaasıyım.
İçimdeki şehir.
Şehrin içindeki ben.
İçimdeki şiir.
Kısaca bir mantık silsilesi ve bilmem
kaç yönergenin birbirini izleyip da mantığın kanunu iken önermeler ben sadece
uyanık kalma konusunda bir öneri getiriyorum içimdeki yorgunluğa.
Düzenin başıbozuk nemalandığı o
hezeyanlar aslında başıbozuk bir ritim ve yürek tırmalayan ve de kulak.
İçimin çölünde yalnız ve susuz
bedeviler fink atıyor. Her an ölebilirmişim hissi ile içimin vahasına dönüyor
yüzüm.
Şehir kadar kasvetli iken içimdeki
iklimsel değişiklikler ben aşkın miharabına dönük yüzümle lades diyorum.
Elimdeki kemende takılan yine dünüm.
Dünsüz geçen günün hükmü mü yok,
diyenlerdenim belki de tek diyen.
Göğün busesine yenik düşen bir
hicranın en yumuşak sesiyim belki de baharın mizacına yenildiğim ve alâmetifarikası
tüm sönen ışıkların.
Sönmekle söndürmek arasında gidip
geliyorum belki de solmak ve koparmak içimdeki çiçekleri belki de çiçek
olmaktansa bir kelebek olup tüm çiçeklerden bal almak.
Akışkan sıfatlar.
Devingen ruhlar.
Sanrıların temelindeki hezeyan
batağı.
Şimdimi sunduğum ve dünümü emanet
ettiğim, yarınla yatıp dünle kalktığım.
An’ı resmettiğim.
Aşka dair söylenceleri yok sayıp
kendi masalımı yazdığım.
Belki de meali olmayan bir yürek
işçiliği.
İnceldiğim yerden kopayım o zaman.
İmza.
Nedensiz.