Beynamaz sancılar
tokalaşıyor asalak imgelerin tekerrür etmeye yeltendiği ve boykot ettiğim
satırların simsar bellediği akılsız bir günceye nispet yapan ödenmemiş
kefaretin de izlek bildiği nahoş bir tını yine bir bukle de olsa paye
vermediğim.
Adsız gölgeler nasıl ki
kıyamet habercisi, erbabı olduğum bir satıra daha yükleniyorum: Sırnaşık bir
tezahür olmamalı yalnızlığın göreceli sıkılganlığı.
Ürediğim bir mekanizma
ve üretmeye doyamazken hangi aklı evvel gelir de sunar arzuhalini?
Süregelen coşkunun
fıtratı haybeden bir zorlama da olmamalı ve dengini arayan yarım aklı beşerin
de bir zafiyet işin aslı.
Sondan başa sarmaksa
aynı filmi seyretmek yenilir yutulur bir işkence değil yine de hangi kâhin
iddia edebilir ki yarının bu günden farklı olmayacağını?
Gölgesiz bir sure
yürekte saklı tuttuğum.
Feragat bellediğim ise
iç sesimin nüansı ve mutsuzluğun tekerinde kayıp bir rota misali öğüttüğüm
gönül sesim sizlere rahmet bir güncenin tek teamülü yine de nispeten dün’e
bağdaş kurduğum salkım saçak duygulara paye verdikçe alıyorum boyumun ölçüsü.
Sırıtkan bir tezahürü
var vurdumduymazlığımın yine de devrin gidişatına aykırı o muzip ve şen şakrak
kıyamlara da rağbet edilesi bir sakınca ile uzak durduğum nice beşerin zimmetli
tokalaşması adeta asılı kaldığım şu batılı ömrün…
Tepe taklak bir suret
kadar da noksansız.
Yüz görümü bir edadan
savrulan nice esrikli beddua ve şükrettiğim her yeni gün yine milat bildiğim
bir satıra denk gelip akıyorum su misali ve karıştığım denizlerde boğulmakla
meşgulüm gün bitiminde varsayım yüklü tezahüratları yok sayıp yok sayılmaya
doyamadığım ki ikilem yüklü insan mizaçlarına atıfta yapma gayreti gütmeden
dolup dolacağım mürekkebi aslında kanımda dolaşan ve pompalamaya doyamazken
sakil kalem.
Ne cünüp ne sıradan.
Ne bir gölge ne de bir
aldatmaca bilakis gönül suremde okumaya doyamadığım onca niyazı pay ederken Yaradan’ın
nezdinde ve elimde yüklü bir sevgi deryası ki pay etme telaşımı görmezden
gelenlere inat istifra eden evrenin de en çatık kaşlı maruzatı olmazın oluru
bir denkleme hani olur da düşer yolum ve nice mazeret beyan ederim gün sonu:
‘’Pardon, bir dakika
bakar mısınız?’’
Ve esefle kınanırken en
demli serzenişim yine beyan ettiğim:
‘’Neydi istirhamınız?’’
‘’Sanırım aynı dilden
konuşmuyoruz…’’
Demeye ne hacet hele ki
yoğurduğumuz bir ömrü adamışsak Hakk huzurunda düştüğümüz hangi yol ise
arındığımız günahların istilası yeter ki muteber bir yok oluşu tetiklemesin
hele ki var oluşun çetelesini tırtıklayan bir fındık faresi kadar masum
değilken ne de olsa hangimiz masumuz da günah yüklüyoruz anlık bir tekâmülü yok
sayan evren güncesi iken içinde yer aldığımız o kalın defter…