Bu güne değin, neyin
kayda değer olup olmadığına karar verenler, hep benim haricimdekiler oldu.
Gidişat tamamen benim dışımda gelişti zira. Ta ki, yazmaya başlayana dek. Bu
yüzden de, yazmak inanılmaz önem arz ediyor benim için.
Aslında kurgulanmış ve
neyin ne olacağını bilmediğim bir macera yaşıyorum her gün. Günün ya da
yazdıklarımın nasıl bir yönde seyredeceği bazen hatta genellikle benim dışımda
gelişmekte. Plansız, programsız bir seyir eşliğinde her şey hem de…
Bir bakıyorum, hüzün
damlıyor kalemden. Artık, gün ve olaylar ne çağrıştırıyorsa zihnimde ve
kalbimde tek tek dökülüyor kâğıda.
Değişken mizacım
yansıyıveriyor kelimelere zaman zaman. Umarsızca ifşa ediyorum halet-i ruhiyemi.
Her şey ortada, her şey ayan beyan sadece şeffaf bir tül örtüyor gerçekleri ve
olayları.
An geliyor tökezliyorum
ya da tökezlediğime inanıp küsüyorum kaleme. Sanırım kendimden önce geliyor
insanlar ve hayatın arz ettiği önem ya da olaylar. Öyle ya; dünya benim
etrafımda dönmüyor ki, ben her ne kadar başka dünyaların ve olayların yörüngesine
girsem de.
Bazen bir çiçek
bahçesinin tam ortasına düşüp, inanılmaz bir evrim geçiriyorum.
Kelimeler ne çok şey
çağrıştırıyor hele ki başkalarının ağzından dökülmekteyse. İşte, diyorum: Bu
güne kadar ne biriktirdinse içinde dök kâğıda, elbet birileri çıkacaktır
okuyup, fikir beyan eden.
Bazen öksüz sayfamı
görünce, içimi hüzün basıyor. Ve suçluyorum kendimi:’’Bak gördün mü, olmamış
işte,’’ deyip serzenişte bulunuyorum kendime. Kimsenin suçu olamaz, olmamalı
da, benim haricimde.
Ve yazarken öylesine
imtina ediyorum ki insanları incitmekten, eleğimden geçiriyorum tüm kelimeleri
teker teker hem de. Bir şekilde sunuma hazır hale geliyor sonuç itibariyle.
Ne çok hikâye
biriktirmişim yazmaya başlamazdan önce. Bilemezdim ki; gün gelip paylaşacağımı.
Üniversiteyi bitirdiğim
yıl benim miladımdır. Hayat tam o noktada ikiye ayrıldı: Öncesi ve sonrası
diye.
Uzun bir süreç iştigal
etti hayatımı, ben kendimi ve gönlümdeki mesleği ararken. Defalarca, bıkıp
usanmadan iş değiştirmemden tutun da meslek ve sektör değiştirmeme varana kadar
hem de. Gözüm kapalı, hayatın akışına kaptırmış bir şekilde öylesine
şartlamıştım ki kendimi çalıştığım pozisyonlarda mutlu olmak adına…
Kendi kurallarım derken
bir de çalıştığım o gri binalardaki sıkı ve despotça uygulanan kuralların
zoruyla bayağı özgürlüğüm kısıtlandı. Ve içimdeki ses, bana her defasında ‘’oraya
ait olmadığımı’’ fısıldamış olsa da duymazdan geldim her seferinde.
Tabir-i caizse,
gırtlağını sıkıp, susturdum altıncı hissimi.
Ve tıpkı altıncı his
filminde olduğu gibi, yaşayan ve yürüyen bir ölüydüm: Kimselerin görmediği, duymadığı
bir gölge adeta.
Bırakınız altıncı
hissi; yedinci, sekizinci ve tüm hisler koro halinde ‘’yaz’’ diye haykırmakta
adeta.
Bazen öylesine sessiz
ve durağan bir hal alırken bazen de bir fırtınaya yakılanmışçasına savruluyor
içimdekiler.
Bunca yıl nasıl bu
denli sessiz kalmışım ben bile veremedim bunun cevabını halen.
Bu güne kadar hep iyi
niyetle çıkmışımdır yürüyeceğim yola: Kendi çabamla, azmimle, isteğimle ve
gönülden. Hele şimdi…
Kariyer ve başarı anlamında, ellerimle çok
şeyi yıkıp, talan etmişimdir. Pişman mıyım, tartışılır…
Yarım bıraktığım onca
şeyden sonra, artık kopuk bir şeyler daha olsun istemiyorum yapacaklarıma dair.
Ve zaman işlemekte
sürekli; lehime belki de aleyhime: Herkes için nasıl geçiyorsa zaman ve
dönüyorsa dünya…
Ve yaşadığımı
hissediyorum şimdilerde, önce hiç yaşamadığım gibi ya da yaşayamadıklarımın
adına.
Yaşamak adına yazıyorum…
Yazmak adına yaşıyorum…