ÖZÜR DİLERİM
—Asker ocağına evli gitmeyeceksin arkadaş. Ben onu bunu bilmem. Bir yandan hasret çekiyorsun, bir yandan la havle… Hele birde küfür etmeye başladılar mı? Hazır bela kapıya dayanıyor. Seç bakalım yarışması gibi. Ya sineye çekeceksin ya da Allah ne verdiyse girişeceksin. Allah'tan ben bekârdım da bir sorun yaşamadım.
.......
Bir ders edasıyla askerlik anılarını anlatıyordu İsmail, üç arkadaşına. Selim, Ahmet ve Zühtü okudukları için henüz askerlikle tanışmamışlardı. İsmail ise teskereyi alalı neredeyse bir yıl olacaktı. Dört arkadaş ilkokulu, ortaokulu beraber okumuşlar, lisede yollar ayrılmıştı. Ahmet ve Zühtü düz liseye gitmişler, içlerinde en çalışkan olan Selim ise Anadolu lisesini okumuştu. İsmail’de meslek lisesini bitirerek kısa yoldan meslek sahibi olmuştu. Arada bir toplanırlar eskilerden ve fakülte hayatlarından bahsederlerdi. Fakülte anıları anlatılırken İsmail hep dinleyici kalır, fırsatını bulduğunda işi askerliğe getirerek dilinin şişkinliğini indirirdi. Bazen bıkkınlık verse de İsmail’i incitmemek için üç arkadaş onu biraz dinler, sonra haydi şu oyunu oynayalım diyerek işi oyun oynamaya çevirirlerdi.
........
O gün yine toplanmışlardı ama bir eksikle. Selim İşletme okuyordu ve dersleri iyi olmasına rağmen iktisat dersi başı dertte idi. Vize ve finallerde başarılı olamamış bütün ümidini bütünlemeye bırakmıştı Bu yüzden harıl harıl ders çalışıyordu ve “bir dahaki sefere inşallah” diyerek gelemeyeceğini bildirmişti. Ahmet ve Zühtü diğer ikisine göre birlikte daha çok vakit geçirmişlerdi. Liseden sonra ikisi de Eğitim fakültesini kazanmışlardı.
.......
Koyu bir sohbet vardı çay eşliğinde ama sohbet Ahmet ile Zühtü arasında geçiyordu. İsmail birkaç kez şansını denediyse de sözü bir türlü ele geçiremedi. İş tam kız meselesine gelince İsmail bodoslama daldı.
—Valla bir gün eğitim bitmiş birliğe dönerken Çavuş birden “Takım kıt’a dur” komutunu verdi. Sonra onu “sağa dön, ileri bak” komutu izledi. Ulan birde ne görelim. Karşımızda bir kız. Mini eteği o kadar kısaydı ki neredeyse…
.......
Hemen araya Zühtü girdi. Ulan amma atıyorsun be. Biz askere gitmedik diye kestiğin raconları şimdiye kadar yedik. Ulan içki içtiniz, yüzbaşının arabasının yakıt deposuna şeker koydunuz, Astsubayı gece kim vurdu ya getirerek dövdünüz. Hiç mi bu asker ocağında iyi bir iş yapılmaz. Nasıl Muhammed Ocağı oğlum orası, diyerek ilk kez İsmail’e patladı.
.......
          İsmail ve Ahmet önce bir şaşkınlık yaşadılar. Bir an sessizlik içinde kaldı oda. Ve İsmail ayağa kalkarak biraz da kızgın bir tavırla  “Tabi ki asker ocağında çok iyi şeyler de yapılıyor. Ama siz ya kızlardan ya da derslerden bahsederken ben sizin havanızı bozmamak için ciddi konulardan hiç bahsetmedim.
.........
“Yine ne yumurtlayacak bakalım.”  Zühtü’nün, Ahmet’in kulağına fısıltı şeklinde bu sözlerini duyunca İsmail ’in beyaz tenli yüzü sinirinden kıpkırmızı olmuştu. Ahmet:

 —Ya ayıp oluyor. Ne oluyorsunuz oğlum biz kardeşiz, arkadaşız lan biz. Selim bir gün gelmedi. Lan birbirinize düştünüz ayıp be vallahi çok ayıp, dedi. İsmail:

  —Bak, Zühtü. Sen beni bu akşam çok kırdın. Şimdi sözümü kesmeyeceksin. Sana bir şey anlatacağım. Asker ocağı ve benim askerliğim hakkında ondan sonra hüküm yürütürsün. Bu anlattığımdan başka bir daha askerlikten bahsetmeyeceğim, dedi ve başladı konuşmaya:

          —Ben bir ara komutan postalığı yaptım. Her ay asker maaşı olarak çok cüz’i bir para verilirdi askerlere. Beş paket birinci cigarası alacak kadar para. Van’ın Gevaş ilçesinden Ömer diye bir er arkadaş vardı. Benim alt devrem. Tertemiz bir yüreği vardı ve çok çalışkandı. Okuma yazması olmadığından çok azda olsa gelen mektupları bana okuturdu. Bu arkadaş evli ve iki çocuklu.  Memlekette bir karış toprağı da yok.Askere gelmeden önce çobanlık yaptığını ve çalıştığı aileye ait bir barakada barındığını bana anlatmıştı. 
........
Bir gün beni çağırdı ve“Onbaşım senin çarşıya çıkman eksik olmaz. Bir işim var. Yapabilir misin?”dedi. Bende “Elimden gelecek bir şey ise yaparım “ dedim. O vakit cebinden bir sürü bozuk para yanında birde kağıt çıkararak bana uzattı. “Burada elli üç lira seksen kuruş var. Şu kâğıtta yazılı adrese bu parayı gönderir misin?” Şaşırdım. Bildiğim kadarıyla Ömer’e hiç para gelmezdi. Birde askere para gelirdi. Askerin para gönderdiğini hiç duymamıştım. Adrese baktım; Van, Gevaş PTT’si yazıyordu. Karısının ismi de vardı adreste. “Ömer, sen bu parayı nereden aldın” dedim. “Biriktirdim onbaşım. Bunlar bu güne kadar bana verilen asker maaşı. Ben burada yemeye içmeye para harcamıyorum. Ama eşimin ve çocuklarımın ihtiyacı var. Hiç olmazsa bir eksik giderir” dedi. Duraksadım, sonra “peki tamam” diyerek yanından ayrıldım.
........
          Yazıhaneye doğru girerken ben ağlamaya başlamışım. İnanın farkında değilim. Bir yandan da yanımda kaç param var onu saymaya çalışıyorum. Tam o sırada Komutanımız Selahattin Binbaşı ile karşı karşıya geldik. Şaşırdım bir an. Kendimi düzeltip selam vereyim derken, elimdeki paralar yere saçıldı. Kep düştü. Binbaşım:

—Hayırdır oğlum İsmail, ne bu halin? Memleketten kötü bir haber mi aldın? Yoksa arkadaşlarınla kavga mı ettin, Komutanlarınla mı bir sorun var. Niye ağladın sen. Sustum. Israr edince;

 —Yok, bir şey komutanım. Sağ olun, diyerek selam verdim. “Yok, yok” dedi. Elini omzuma koyarak “gir şu odaya “dedi ve beni odasına doğru yöneltti. O sırada düşündüm. Ömer’in durumunu komutanıma anlatmalıydım. Beni çok etkileyen o garibanlığı komutanın bilmeye hakkı vardı. O, makamına oturdu ve “seni dinliyorum” dedi. Bende olayı ve Ömer hakkında bildiklerimin hepsini Selahattin Binbaşı’ma anlattım. Çok hisli anlatmışım galiba. Komutanımın arka cebinden çıkardığı mendil ile gözlerini sildiğini görünce kendimi tutamadım. Ayaktaydım ve kafamı önüme eğerek, ellerimle gözlerimi siper ederek ağlıyordum. “Otur oğlum” sesiyle birlikte kapı örtüldü. Selahattin Binbaşı odada yoktu. Korktum. Gözlerimi silip, hemen dışarı çıktım. “Boşaldın mı?” dedi. Özür diledim. Tekrar odaya aldı. Cebinden ikibin lira çıkardı. “Al bunları da gönder” dedi. 

Şaşkınlığım bir kat daha arttı. O şaşkınlığı hemen üzerimden atarak İzin istedim ve doğru Gemlik ilçe merkezindeki PTT şubesine gittim. Şerife Mahralı adına ikibin ikiyüz üç lira seksen kuruşu havale ettim. Çok sevinçliydim. Hiçbir yere takılmadan birliğe geri döndüm. Hemen komutanın huzuruna çıkarak tekmil verdim. “Aferin oğlum. Bundan sonra artık benim postam değilsin. İhtiyaç sahibi eratı tespit ederek bana bildireceksin. Yeni görevin bu” dedi.

 —Bu olayı birlik öğrenince eratın çoğu aldıkları parayı Ömer için geri verdiler. İnanmazsınız ama bir fon oluştu. Birkaç arkadaşa daha yardım yaptık. Ben teskere alınca görevi bir çavuş arkadaş devraldı. Binbaşım ile birkaç kez mektuplaştık. Bir mektubunda, Ömer’in teskere aldığını, fakat memleketine göndermediğini, çocuklarını Gemlik’e getirerek bir ev tuttuklarını ve eşyalar alındığını yazmış ve ilave etmişti. “Ömer’i de Borusan Boru fabrikasına işçi olarak işe yerleştirdik.”  
........
 Sözlerini tamamladıktan sonra İsmail, gayri ihtiyari “baba adamdı şu Selahattin Binbaşım” derken Zühtü, gözlerini silerek İsmail’in boynuna sarıldı ve “Özür diliyorum arkadaşım hem senden hem de Muhammed Ocağından. Binlerce defa özür dilerim.”dedi.

Üç arkadaş kenetlendi ve bir süre öyle kaldılar.

Bu özür, İsmail’in hayatındaki en anlamlı ‘özür’ kabulü idi ve bu özrü severek kabul etti. O günden sonra bir daha hiç tartışmadılar ve arkadaşlıkları daha da kuvvetlenerek devam etti. 

( Özür Dilerim başlıklı yazı HasanYAYLACI tarafından 28.01.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.