Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 18.05.2010
Okunma Sayısı : 4492
Yorum Sayısı : 2
YAŞAM ve BEN

Sarışın bir aşüfte gibi sırıtan güneş
Dansöz kıvraklığıyla süzülüyor penceremden
Odamı aydınlatıp ruhumu karartıyor
Günahkârım, katilim. Çünkü şairim
Tutup sözcükleri boğazlıyorum
Esirimdir sözcükler, emiriyim onların
Aşk sözcüğünü nakış nakış işliyorum yüreğime
Bir hattatın, ressamın titizliğiyle
Aşk! Şairin yaşam gayesidir
Onunla filizlenir şair
Yağmur olup yağar kurak topraklara
Bazen bir dağdır firarileri saklar
Yıldız olup renklendirir gökyüzünü
Garibin heybesindeki bir lokma ekmektir
Denizdeki balık bahçedeki çiçektir
Yalandan da sonra dünyadaki tek gerçektir ŞAİR

Necat USLU / 31.01.2010



“ YAŞAM ve BEN ” ŞİİRİNİN TAHLİLİ:


a.İFADE-İ MERAM YERİNE

Bakmayın çevremi kuşatanlara
Hüznün, yalnızlığın şairiyim ben
Issız ovaların nehriyim ben
İçimde işliyor derin bir yara
Aşkın öldürmeyen zehriyim ben
Bakmayın çevremi kuşatanlara
Hüznün, yalnızlığın şairiyim ben

Ölümü yaşadım ölmeden önce
Bana sonsuzluğu beklemek düştü
Mazide benim de yüzüm gülmüştü
Uyandım, mutsuzluk geri dönünce
Ölümü yaşadım ölmeden önce
Bana sonsuzluğu beklemek düştü
( Nurullah GENÇ – Benim Şiirim )

Elimde sabır timsali, yürek damlalarının mesabesindeki duygular yumağı. Nereye baksam her şeyde bir şeyler arar oldum. Bakıyorum, bakınıyorum ve âlemde aramaya derviş gibi koyuldum. Ne arar, kervanın yolu uzun amma seyahatten gidenler, elemli oldukları yerinde avare. Güneş vuruyor ve benliğime getiriyor şavkıyan şuleler yerinde duygularım dumura uğramışken bahara durmuş dallar gibi canlanıyorum. Sevgili, karşımda duruyor. Benliğimin çaresizliği karşısında heyecan hafakanları yaşıyor duygularım.

Duygularıma, istasyonda kalabalıklar arasında herkesin bir yerlere gönderdiği aşklar yerinde trene düdüğünü ısrarla çalarak kalkış sinyalini veren makinist gibiyim. Sallanan yüreklerin mendilleri gibi oluyorum her bir vagonu penceresinden seyre dalarken hayaller ülkesini. Ne de zor imiş ey kalem yürekli sevdam! Yazamıyorsan bak neler oluyor da ülkemde. Eyvahlar diyesim geliyor her şeyde sabır timsali bekleyişlerini gördükçe. Zaman geçiyor tren katarları misali arkasına kattığı duygularımızla. Binen yüreğim vagonlarda koltuğa gömülü iken sadece pencereden bakınmakla yetiniyorum. Her şey deveran içinde iken ben, neden yerimde duraksıyorum? Benliğim çelişkiler yaşarken, hiçbir şey yapamıyorum ve öylecesine kayıtsızlıkların en alasını yaşıyorum. Bilemiyorum, adını koyamıyorum. Sen gelince hayallerime konuk olduğunda, doğrulmak istiyor ve yüreğimi emanet ettiğim kaleme sarılıyorum.

Nehirler yerinde duygularımla beraber kıvrılıyorum acılarıma eş. Kıvrılıyorum menderesler yaparken aslında yürek acılarımı hapsediyorum azalarıma. Her bir dönüşte başını taştan taşa vurarak ve yüzümü kumlara sürterek ilerliyorum. Neden geçtiğim sarp ve dik yamaçlarda bir o yana bir bu yana gidiyorum? Duygularım da mı kıvrılıyor sevgili elinde? Kalem yerinde pencereden yağan yağmur daneleri satırlardaki yerini almaya doğru kayıyorlardı sessizce ve sensizce. Artık şu kalemi alın elimden yeter mısralarım. Çevremde beni kuşatan hayaller aleminin tek bendesi olarak yüreğim bir Don Kişot yerinde koşturmakta. Hayali ülkeler peşinde koşturmaktayken sensizlik olmuyor. Yıldızlar parlıyorken gökyüzünde senden yansırken, bilsen şimdi nerelerdeyim? Çılgın geceler dost edinmişken benliğime, duygularımın rengi solmaya başladı ışıyan yıldızlar altında. Yüreğim kan ağlıyorken hasretlikler bitmek bilmiyor. Issız, ıpıssız kumlar üzerinde vahalarla yarışıyorum. Çünkü beni, bana anlatan kalemime en iyi itirafları onlar yapıyordu.

Burcu burcu kokan duygularım vardı bir zamanlar seni bekleyen çiğ taneleri üzerinde. Sabahları görünüp, sıcaklığında buhar olan kalem yazmaları. Neden bir kırmızı, bir mavi yazıyor bu kalem biliyor musun? Sensizlik ıstıraplarında rengini kaybeden geceler misali koyu karanlıklar koynuna gömüldüğümden olsa gerektir ki ürküyorum. Ben, akmayan gözyaşlarının esiri olmak istemiyorum hüzünler boynumda kement gibi atılmışken. Dudaklarım kalemler rengine “seni severdim” fısıltısını haykırırken sen hangi gecenin koynundasın?

Ben bir şairim, buradan haykırıyorum. Kalemimin efendisiyim sayfaların altın kakmalarına inat edercesine, kimlerle aşkattığımı bilerekten. Pişmanların en büyüğünü duyup iliklerinde lime lime hissedip tövbe kapılarını aşındıran Âdem’i, asaların saraylı efendisi Musa’yı, kuyuların efendisi Yusuf’u, ateşlerin selametli cömert efendisi İbrahim’ini, sadıkların engin yürek bendesi İbrahim’lerini, havarilerin Mesih’ini, bıçakların İsmail’ini ve mürekkebimin bitme ve tükenme noktasına ulaştığı satırları ben dile getirdim ey sevdam. Örümcek ağlarıyla sarmalanmış olarak güvercin yürekli yufka mağaralardan çıkıp, en nihayetinde çağrılarla karşılanan kutlu Nebi’nin çilesini, ıstırabını da dile getiren yüreğim. Senin adınla bu sevda kervanlar ardında hanlar ve çetin meşakkatli çilelere katlandı.

Ey sevdamın kan tutan sızlamaları, ben var ya… Ben, yüreği bazen hikmetlerini etrafa saçan bir Ahmed-i Yesevi; etrafındaki susamış yüreklere hakikatlerin esintilerini nefheyleyen Edip Ahmet; ara sırada gerçek aşığına ulaşma adına Tebriz yollarından aşığın maşukunu mum misali eriyip tükenme noktasında bekleyen bir Mevlana; çadırı önünde yüreği karlı dağlar yerinde yüce, engin ufuklu Osman’lara nasihatler veren Şeyh Edebali; her şeyini dilinde “arayı arayı bulmak” uğruna meşakkatlere katlanan dosdoğru Aşık Yunus; saltanatın büyülü hengamesine kapılmadan benim gibi yüreği Zigetvar önlerinde giryan olarak aşk ateşiyle kavrulan Muhibbi; lale, sümbül dolu zevk ve eğlence iklimlerinin bünyesinden sıyrılarak katre-i matemlere denk düşecek yerinde Nef’i; alemi islamın derdiyle hemhal olmak uğruna katarlarda kendisine ayrılan kompartımanlarda hüzünlere gebe bir yüreğin her bir ilerleyişinde duyduğu uzaklaşma duygularının sarmal sahibi Akif; diyarım Anadolu gezintilerinde Çifte minarelerinin önünde boy verirken, Bursa şadırvanlarında akan zamanların tercümanı Tanpınar; bedava kelimesini nasırla birlikte esrarımda yoğurmaya gayret gösteren Orhan Veli; ve daha nice yürek sahibinin adı olmak benim kaderimde.

Ben, sen duygularla haykırmak istiyorum;
Ben ozanım, şairim ağam.
Kalemim yüreğim heyecanlarına yük.
Ben satırlarımla haykıracağım.
Satırlarım ise duygularım kadar büyük.

Hep senden yanadır çektiğim kahır
Bu senin mısralarında, senin gölgende
Düşmesin duygular, kirlenmesin yürekler
Korkum yok ölümden, vefasızlıktan kor yana
Alacaksa alsın beni mısralar, satırlar.

Mısraların bencesi işte böyle bürünüyordu şekilden şekle. Demiştim ya ben şairim. Yüreğimden akan damlalar bahar yağmurları gibi ışımalar ardında inci inci ışıldamaktaydı. Çevremin kuşatılmışlığı hengâmesinde bile duygularımla yapayalnızım. Adeta etrafım muhkem kaleler misali satırlarca çevrilmişken kalemimin ucu renkten renge boyanmakta. Bir ressam gibi yüreğimin gözüyle temaşa ettiklerini şiirimin edasıyla havanın alacası altında yazmak gayretindeyim. Çabalarım Mecnun misali çöllerde kervanlar uğurlarken Leyla’nın ismiyle her şeyde hemhal olma gayretini sezinlemekteyim. Dil ucunda pelesenk olmuş mısralar sıyrılırken esaretlerinden;
Esir-i firkat-ü hasret idiler dar-i dünyada
Müyesser kıldı Mevla, vuslatı bu dar-i ukbada.
Çöller yerindeki duygularımın kervancı başı iken nasıl katedeceğim meşakkatli yolların telaşını ve emanetini taşıma ağrısını yaşamaktayım.

Sonsuzluk kervanının peşinde bir kıtmir misali ilerlerken yıllarca hayalinle olmak gayretindeyim. Senin adına şiirler dizme amacıyla Kafdağı ardında Anka kuşuyla iz sürerken Belkısların yürek sahibi Süleymanlar (as) tahtında solunmakla yetineceğim esnada dil ucundan kerteler yerinde mısralar;

Her visal bir firaka gebedir
Her firak, aşkı alevlendiren bir şu’le
Bir anlık sohbetin ömre bedeldir
Her anı firkatin, bir kızıl lale
Gel artık sultanım, kulunu şad etle
Aç da bak, döndü sadrım lalezare
Gel,
Koyma beni canlı canlı mezare
Daha vakit var deme
Baharı erteleme
Vakit dar sultanım
Gel, etme eyleme!

sözcükleri olup dökülmekte abı hayat damlaları gibi. Değdiği yerlere hayat sunan şiirleri benim sevdam yazdı. Satırlarda rakseden sözcükler cümbüşünde seyre dalıyorum. Boğazımdan düğümler birer birer sökülürken, etrafta toprağın uyandığı hissine kapılıyorum. Kapılıyorum, çünkü yüreğimin kaskatı kesilmiş benliğine inşirahlar sadır olurken, birden silkiniyorum, uyanıyorum. Yeni bir günün müjdesini duyuyorum. Şiirler ve şairler adına yenibaharların sükûn etmeye başladığını görmek uğruna katlanılan bunca çilelere değdiğine inanıyorum. Bahar emareleri etrafımda başlamışken neşv-ü nemaya ben, satırlardan kayarak yüreği şiirleri mesabesinde uzun ve biteviye devam eden Necat Uslu’ nun “Yaşam ve Ben” şiirine bakıyorum. Şiirde şafak emareleri gibi günün ilk ışıkları adına şairimden mısralar temaşa etmekteyim. Tam bu arada yüreğimin duygulanmalarına eş olduğu üzere şiirimizi incelemeye koyuluyorum.

“ Yaşam ve Ben ” şiirimizi biçim ve içerik olarak ele almaya çalıştığımızda karşımıza ilk bakışta biçim özellikleri olarak şu satırların çıktığına şahit olmaktayız:



b.BİÇİM

Şiirin görünürlük özellikleri açısından ele aldığımızda serbest tarzda yazıldığı görülmektedir. Orhan Veli ve devamı niteliği mahiyetindeki şairler tarafından benimsenmesi mahiyetindeki bir akımın devamı niteliğinde. Duygularına günlük konuşma sürerliliği içerisinde farklı bir hüviyet kazandırmaya çalışan ve okuyanda farklı bir hava oluşturarak diyarı gurbet memleketlerde seyr-i süluk ettirme serüveni taşıyan yüreği enginlerin tercih ettiği bir ölçü olmuştur. Aslında bu serbest tarzın tercihinde görünürde bir serbesiyetlik göze çarpsa da farklılıktan öte bir iç ahengi sağlama gayretinin sonucu olarak iç kafiye varlığı görülmektedir. Şiirde tek bir duygu bütünlüğünün varlığı dolayısıyla farklı duyguları barındırmasına karşılık şairi Necat Bey tarafından tek bir bütünklük gözetilmiştir.

Şair, şiiri oluşturma serüveni içerisinde kendisini ve kendi gibi yüreklerin duygularını açıklama gayretindedir. Her şeyi mübah gayretinde göstergelere yüklemektedir suçların en büyüğünü. Burada bir şairin kelimelere olan vurgunluğundan, aşkından, hasretinden, iç geçirmelerinden bahsedilmektedir. O, sihirli bir halı üzerinde diyarı alemi tefekküre çıkmış ona bir hayal ülkelerinin efendisidir. Şairlerin göstergelere yükledikleri manaların nerelere varacağı konusunda dem vurmaktadır.
Gerçek olan budur. Tarihin tozlu bir o kadar da silinmez izler bırakan varaklarında Cahiliye devri insanları ararsında bile şairin ne denli saygın bir konumda yer edinmiş olması hatırlanmalıdır. Kabe’nin duvarına asılan en güzel ve etkileyici şiirler bir sene asılı kalarak “Muallakat-ı Seb’a” unvanıyla anılırlardı. Bu şairin toplum düzeyindeki itibarı hakkında söz söylemeye yeter bir kanıttır. Yunus’un ifadeleriyle pekiştirilen bu düşünce,

Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz

dörtlüğünde de tasdiklenmiştir. Tarihin geçmiş dönemlerinden günümüze kadar ki dönemde bile şair bazen elinde sazıyla diyar diyar dolaşırken kıraathanelerde (kahvehane !) gönülleri şad etmesini bilmiştir. Bu ozanın adı bazen Ferhat iken bazen de Kerem olmuştur. Bazen bir sözcüğü için yıllarca sabırla beklemesini bilen bir Yahya Kemal olurken, bazen günlük konuşma havasında gelişi güzel çıkan sözcüklere şiirsel etkiyle farklı bir hava kazandıran Orhan Veli, bazen de yüreğinin engin cesaretinden kaynaklanan hiddetiyle taşı gediğine koyma noktasında kısa ama öz mısralar dizme salahiyetine ermiş Sultanu’ş- Şuara Necip Fazıl olmuştur.

Burada şair kelimesi etrafında şekillenen ve farklı bir havaya girerek şairin dünyasından kesitler sunan mısralar görülmektedir. Şiirlerin neredeyse dayanak noktası haline gelen tek kelimelik sözcük “AŞK” şiirde vurgulanma ihtiyacı hissedilmiştir. Hayatın içinde mana kazanan her şey şairin prizma dünyasından geçerek gerçek renklerine bürünmektedirler.

Şair, günlük konuşma havası içindeki göstergelere okuyucu üzerinde etki etmesi mahiyetinde değerler katmıştır. Dış dünyayı anlamlandırma ve ona bir vücut kazandırma gayretinin şaire özgü ilham kaynağı olarak görme ve değerlendirme gayreti şiirde hissedilmektedir. İmgeler dünyasında şekillenmiş bir şiir olarak görmekteyiz. Her bir kelimeden farklı farklı yorumlar çıkartma düşüncesi mısralara yayılmıştır.

Şiirdeki sembolistlerin etkisinin ön planda olduğu anlaşılmaktadır. Akım olarak düşünce ve duyguların aklın denetimine girmesine karşı çıkılarak her türlü sanatsal baskıyı bir yana atarak hayallerin alabildiğince özgür olmasını savunulduğu görülmektedir. Duyguları ifade için sembolik unsurlar ön plana çıkarılmıştır. Bu bağlamda sembolizm akımının ağırlıkta olarak şiirde yer etmiştir. Sembolizm akımının bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçladığı bilinir. Simgecilik, geleneksel Fransız şiirini hem teknik hem de tema açısından belirleyen katı kurallara bir tepki olarak başladı. Sembolistlerin simgelerde şiiri açıklayıcı işlevinden ve kalıplaşmış bir hitabetten kurtarmayı, insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları betimlemeyi amaçlamışlardır. Simgeciler, dile getirilmesi güç sezgi ve izlenimleri canlandırmaya, şairin ruhsal durumunu ve gerçekliğin belirsiz ve karmaşık birliğini dolaylı biçimde yansıtacak özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla varoluşun gizemini aktarmaya çalışmışlardır. Benzer bir yapı tercihinin şiirde de ön planda olduğu görülmektedir.



c.DİL-ÜSLÛP

Şiirde günlük konuşma diline yüklenmiş şiirsel bir eda hâkimdir. Standart dil merkezli bir dil tercih edilmiştir. Sosyal hayat tabakası içerisindeki geniş halk kitlelerinin anlayacağı ve gündelik yaşamda kullandığı göstergelerin şiirde tercihen kullanıldığı görülmektedir. Şiirde aslında duyan ve duygularıyla bir şeyler kanıtlama gayreti içerisindeki bir şairin dili kullanış biçimi görülmektedir.

Şair, şiiriyle aslında belirli bir kesimin duygularına ses verme gayretindedir. Şairin dünya görüşüne ait göstergelerin mana, boyutu hakkında bilgiler vermektedir. Dilin, şairin temel belirleyici esaslarından olduğu düşünülürse, şiirdeki bazı göstergelerin tercihi, kullanılış biçimi, imgelere yüklenen anlam özellikleri açısından dil kullanılış biçimi ayrı bir üslup özellikleri açısından karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan şiirde noktalama işaretlerinin tercih edilmediği görülmektedir. Bu bir eksiklik olsa da şairin tercihi aşamasında bir noktadır. Divan ve halk şairlerinden farklı olarak serbestliğin varlığı noktalama işaretlerinin kullanılmayışı açısından görülmektedir.

Şairimiz mısralarda somut kavram ve algılarla soyut ve öznel kullanımlarının tercihi ön plandadır. Adeta göstergelerin somutluğu soyutluğu etrafında şekillendirilmeye çalışılmıştır. Bunu sağlayan ve dikkatlere sunmaya çalışan şair, “odamı aydınlatan ve ruhumu karartan güneşin şuleleri” ne somutluktan sıyrılarak soyutluk özelliği yüklemiştir. Şiirde göndergesel anlamlı sözcüklerin mecazi boyutunun tercihi ön plandadır. Yani somut manalı göstergeler aslında soyut anlamlı bir ifadenin etrafını çerçevelemektedir. Burada karşımıza imge özellikleri çıkmaktadır. Herkesin vicdan ufku, gönül enginliği, his zenginliği farklı farklı olduğundan, duygu, düşünce derinliği, varlık ve hadiselere bakış zâviyesi, duyup hissettiklerini yorumlaması, üslûbu, sözü ve nağmelerinin de farklı farklı olması normaldir.

Bu açıdan kişiselleştirme yapılarak benzerlik kurulmaya çalışılmıştır. İnsan ruhuna ve
benliğine yakınlığı açısından güneşin kuşatıcılığına karşın, ona farklı bir fonksiyon yüklemiştir. Güneş adeta, hayata inat edercesine başkaldırış niteliğinde aşüfteye ve dansöze benzetilmiştir. Bu şairin görmek istediği açıdan bakmasıyla ve yaklaşmasıyla mümkün olmuştur. Sözcüklere de yine insan mahiyeti kazandırıp, tüm olumsuzluların kaynağı olarak gösterilemeye çalışılması ve hedef tahtasına konulması biraz tartışılmaya müsaittir. Şair, şair olduğu ölçüde sözcüklere muhtaç olduğundan onlarsız yapamamaktadır. Gecenin mahiyeti gündüzle, güzelin mükemmeliyeti çirkinle denk düştüğünden sözcüklere bu kadar keskin bir varsayımla yaklaşmak şair açısından, sevgilinse ihanetle suçlanan bir aşığın vaziyetine, benzemektedir.


Bu açıdan şiir, şairin her bir göstergeye yüklediği değişik manalar mahiyetinde önem arzetmektedir. Şiirde göndergesel anlamlı sözcükler olarak, “pencere, sarışın, oda, aydınlık, katil, günahkâr, şair, sözcükler, hattat, ressam, yağmur, toprak, dağ, yıldız, gökyüzü, ekmek, balık, çiçek, dünya, vb.”. Bunların yanı sıra göndergesel anlamın tersi olarak kelimelere yüklenen mecaz anlam olarak karşımıza, “sırıtan güneş, dansöz gibi kıvrılan, sözcükleri boğazlamak, esirim sözcükler, sözcükleri nakış nakış işlemek, filizlenen şair, gökyüzünü renklendirmek ” çıkmaktadır.

Dil sapmaları oldukça fazla görülmektedir. Bu sapmalar şiire farklı bir hava katmıştır. “Aşüfte gibi sırıtan güneş, sözcükleri boğazlıyorum, esirimdir sözcükler, bazen bir dağdır firarileri saklar, renklendirir gökyüzünü, denizdeki balık, bahçedeki çiçek, dünyadaki tek gerçek. ” Bu dil sapmaları şairin göstergeler ne kadar nüfuz ettiğini ortaya koymaktadır. Bir anlamı gün ışığına çıkarmak için imgelerden daha iyi bir yol olmadığından olsa gerektir ki aynı şekilde bir imgeyi gün ışığına çıkarıp okuyucusunun huzuruna sermek için de göstergelerden daha iyi yöntem yok gibidir. Biz burada imge ve söz ilişkisinin nasıl iç içe oluştuğunu görmekteyiz.

Şiirde tamlama gruplarının oluşturduğu gösterge öbeklerinin varlığı da görülmektedir. Ad tamlaması olarak karşımıza, “Dansöz kıvraklığı, aşk sözcüğü, hattatın, ressamın titizliği, şairin yaşam gayesi, garibin heybesi ” öbeklerinin tercihen kullanıldığı görülmektedir. Önad tamlamaları olarak daha fazla gösterge öbeklerinin kullanıldığı görülmektedir. Bunlar “sarışın aşüfte, sırıtan güneş, kurak topraklar, bir lokma ekmek, denizdeki balık, bahçedeki çiçek, dünyadaki gerçek, tek gerçek ” gibi öbeklerin sık sık şair tarafımdan tercihi bu göstergelerin şiirsel söyleyişe yaklaştırılmasından kaynaklanmaktadır.

Şiirde cümleler devrik kullanımlı olarak tercih edilmiştir. Bazı cümlelerde eksiltili cümle kullanımı veya iki, üç mısrayı bir cümlede birleştirme olarak görmekteyiz. Burada cümlelere değişik bir etki katma gayreti görülüyor. “Dansöz kıvraklığıyla süzülüyor penceremden / Esirimdir sözcükler, emiriyim onların / nakış nakış işliyorum yüreğime / Bir hattatın, ressamın titizliğiyle / Onunla filizlenir şair / Yıldız olup renklendirir gökyüzünü ”.

Şiir serbest vezin ölçü alınarak yazıldığından biçim olarak kafiye uyumu yoktur. Fakat dış kafiyenin yanı sıra iç ahengi sağlama adına iç kafiyeye önem verilmiştir. Çünkü devrik yapılı ve eksiltili cümleler şiirde belirli bir düzende yer aldığından ahenk sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda şiirde kelimelerde ses yinelenmeleri yapılarak uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Kafiye düzeni sağlanırken bu sesli ve sessiz ses yinelenmelerini görmekteyiz. Şiirde aynı sessiz harflerin mısralarda ahengi oluşturma adına tekrarlanmasıyla oluşan “aliterasyon” özelliklerine baktığımızda şiirde harf özellikleri açısından kulağa yumuşak gelen kelimelerin kullanımını görmekteyiz. Şiirimiz 75 tane göstergeden bütün bir şiirdir. Bu kelimelerin aliterasyon özellikleri açısından “ k (29), s-ş (28), l (25), m (18), r (49)” sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra şiirde aynı sesli harflerin tekrarlanmasıyla oluşan “asonans” ses ahengini de şiirde ele aldığımızda “ a (55), e (35), i (49), ü (18)” sesli harf özellikleri kelimelerde kullanılmıştır. Bu özelliklerden yola çıkarak şiirin, sesli harflerin ağırlıkta olarak yumuşak sessizler etrafında şekillendiğini görmekteyiz.



d.TEMA

“ Yaşam ve Ben ” adlı şiirimizin ele almaya çalıştığımız bu biçim ve dil-üslup özelliklerinin yanında, içerik özellikleri açısından ele alıp incelemeye çalıştığımızda şu özellikleri karşımıza çıkmaktadır:
Yüreği yaralı, aşk derdiyle muzdarip olmuş ve sözcüklerinin esiri yerinde söz dinletemeyen duyguların isyanlarına şahit olmaktayız okurken satırları. Sanki isyan eden bu sözcükler dizesini satırlarda ameliyatı cerrahiyeden geçirdikten sonra şiir bütünlüğünde takdim etmektedir. Şiiri bir bütünlük arzetmesine karşılık anlaşılması ve daha iyi irdelenmesi adına iki bölümde ele almaya çalışmak uygun olacaktır.

İlk mısralardan itibaren açıklanmaya çalışılan “şair ve aşk” sözcüklerine neden tanıtılıyor ve hangi yönlerden şairimiz dikkatleri toplanamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda şiirin başlığını hareket noktası sayıp şiiri incelemeye tabi tuttuğumuzda sorularımız cevabını bulamaya, aydınlanmaya başlayacaktır. Şiirde özellikle de son mısranın son sözcüğü olarak vurgulanan “ŞAİR” sözcüğünün alt yapısını oluşturan bir şiir karşımızda. Bütün mısralardaki sözcükler bu sözcüğün mana kazanmasına yardımcı unsurlar gibi durmaktadır. Şair olarak vurguladığı kişiyi de yine başlıktaki “BEN” sözcüğüyle bilmekteyiz. Adeta mısralarda anlatılan dünyaların şekillendiricisi olan kişi olarak şairimiz Necati Bey çıkmaktadır. Şiir yazarken ki ıstırapları, hafakanları, iç sancıları satırlarda yer edinmişlerdir. İlk satırlar olan başlığımız “Yaşam ve Ben” sözcükleri içeriği özetleme yerinde olduğundan seçilmesi yerindedir.

Sarışın bir aşüfte gibi sırıtan güneş
Dansöz kıvraklığıyla süzülüyor penceremden
Odamı aydınlatıp ruhumu karartıyor
Günahkârım, katilim. Çünkü şairim
Tutup sözcükleri boğazlıyorum
Esirimdir sözcükler, emiriyim onların
Aşk sözcüğünü nakış nakış işliyorum yüreğime
Bir hattatın, ressamın titizliğiyle

Hayatın kaynağı noktasında güneş ön plana çıkarılmıştır. Adeta şairimiz şiir, “işte böyle benim vazgeçilmez bir unsurum olarak hayatımın parçasıdır” vurgusunu yapmaya çalışmıştır. Her şey zıttıyla değer ve mana kazandığından olsa gerek kâinatın kaynağı olan güneş şuleleri farklı bir biçimde aksettirilmeye çalışılmıştır. Aslında şairimiz, şiir işte öyle bir sanattır ki ulaşılamaz ve her şeyi çepeçevre kuşattığını bildiğimiz bir nesneyi bile böylesine çirkef hale getirmekte öylesine ustadır ki yapacağınız bir şey yoktur. İşte bunun mimarı da benim. Çünkü sözcükler benim dimağımda can bularak şekillenir ve okuyucuya ulaşır. Güneşlin gün içindeki deveranı ve yeriyle birlikte biçimini de değiştirmesi oynaklığı dansöze benzetilmiştir.

Bakış açısı. Bakan, baktığı mana boyutuyla etrafını şekillendirir. “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de haytan lezzet alır” düsturuyla hareket etmek gerekirse, hayatı nasıl görmek istiyorsak çevremiz o şekilde biçimlenmektedir. Burada Mevlana’dan bir nükte, taşı gediğine koymak yerinde, almak yerinde olacaktır:

“Mevlana Hazretleri her gün mum misali erimeye başladığı Şemsi Tebrizi’yi bekleme yolunda bir muştu beklemektedir. Gözleri yollarda, kan revan beklerken günlerden bir gün bir Ermeni, Mevlana’ya bir şaka yapmaya karar verir.
Hazret, bana sırtındaki cübbeni verirsen ben müslüman olacağım der. Mevlana Hazretleri hiç dinlemeden sırtındaki cübbesini verir. Fakat arkasından ağza alınmaz laflar sarfedince, müritler Hazrete yalan söylediğini, o insanın yalancının birisi olduğunu söylediklerinde ise yine Mevlana’ca bir ifade beyinlerde şimşekler misali şakıyarak yer eder: Biz de biliyoruz. Ben onun yalan söylemesine o cübbeyi verdim. Eğer doğru söyleseydi değil cübbemi canımı verirdim. ”


Söylenen sözcükler bazen o kadar tesirlidir ki yapacağı etkiyi tahmin edemezsiniz. Atılan ok nasıl ki geri dönmez ve söylenilen her sözün ölçülüp biçilmesi ve ona vücut bulması gerektiği üzerinde şairimizce vurgulanmıştır.
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Bir sözle yıkılan ve tamir edilmesi çok meşakkatli ve zor olan kalplerin ihyası adına sarfedilen sözlere dikkat edilmesi gerektiği vurgusu üzerinde durulmaktadır. Bu yapılanları da yine normal görmektedir. Çünkü o sözcüklerin efendisi olarak istediği biçime alma hakkına sahiptir. Bunun gerekçesi olarak da şair olması öne sürmektedir.

Sözcüklere bir ressam yerinde fırça darbeleri vurmakta ve bunlar artık tablonun gittikçe derinleşen manasını şekillendiren biçimlerdir. Şairimiz sözcükleri esaretin bedeli olarak evirip çevirmekte ve yüreğinin nağmeleriyle şekillendirmek gayretindedir. Şairin veya ozanın durumu edebiyatta, romancı veya hikâyeciden farklılık arzetmektedir. Romancı olay örgüsündeki kişilerin dünyasına göre sözcüklerin seçiminde hareket etmek zorunluluğunda iken şairin böylesi bir durumu söz konusu değildir. O sözcüklere yeni hayatlar nefheyleyen bir sözcük sarrafıdır. Kuyumcu titizliğiyle eline aldığı sözcükleri yeniden kanatlandırır. Adeta beyan üstadı söz sahibidir.

Onun vazgeçilmez sözcüğü “AŞK” tır. O bütün bunları bu sözcüğün büyülü dünyası altında gerçekleştirir. Bunu bulan nice sevdalı ona ait terennümlerini dile getirirken, “Aşk imiş her ne var âlemde / İlim bir kıyl ü kal imiş ancak ” beytini dile getirmeyi yeğlemiştir. Bütün kelebeklerin etrafında pervane olup döndükleri mum gibi, edebiyat dünyasının sahibi kelam üstatlarının da etrafında şekillendirdikleri şiirlerinin kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tek hecelik üç harf, hayatı anlam boyutunda sınırlar gezdiren büyülü hazine kaynağı.

Aşk! Şairin yaşam gayesidir
Onunla filizlenir şair
Yağmur olup yağar kurak topraklara
Bazen bir dağdır firarileri saklar
Yıldız olup renklendirir gökyüzünü
Garibin heybesindeki bir lokma ekmektir
Denizdeki balık bahçedeki çiçektir
Yalandan da sonra dünyadaki tek gerçektir ŞAİR

Çiçek susuz; gül, bülbülsüz; Mecnun, Leyla’sız; dünya, güneşsiz bir değer atfediyor mu? Biri diğersiz düşünülüyor mu? Cevabın kesinliği arkasında “yok, hayır, değil, olmaz, düşünülemez, yok daha…, vb.” edatları ardı sıra sıralayan cevaplar yumağı. Bülbülün uğruna canını verdiği, bağrını kanlı dikenlere vurup, aşkıyla yeniden filizleneceği umuduyla feryat figan edercesine ayrılık tohumlarını toprağın bağrına saldığı sözcükler…

Şairdir, kurak topraklara yeniden canlılık üfleyen simyacı. Hayatın iksirini bulan ünlü simyager. Onun işi o kadar incedir ki gelişi güzel bir iş addedemezsiniz yaptığı uğraşıyı. Bir sözcük uğruna yıllarca beklemeyi göze almıştır o, çıktığı bu çetin yolda. Sabırla meyvenin pişeni tatlı olursa o kadar bekleyecektir.

“Bazen bir dağdır firarileri saklar” şairin işinin adını koymuştur. Dağlar kadar yüce, aşılması imkânsız ve bağrında volkanları barındıran ve her an patlamaya hazır bir yanardağ vardır onun yüreğinde. Her şey ona hastır, oncasıdır söylediği sözcükler. Kimse bulamamıştır onun söylediği ve daha nice söyleyeceği ifadeleri. Kelimeler onda farklı farklı şeklerde terennüm eder. Alvar İmamı gibi haykırmak geldi içimden satırlar akarken yolunda: “Ballar balını buldum / Kovanım yağma olsun.” Hayatın bencesi benim yüreğimde saklı sözcüklerde yeniden dirilir.


Ey şairim! Sen bu kadar kelamdan sonra söyleyecek söz bırakmadın da ben bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorum. Takatim tükendi, dilim kurudu, banmak istiyorum son kez senin aşk deryana. Yüreğimi kanan kana sulara bandırmak uğruna katrede ummanlar buldum adeta şiirimde. Kanatlanan yüreğim bakalım şair ruhlu endamın şiir dalına konacak? Konacak elbet daha ne yapsın, takatimiz, yüreğimiz, kelimelerimiz kalmadı. Kelimeler artık kifayetsiz kaldı çünkü.

Ey şiirimizi okumaya yeltenen kişi, şair ruhluysan anla beni emi…

HER ŞEY SENDE GİZLİ

yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatların çırpındığı kadar hafif…
kalbinin attığı kadar canlısın
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
sevdiklerin kadar iyisin
nefret ettiklerin kadar kötü...
ne renk olursa olsun kaşın gözün
karşındakinin gördüğüdür rengin...
yaşadıklarını kar sayma:
yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün…

gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi, sevdiğin kadar
sevileceksin.
güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin...

işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebektir
ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN...

( Can YÜCEL )


ÖMER BATI
17.05.2010 - Gaziantep
( Bir Şiir Tahlili Yaşam Ve Ben Şiiri Necat Uslu başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 18.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.