Süslü bir imgenin telaşındaydı şafak
doğmazdan önce:
Ölümün ve yitimin güncellendiği
paspal bir ışık dilerken semadan ve işte ansızın sönen sokak lambasının vedası.
Işıyandı gece üşüyendi şiir…
İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin
iki yüzü ne de olsa s/onsuzluğun minvalinde ne çok yüz eşlik ediyordu maskenin
altından tüten duman ve kopan o vaveyla iklimlerden şık bir kış masalı dikerken
şair bahara kucak açan şehrin sevdalısı o iki yaka.
Açık vermeden sevmek mi?
Arşı alaya çıkan bir renk miydi yoksa
kara gecenin feryadı ebemkuşağına rest çeken illa ki ve işte nüvesi ömrün
nemalandığı kadar karanlıktan değil soğuktan hiç değil bilakis sevdiği kadar
sevilmediğine delalet iken şairin içinde çıkan ve anbean büyüyen yangın.
Tanrısal bir hezimetti kara deliğin
nidası.
Beşeri bir aşkla donanmış olsa bile
ne ki bir insanın diğerine çağrısı.
Önseziler.
Ön sözü ve de.
Özveri ile dikiş tutturamayan şairin
mintanındaki sökükler ile.
Rugandan dili ölümün ve bekası
hüznün…
Karaçalı misali sevginin beyanatı ve
minvali ve kök söktüren bir gün.
Aşüfte rüzgâr kolaçan ederken
arkasını ve şair de düşmüşken yola baş koyduğu minvalde seken bir kuş gibi
kanadına konan kelebek ömürlü şiirler gibi kayrasında yalnızlığın ve işte o
haşmetli sevda: Rabbine dönük yüzü bir koşu ermekse en üst Makama, hali hazırda
çat pat söktüğü bir dil olmazken sevda ve aşkın mefkûresi sözcüklerin dizisi
şairin dizleri çözülmüşken ne ki ne, binlerce dizenin esefle söylendiği.
Renkler süzgün adeta bir ren geyiği
sürgün edildiği coğrafyalardan güne kavuşma telaşı ile boynuzlarken zamanı ve mekânı
oysaki şair de şehir de zamansız ve mekânsız aşklara açmışken kollarına.
Kâh fısıltı.
Kâh bir nara.
Kah fişek.
Kâh çekilen fişi sözcüklerin.
İmbatın çağrısı ve bir imdat freni
bastığı yaygarayı alaşağı ederken sonlanmayan gizi sevdanın.
Hörgücü hüzün yüklü meali de.
Haşmetli bir derya mabedi de.
Öksüz iklimlerden firar eden
yapraklar ve rüzgâr ve matem nasıl da mahrem duygular esefle kâinata ve yaşama
eşlik eden.
Sıdkı sıyrılmışken bir kere ve
siyahın göçü iblisin öcü…
Sureler ve hutbeler bir bir dizili
şairin yüreğinde.
Andığı kadar Allah’ını.
Bandığı kadar sevdayı şiire.
Bir metafor bir mizansen bir milat ve
de dolan miat.
Karıncalar gibi çalışkan ağustos
böceğinden de yok iken farkı öncesinde.
Ve işte neyse öykündüğü varsa yoksa
şiir yazılası nice öyküye öncü.
El pençe divan kadere.
Yüzü suyuna hürmeten aşkın nefesine
sığınan bir şaşkın adeta.
İzahı güç imhası güç ifası güç.
Ölümle dans ettiği meyyalde ve işte
yüreğinden söküp atamadığı anne sevgisi nasıl ki şiarı her anın her anının da
b/ölücü gücü soyutlandığı kadar hayattan ruhuna en yakışan mintan elbet
sevginin gücü birleşti mi de anne yüreği ile.
İklimlerden kış.
Ruh ise adeta bir nakkaş.
Seyyah sözcüklerin seferberliğinde
telaşla yaşadığına tek şahit iken Tanrı.
Son sözün fermanı oysaki son söz
henüz bağışlanmadı bağrına b/astığı kadar umudu en çok üşüyen şairin ruhu
bedenini angaje ettiği bir fasılda yüreğini temsil eden her fısıltıda için için
yakardığı elbette Huda’sı…