‘’elleri vardı, siz bilmezsiniz
ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı
şubattan kalan bir gece yarısıydı sanki bütün caddeler
yine yenik ve gazetesiz ayrılıyorduk bir çağdan
çağın canı cehenneme
cennet nereye düşer şimdi
annesinden dayak yerken sorunca çocuk…’’(Alıntı)
Çentik attığım bir çizelge adeta Ocak’ın yaslı
yüzünde saklı yaşlarım: kaç ocağa düştüyse artık ateş ve işte yangını başlatan
o kıvılcımın devamıyım.
Müsterih ol, anne!
Diyebilmenin iklimi idi dualarım ve tevazu
yüklü göğün salkım saçak bulutları…
Ben miydim resmeden hayatı?
Bendim ben recim edilen.
Meylettiğim güzel ve aydınlık günler misal ve
işte ve işte nabzını tuttuğum zamanın o devasa efkârı Şubata meylettiğim gün
yüzü görmek adına geceyi kapıdan kovup da bacadan giren rüzgârı men ettiğim.
Leylim.
Ey, sevgilim…
Lütufkârım bazen gazabım bazen yalnızlığın
haznesinde saklı bir hazine adeta af dilediğim Rabbimden arz ettiğim yüreğim
üstüne ant içtiğim ekmeğin her kırıntısına şükrettiğim ve nasıl da minnettarım
Rabbime konuşlu olduğum gök kubbenin fedaisi bir bulut yerkürenin siyahi rüzgârı
gönlün fermanı dikilesi söküklerim dilemması hüznün ve güneşin sarı benzinde
açan bir çiçek gibi bazense tohuma kaçan geçkin aşkların mezarında baş veren
bir fidan nasıl ki ölenle ölünmüyordu buna rağmen miladi takvimde konuşlu iken
o rakam bense İlahi Rakımda ulaşılası sonsuzluğun tavında tavaf ettiğim kadar kâinatı
kâfi olmadığı kadar da vardı hani çektiğim yükün ağırlığı.
Bir komutan edasıyla komut veren kalbim.
Aşkla yeşeren yalnızlığın yaşaran gözlerinde
saklı umudun bam teli.
Hazzı değilken yaşamın.
Haiz olduğum acıların hünkârı.
Ve hükümranlığında Rabbin yeter ki korusun
beni şerrinden tüm canlıların.
Ya, ben?
Yakut gözlerinde annemin teselli bulduğum…
Ya, siz?
Konuşlu olduğum cihanda kalemim ses olan ve çarpan
kalbimin gümbürtüsünde asılı bir koza bir koz bir kazı bir kesir bir renk bir
sıfat…
Neydim ben?
Neye meylettiğimden ziyade neyden ibaretti
yaşadığım bu hüzün bu gizem?
Eş güdümlü bir mermi adeta saplanan yüreğime.
Özdeşim kimdi ve eşleştiğim hangi iklim?
Bir bant kaydı iken zaman yerimde saydığım.
Sürmanşet duygulara geçtiğim alt yazı.
Sinemden firar eden.
Seken her hece.
Sarkan elim pencereden.
Ölümün tini yalnızlığın titri ve kerrat
cetveline dahi sığamazken nasıl sığardı ruhum bedene?
Sonsuzluğun minvalinde.
Onsuzluk neydi sahi?
Sahici bir sevdanın atıl yüreğinde saklı iken
gizi.
Yabancı damat.
Yabancı gelin.
Yabancısı olduğum hislerin tekrarı.
Boyut atladığım dağların yamacından sarkan bir
gölge gibi minvalimde saklı bir oya ve yaşlı gözlerimde oynaşan ışıklar rüzgâr
gibi içime esen yel gibi üşüten ve yol gibi önümde uzayıp giden.
Bir kımıltı.
Bir kıpırtı.
İzahı olmayan binlerce duygu yüreğin radarına
takılı bir uydu misali.
Ve işte bendim ben: gölgelerle cenk eden.
Bendim ben meylettiğim umudun gölgesine dahi
razı
Yeter ki rıza göstersindi yüce Huda.
Aş erdiğim huzurun.
Azık bildiğim sevginin.
Arz ettiğim şiirin de uçtu takkesi göründü
keli.
O minval ki tüy diken.
O mizaç ki solgun.
Neşreden günün verdiği hüküm.
Kaderime razı kederimle kabul bulduğum.
Bir bulmaca eki gibi duygularla yüz göz ve
işte yüz görümü bir şiirin bir hikâyenin daha sonuna gelip hali hazırda nöbete
kaldığım gecenin ve şiirin tek şahidi…
Ufkumla umudun tevekkülüne sığındığım kadar
tek istediğim Rabbimden ve nasıl da vakıf içimden geçene içtimadaki güneşin
ferine doyamadığım kadar neferi olduğum sevginin de olmaz mı bir külfeti?
Adı özlem.
Adı hasret.
Pekişen sözcüklerden örülü bir yelek misali
mizacımın üstünü örttüğüm kadar da yüzümde açacak güllerin habercisi umudu baş
tacı bildiğim…