Saklı ve haklı bir rengi var
dualarımın: tutuşan sessizliğe ikramım iken acılarım içimi açamadığım kadar
tutunurken sevgiye ve işte ihtişamı yalnızlığın: kor hücrelerimde kök
hücresinde sevginin kök saldığım sözcüklere düşkünlüğüm…
Hak hukuk tanımazken insanoğlu Hakkın
izinde yalnızlığın perçemine değen karın gizinde o saklı tutulası mecra ve
zaman mekân tanımadığım doğa üstü bir sevda tasarladığı kadar kainat kayıp bir
gölgeden de medet ummadığım kadar varsın gölge edilsin seslenişime.
Gün cebbar güneş yanık kokuyor.
Sözcüklerse kutsalım en başta Kutsal
Kitabın izinde şehrin dinmeyen sisinde zemherilerde yaşayan bir canlı gibi
donsam da dona kalsam da sona kalsam da İlahi Ateşin her kıvılcımı eşlik ettiği
kadar feri yüreğimin gövdemdeki kasıtlı yaralar yamalı yüreğimin kabul gördüğü
kadar koruyorum sessizliğimi.
Bir dua.
Bir duvar iken üstüme yığılan.
Duvağı kalemin dilaltı şiirlerimden
arda kalan.
Arsız ve soytarı rüzgâr.
Dilim damağım kuruduğu kadar asla
geri dönmeyeceğim bir yolda yandaş acılarda yoldaş iklimde sevdanın semazeni
varlığımla dikiyorum söküklerini bilinmezin.
Meçhul bir rota addedilse de yaşam.
Meddücezrinde ölümün küfemde saklı
hüznün daha da büyüyeceğini bile bile saklı tutuyorum isteklerimi ki kabul
görmenin verdiği hükümle kabul ettiğim kadar kederimi nazlı bir kuşun kafesinde
seken kör kurşunların himayesinde hali hazırda yaşıyor ve ayakta kalabilmenin
verdiği huzurla barış sunuyorum evrene.
Zeytin dalı uzattığım.
Zemherilerde bir yanıp bir sönen
ışığın gücünde buluyorum kendimi ve gecenin fendine yenik sözcüklerin külünde
yeniden doğacak bir şiir olarak belliyorum hayatı:
Bir kazanım.
Belki de kayıp addedilen.
Bir tasarım.
Taslak bildiğim hayallerimden
hareketle ve hararetle örüyorum kaderimi.
Göğün melun kuşu.
Yerin dalkavuğu.
Sözcüklerin verdiği huzuru ta içime
çekerken.
Duymasa da ruhu acıların tutanaklara
geçiriyorum tutkularımı:
Şiar edindiğim üç mefhumla
kazanıyorum hayatımı bol keseden sevdiğim kadar bana geri dönen huzurun indinde
koşar adımlarla kesiyorum sözcüklerimin hesabını.
Bir ederim varsa eğer.
Bir de atar damarım hayaller
pompalarken.
Bir x-rey cihazı iken belleğim.
Alt bilincimde saklı hatıralarım ve
gömdüğüm şüheda mazim.
Eylemlerden önce düşüncenin gücü ve
tahayyül ettiğimden de öte gerçek kılınan hayallerim ve ideallerim.
Semiren bir duygu bazen içimi kemiren
adını koyamadığım ve içimde kalan utku ufkumu hedefleyip de ayaklarımın yerden
kesildiği.
Kuş gibi hafiflerken ve de.
Vicdanımın sesine binaen elimden
geldiği kadar uzatıp da sevgimi ve sarnıcımı ve sözcüklerin sarkacını sadece
uyuyorum ritmine iç sesimin.
Bazen nabzını alamadığım düşler
görüyorum bazen önümü göremeyip adeta kendi içimde boğuluyorum.
Ben olmanın anlamı elbette kâinatta
ve Rabbimde saklı.
Sadakam gönülden sandukam tahtadan ve
kor acıların bir köze dönüştüğü külümse sıcak bense hala aynıyım hali hazırda
annesinin küçük ve mahzun kızı.
Gül olmanın bedelini ödüyorum ve
cidden insan ismi ile yaşarmış…
Demenin de akabinde bir iyelik eki
ile adımı koyan babama rahmet okuyorum:
Kimine göre Gül.
Kimine göre Gülüm.
Ve sadece üç yaşında iken ebediyete
intikal eden halamın ismi ile de eşlik ediyorum kendime ve kaderime:
Yıldız Halam ve her nedense düşük
olan yıldızım.
Kuyruğum kopsa bile şair gibi
kırpıyorum ruhumu.
Gözlemlediğimden de öte özlemini
duyduklarım var andığım kadar sevgiyle yüreğimi burkanların isyanı iken saklı
olan içimde ve:
İçtimada olan güneşe göz kırpıyorum
çünkü ben sevdalı bir Yıldızım.
Semiren ışığım.
Dibini aydınlatan mum değil…
Mum gibi eridiğim hiç değil.
Bir mumya belki de donup kaldığım
geçtiğimiz yüzyılda takılı kaldığım.
Freud’a göre çocukluğumu hali hazırda
unutamadığım ve için için çocuk kaldığım.
Bin yaşında bir çocuğum.
Ufkumda saklı iken s/onsuzluğun ruhu.
Tutulan nutkuma sirayet eden bir
tutku.
Yaralarımla yamaladığım onca şiir
kaleme aldıklarım da değil sadece alt belleğimde saklı iken fikrime denk düşen
zikir.
Ben bir dervişin ruhunu taşıdığım
kadar derdime derman yalnızlığın da tütsüsünde kâh soluyorum kâh sönüyorum kâh
yeniden doğup evreni aydınlatıyorum.
Neferi olmaksa bilinmezin ve evet,
ben meçhul bir gezegenim artık kaç bin ışık yılı uzağında isem kendimin.
Feri olmaksa aşkın ve evet, ben
müzmin bir aşığım bedensel ihtiyaçlarını umursamayan ve çocukluğumdan beri
kendimi açlıkla terbiye ettiğim kadar muhtaç iken sevgiye ve işte şiar
edindiğim İlahi Aşkın her zerresi ile büyüyen devasa bir bulutum belki de…
Ya da göç vakti yaklaşan bir kuş.
Belki kuğu.
Belki çirkin ördek yavrusu.
Ya da başını kuma gören bir devekuşu
hiç değil hörgücü sevgi olan bir deve midir de muadilim müdahil edildiğim
sonsuzluğun her zerresinde nasıl da nasıl da tapıyorum yüce Rabbime.
Beylik değil benim hüznüm.
Biçare addedilsem de mecalimi
dermanımı veren Huda.
Aciz değilim insan ikliminde.
Ama kifayetsiz bir canlı Allah
katında.
Büyüyen sevgim ve umudum.
Büyütemediğim de bir çocuk saklı iken
içimde.
Ve son bir yılı aşkın zamandır
annemin annesi zaafları ölü bir güvercin ve işte ulağı olduğum umudun ve anneme
duyduğum sevginin inhisarında annemin de bana duyduğu ihtiyaç ve güven
çerçevesinde ben sadece ve sadece Rabbime odaklıyım iki cihanda da aziz olmanın
hayalidir içimde seken o nida ya da sessizlik ve üstüme geçirdiğim cübbe ki
cüssem ne ki kalantor gölgelerin ve zalim yüreklerin nezdinde.
Adağım.
Kimine göre sevdiğim kadar içine
saplandığım batağın…
İndinde.
Ya da şeytana okuduğum lanetin de
ötesinde.
Masum kalmanın da ikamesi ve idamesi
iken çocuk kalbimde zikrime sadık fikrime alışık derviş yüreğimle sekiyorum ve
bir koşu sevip geliyorum.
Kendim olmanın da verdiği hüküm ile
Rabbime anbean daha da yaklaştığım ve işte sevgiye zimmetli varlığımla andığım
kadar Rabbime telaşla yaşadığım ne ki talaş dökülü iken yürüdüğüm zeminde…
Bir o kadar kalem-kakan varlığımla
kalemimin izinde yıkılmaz kale duvarlarına müptela sonsuzluğun ve sessizliğin
ve yalnızlığın da müdavimiyim elbet tek servetim tek ziynetim iken gaipten
gelen sevgime eşlik eden coşkunun ateşinde izini sürüyorum kendimin kabul
görsem de görmesem de cihanda ben iki âlemde de aziz olmaya talibim elbet yüce
Rabbimin izniyle…