1
Terk edilmiş bir sözcüğün peşindeyim
hani olur da; anlar beni diye.
Teyelli yüreğim tembihli sözcüklerim
ve alın terimden ötesini arzulamadığım.
Ertelenmiş bir düş belki de
hayallerimden ırmak hayatımdan şiirler dizdiğim ve ekin günlerin hasadına dair
bir yolculuğun hayalini kurup nadasa bıraktığım iç dünyamın tarlasında elime
geçen ne var ne yoksa.
Bazen bir nokta olmayı diliyorum daha
doğrusu nokta kadar cüzi iken varlığım sert ve afili bir nokta koyup da…
Ah, ırgatı olduğum duygularım…
Ah, iman gücümde saklı mucizeleri
beklediğim…
Ah, üç noktalarım ve bir vecizeden
çıkıp yola ereceğim hidayetin de müjdecisi iken başımdan yağacak nura
doymadığım.
Özrüm yok ve özenti filan da değilim:
öyle ya rol model aldığım bir Allah’ın kulu yok ya da öykündüğüm sadece ruhumu
ödüllendiriyorum ne zamanki dalsam hayallere en uzaktaki kata merdivenlerin
eşlik ettiği ve bu uzaklık o kadar izafi sadece inancımın büyüdüğü ve büyümeyi
ertelediğim bir o kadar artık hayatı eskisi kadar gözümde büyütmediğim…
Ve insanlar…
Hırpani gölgeler.
Asla harabe değil gönlüm ne de enkaz.
Göçük altında kaldığım kaç bin gün ve
gecedir kim bilir sapasağlam yeni güne uyandığım ve derlediğim bir masalın
bakiyesinde saklandığım.
Kılıksız belki de üstüm başım.
Ya da iki dirhem bir çekirdek.
En sevdiğim giysilerimi ise çoktan
kumbaraya attım ve üstüme rahat bir şeyler geçirdiğim ve tembel adımlarla
sırtlandım da sırtlandım dertleri…
Sahi kaç bin sene oldu yüksek topuklu
ayakkabılarımla adımladığım çamurlu yollardan geçip de kavuştuğum cennetin
sıcaklığı hali hazırda saklı iken içimde?
Hüzün balyaları.
Dalya dediğim yüzlerce öğrencim.
İçimdeki hüznü değil anaçlığımı
dürten o sevgi seli.
Okulların koridorlarında uçuştuğum ve
öznemle öz verimle başını okşarken dahi incitmekten korktuğum çocuklarım.
Bu gün yaşıyorsam olmaz mı bir
sebebi?
Yazıyorsam devamı gelmez mi hiç?
Bir masaldan firar ettiğim derken
başka bir masala transfer olduğum ve yüreğimin de amigosu iken hayallerim ve
coşkum.
Şiirlerde saklı sessizliğim.
Hikâyelerimse benim yerime konuşan.
Nüktedan yüreğimi ise haczettiler
dünümde saklı kıblemi güne taşıyıp günümdeki hüznü derine gömüp ve ben boyutlar
arasında gidip gelirken defalarca da kendimden gittiğim ama güdemediğim ne çok
şey gerçek kılmış olsa da kaderim geçerli not alsam da geçinemediğim insanlar
ve geçiştirdiğim mutluluğum ve başarı addedilen mefhumun ne olduğunu hala
kestirememişken.
Bir selam mı yoksa bir kelam belki
de…
Bir içgüdü ise açlık ben zaten
kendimi bir ömür açlıkla terbiye etmişken ne fark eder ki aç bir ilaç yaşadığım
yılların hem ertesinde hem öncesinde iştigal ettiğim ne varsa bir inat uğruna
noktaladığım ve demlendiğim huzurumu da gasp etmişlerken.
İn cin top oynarken sabahın erken
saatlerinde.
Gecelerse uzun soluklu rüyaların
ertesinde yeni bir güne uyanmanın da arifesi iken düşler taşkın taşlar yorgun
taçlandırıldığımsa elbet umudun yokuşunu inip çıktığım…
Bir acı kahvenin kaç yıllık hatırı
varsa artık…
Ve fincanlarca kahve içtiğim tüm
sevdiklerim ve dünde kalan hatırlı dostlarım…
Öyle ya; en coşkulu ve mutlu
yıllarında ömrümün evimin kapısını her gün çalanlar ve gün boyu onlarla vakit
geçirmenin güzelliğine vakıf yorgunluğumun ve aldatılmışlığımın farkına bile
varmadığım…
Öykülerimse henüz dillendirmediğim.
Öykündüğümse olsa olsa o mutlu
yıllarımda tüm derdimi gömdüğüm ve sevdiklerim sayesinde güldüğüm sonra da
sahte gülüşlerini çok geç fark ettiğim ve yüzümde sönen bir ışık gibi
gözlerimin ferinde yanması muhtemel olan sonra da kesinlik kazanan elbet tek
dostum olduğuna kani olduğum elbet ulu Rabbim, sırdaşım, dağım ve tüm varlığımı
emanet ettiğim yetmezmiş gibi…
Akabinde sevdiklerimle ailemle
sınandığım ve ölümün kıyısında her beraber halay çektiğimiz ve uykusun geçen
ayların yılların ertesinde nasıl olur da şükretmem gün ve gece aralıksız
ıskalamış olsam da başarıyı ve dünyanın malından mülkünden çoktan vazgeçip
sonunda her şeyi layığıyla görüp hazmetmişken…
Her anlamda gidip geldiğim.
Her yolda yarı kaldığım.
Her yönde tek hissettiğim esinti ise
umudun devir daim ettiği ve davetiyesi huzurun pek çok şeyde huzuru bulamazken
artık neyin huzur verdiğine vakıf olduğum…
Randıman aldığım sadece inancın
deviniminde eriştiğim huzur ve şükür duygusu ve ekledikçe tevekkülü hayatın da
ahretin de beni korkutmadığı ve sevgiyle diktiğim binlerce cümle yüzlerce yazı
ve şiir ve eklem yerlerinde sözcüklerin koptu kopacak kıyamet ne zamanki
kalemle aramıza mesafeler girip da nifaklar sokulsa…
Tek sokulduğum sevgi ile koştuğum ve
sığındığım Yaratanının bildiğini bilip artık başkaları da bilsin ve anlasın
diye eskisi kadar üzülmediğim gelin görün ki; iç sesimin baskın taarruzu ile
teyakkuzda geçen ömrümü huzurla ve umutla satırlara serdiğim…
Sarmalında itikadın.
Serpildikçe iç sesim.
Savurdukça coşkuyu ve kıblemde batmak
bilmeyen güneşi hayatımın her anında pay ettiğim ve işte yazarak ortak paydada
buluştuğum ne çok insan…
Demli bir bardağın eşliğinde yoksa
nasıl çıkardı ki hayatın tadı elbet iki cihanda da beni bekleyenin ne olduğunu
bilmesem de bilmek O’nun tarafından bilindiğimi…
Beylik değilken hasretim ve ulaşmak
istediğim zirve ve asla da ilgisi yok iken dünyanın geçerli günlük
nimetleriyle…
Bir vasıta iken kalem.
Bazen amacım olan bazen araç kılınan
ve ana menüde saklı tuttuğum üç vazgeçilmezim:
Aşk.
İtikat.
Umudun da eşliğinde yaşamanın da
ötesinde yaşatmak adına içimde yarım kalan tüm masalları yeni masallara ekleyip
de fıtratım gereği adeta dokunulmazlığı duygularımın ve işte d/okunmak adına
bir yüreğin titrinde saklı ne varsa paylaşmanın şevki ile aşkın da illa ki
uzlaştığı iç sesim ve nihayetinde farkındalık kazandığım onca şeyin verdiği
huzurla hüznümü dahi görmezden gelebilmenin mucizevi varlığında asla da nokta
koymak istemediğim ne varsa yanan ateşin cızırtısını duyup da sıcaklığını
hissetmek iken en muhteşem duygu…