Hangi düş’ e takılı bir nidasın sen
ve hangi esintide saklıdır hicranın?
Uğurladığım mevsimin sayılı
zemherisisin sen her üşüdüğümde ölümüne açtığım bir çiçek ve her sevdiğimde
yaşamın da meali iken sefil varlığın.
Bir tebessümüne tav oldum ben kâinatın
ve parmak arası ıssızlığımla üç maymunu oynayan insanlardan olmadım.
Şakıyan iç sesim.
Uyumsuz addedilen varlığım ne de olsa
asla nasiplenmedim ben insanların yalanlarından.
Ne hikmetse ölmedim.
Bir nimet bildiğimse hep sevgiydi:
ah, o bitimsiz insan sevgim.
Koşulsuz sevdim ben çağın ötesinde
bir milat iken sevgim ve çağ atlayan zamanın da gerisinde kaldığım.
Kaynakçam idi Mevla’m ve her O’na
seslendiğimde yanıt bulan sorularım.
Tohuma kaçan hayaller misal.
Toprak misali kokan ellerim ve
doğanın bir yaratısı iken benliğim topraktan geldiğim toprağa gideceğim.
Tozpembe bildiğim ömrün karanlığına
ise yeni yeni vakıfım ve gecede dahi aydınlık görüyorum evreni ne de olsa
sihirli bir ışık var içimde nükseden bazense gündüz ışıkları kapalı tuttuğum
bir oda gibi ışıyan içim ve üşüyen yüreğim.
Mevsimin her dilimi benim için bir
dilemma ve mevsimlerden mevsimler örüyorum tek bir günde ve makul olmadığını
bilsem bile bir günde kaç mevsim yaşıyorum.
Yasımla büyüyorum ve yaşatıyorum da
hayallerimi ve yaşımı koruduğum bazense yaşımı kuruttuğum.
Kurmalı bebek gibi kimi insan ve
dillerine pelesenk yaptıkları sevgiyi asla özveri ile yaşamıyor yaşatmıyorlar
da.
Müdavimi olduğum tek bir duygu yok ama
müridi olduğum muazzam bir dinim var ve işte acılardan nemalandığım ve şükür duygusu
ile sabrımı büyüttüğüm ve insanlık makamında sır olan duygulardan inşa ettiğim
bir cennet benimki.
Bazen içim içime sığmazken.
Bazense taşkın bir nehir gibi
bentleri aştığım bazense çorak bir toprakta açan çöl çiçeği gibi en çok da
dikenlerimi kendime batırdığım.
Irkı yok duygularımın da acılarımın
da.
İman gücümde saklıyım ben ve
yüreğimin pimini sevdiğim ilk gün çektim.
Ekimde saklı bir güneşim ben ve ekin
mevsimi.
Ektiğim neyse biçtiğim.
İçtiğim neyse taştığım.
Kaygılarımla yürüdüğüm bazense kayıp
düştüğüm.
Bir mizansense aşk itibar ettiğim.
Bir izlekse hayat ihya ettiğim.
Bir renksem hem siyahı hem beyazı
sevdiğim
Üstünü örttüğüm gülüşlerim var
düşlerin eşlik ettiği bir mikado çöpünde saklıdır fermanım içimde dizgisi
yalnızlığın dışımdaki yılkı atları…
Araf’ta asılı bir duayım ben
dudaklarımda ölümcül bir gizem.
Açık etmediğim değil açık bıraktığım
kapıdan dönen rüzgâr ve için için döven ve devinen binlerce acı.
Açmadım gözlerim doğduktan sonra ve
babam koymuş adımı ve asla solmamak adına üzerim titreyen tüm sevdiklerim.
Bağdaş kurduğum bir yüreğim var benim
ve hala anlaşılmaz iç sesim ve bastırdığım isyan. Şüphesiz mezar taşıma
yazacağım o tek cümleyi:
‘’Asla anlaşılmadım oysaki ben nasıl
da sevmişken sizi.’’
Bir olmanın güzelliği ve batılı birin
aslında birdirbir oynayan bir çocuktan da yok iken farkım.
Asılı kaldığım o kanca aşkın muhtarı
ve sevginin muhtırası bir gizem içimde saklı belki de benim gizin içinden
çıkmayan bir düş kelebeği ne de olsa bir günlük değildir ömrüm ve ömrü de
şiirlerimin sadece sancılandığım ve şiir olup yağdığım üzerime üzerime tüten
dumanı yangının elbet içimde solmak bilmeyen o meşale.
Günü tehir ettiğim her gece.
Tefe konduğum onca destursuz cümle.
Tav olduğumsa hayata ve mevsimlere.
Transa geçtiğimse her mehtap her
asılı kaldığım her askıntı acı ve buğrası dünün.
Kaypak gölgeler ise uzağına kaçtığım.
Kardan adam gibi eridiğim ve burnumun
düştüğü lakin kış güneşinde doğduğum bir çiçeğin g/izini sürüp karın damladığı
o zeminde can suyu iken sevgim elbet açmaya doyamadığım yediverenlerin müdavimi
içimdeki çiçek bahçesi gel gör ki şahit tutulduğum şu rüzgâr ve firarisi
olduğum hayallerimin de tek temennisi iken sevginin git gide büyüdüğü.
Israrla yazdığım.
Aralıksız yandığım.
Bazense dünde kaldığım ve mazimi
andığım.
Gel-geç bir sevda değilken benimki
devinen yüreğimden damlayan her hece ve işte ihbar ettiğim sevgili ilham perim
bazen fersah fersah uzak benden bazense o çığırtkan sesiyle beni benden eden.
Günü uyuttum geceyi de avuttum.
Şiarım olan umudu ise koydum en
tepeye ve basireti bağlanan mutluluğa tutundum ve işte tutuklu kaldığım her
hecede kayboldum yeniden ve yeniden ve bulmaksa kendimi o da çok eskiden bir hikâye
aralıksız kök söktürdüğüm içimdeki çocuk bazen kökü kuruyan ulu çınar tıpkı
babamdan bana yağan rahmet bense onu sevgiyle ve özlemle anarken…
Her telden çaldığım.
Öğrenci ve öğretmen.
Bazen hiçliğimle kendime muhalif en
çoksa varlığın tokuştuğu duvar dibi ve ben saksıda unutulmuş bir çiçek iken
ansızın kaybolup göğe konduğum en yüksekteki izlek.
Ölümüne sevdiğim hayatın kırık
penceresi.
Kendime uzak kılındığımın da güncesi.
Deryalar aştığım dünyalar devirdiğim
derdimle yakındığım en yüce makam ve illa ki tutunduğum ve bana geri dönen her
duyguda şükre ve sabra doyduğum.
Müzmin bir rengim ben bazen solan
bazense çok seven ve unutamadığım mazimde seken bir kurşun gibi saplandığım
içimde yerle yeksan olan binlerce hayal gibi tutunduğum ömre ve Rabbime tutuşan
yüreğim mevsimlerde kayıp düşen bir yıldız gibi aslında mahşeri kalabalıkta
seçildiğim ve saçıldığım zerreler bazense saçıma konan bir kelebek gibi
sevdiğim o çiy tanesi evrenin de armağanı iken gecemle gündüzümle asılı kaldığım
gök kubbenin en deli dolu müdavimi hem insan olmanın hem de yokluğun kucağında
türettiğim yüzlerce cümle ve yüz bulduğum sadece evrenin o devasa ç/ağrısı…