Düşleri yeknesak o yakamozların
sanrılı varlığından bitap düştüğüm.
Sekanta sığan bir ömür aslında iki
asra denk düşen hayatımın bakiyesinde saklı mazinin iniltisi.
Satır başlarında nöbet tutuyorum.
Uzağındayım hayatın ve dibine
vurduğum yalnızlığımla avunuyorum ben sistematik bir çöküş benimki ve iç döküş.
Tutuşan iyelik eklerim var ve
düşlerde saklı fenni sünnetçi ile gerçekleri uğurluyorum acı çeken gövdesinde
çınar ağacının sığındığım bir düş kovuğunda bedenimden ayrı düşen uzuvlarıma
yabancı gözlerle öyle bir bakıyorum ki…
Satılık bir yurt gibiyim: göçmen
kuşların misafir kaldığı içimin yurdunun odaları ve bir b/ölü aşk olma
ihtimalim ile bölündükçe bölünüyorum parantezlere ve uyumlu bir insan olmayı
reddediyorum bilindik topluma.
Bilinmedik ne varsa içimde istifli.
Bilinen kareköküm belki de ne de olsa
rakamlarla içli dışlı geçti hayatım.
Ya, bir bankanın kasasında saklı
külçe külçe altın.
Ya da yuvaladığım hayallerle örtülü
gök kuşağın iniltisinde sıradan bir renk olmayı çoktan reddettim.
Karanlık iken meczup yanık ve
aydınlık bilinen kalan yarım kürede su doku oynayan bir Afrika yerlisi gibiyim.
Sıkı sıkı örülü saçlarım bazen kurutmadığım yaşlarım ve kökü kurumuşken
mutluluğun soyut bir alfabede sekiyorum bir harften diğerine ve idare ediyorum
hayatı oysaki ikame ettiğimi söylüyor kimlik numaram.
Düş pazarında satılık yakamozlar var
ve kıvamında acılar belki bir yanardağ gibi kustukça ateşini ben kutsanmış
şehrin şüheda maziyim ve gün mizaçlı bir şiir olmak adına düştüm yola gecenin
kör karanlığında.
Unutulmuş ve uyutulmuş ütopyalarım
var benim ve sedef kakmalı yalnızlık bazen somurtan bazen seken belki de sarkan
göz torbaları lanetin.
İçimin izdihamında ütülemek adına
duygularımı geldim ve kondum karanlığın sırtına bense beylik bir rüzgârdan
fazlaydım fırtına gibi estiğim aşkın kıraç yollarında kırışan yüzü mazinin ve
sevdalı atimin.
Gölgemi savuşturdum başımdan ve yine
geldim tünedim sevgili, o devasa yüreğine ve bilirim de benim için artık bir
oda ayırmadığını yüreğinde bense acı çeker ve açılarını dik başlılığımın
ütülerken hala kırışıklarını kovamadım duygularımın.
Hışırtılı sesi rüzgârın ve Ekim’e
merhaba dediğim günün bitiminde…
Bak, bak nasıl da sokuldum kollarına
mabedimin matem örülü üstü yüreğin kıvılcımlarından da tutuşturdum şömineyi ve
beyitler döküyorum ateşe daha da büyüsün diye bu acı.
Basmakalıp sözcüklerim yok benim.
Ve silip de süpürdüğüm yer sofrasında
tabak tabak imge ve sözcük ve bol soslu bol acılı ve kaşıkladığım kadar sevgiyi
korumak adına metanetimi bir bulvardan diğerine koşuyorum.
Binlerce cümleyi aynı anda
kurabilirim elbet ertesinde infilak edip de göçmeyeceğim ne malum bu yalan
dünyadan?
Kaç doz ise içime çektiğim acının dilaltı
elbet el üstünde tuttuğum kadar sevgiyi ve aşkı biliyorum artık karşılığında
çekeceğim acının fazlası da beklemekte beni yeni günde.
Güne uyansam ne ki geceyi sıkıp da
limon gibi şiirler damlarken ucundan yasımın ve yaşlı gözlerimde mimozalar
büyütüyorum aslında karanfil kokulu bir esans gibi içimi koklayıp da peşine
düştüğüm bu cennet bahçesinin tahayyül edemeyeceğim kadar uzağında olduğunu
biliyorum.
Yüreğimin uzun ve dar koridorları.
Usumun ferahlığında bir anda kaybolup
uçsuz bucaksız bir denize misafir oluyorum.
Aklımın hizasında saklı şiirler ve
şiirlerin sağında elimde tespih ve Besmele solda saklı bir yarayı solfeje uygun
hale getirmek adına piyanonun tuşlarına dokunuyorum ve fildişi tuşlarla eşleşip
adeta piyanonun can çekişen ruhunda teselli buluyorum.
Bedenim yok.
Aklımsa sıra dışı.
Akil bir rüzgâr ve alıcı kuşlar.
Protesto ediyorum doğayı ve doğaüstü
bir güçle yanaşıyorum gönlümün iskelesine.
Pabuç bırakıyorum yabani gölgelere ve
sırlarımdan surlar örüyorum ve sarmalında sevdalı şehrin sararıp soluyorum gün
batımında ısrarla toprağı karıştırdığım ne de olsa insan toprağına alışıyor
öldükten sonra.
Defalarca ölüp de huzurlu bir ölü
olamadığım ne kadar da doğru.
Defalarca doğduğum gün gibi aşikâr
ama gün yüzü göremediğim de yadsıyamayacağım bir gerçek.
Ceplerimde çürük elmalar.
Cevizler kafamdan da büyük bazen bir
sincaba dönüştüğüm bazense dişlek bir tavşanla bölüştüğüm havucum.
Havanın da ayarı yok işte.
Kış güneşi belliyorum Ekimin ilk
gecesinde ayna tutuyorum yorgun yıldızlara ve neye denk düştüğümü bilemezken
çiçek olup açıyorum gül bahçesinde ve ansızın solup gökteki bir yıldıza denk
düşüyorum.
Adım gibi mizacım da uyumsuz birbiri
ile.
Hem gülüm hem yıldızım madem ve işte
mutluluğa ve huzura erecekken içine düştüğüm kaos ile itiyorum yüreğimi en uzak
köşeye.
Sevginin katsayısı bildiğim özlem.
Özlem çektiğim değil de özendiğim
belki de hemcinslerime elbet kocaman bir yalan…
Yalandan sevgi sözcükleri ile kim ise
bir diğerinin ruhu ile cilveleşen ve ben saygı ve sevgi mıntıkasında sevdiğimi
söylemekten dahi acizim ve canım yana yana seviyorum ve can çekiştiriyorum aşka
ve muhafaza ettiğim içimdeki kâhin çocuk ve o da biliyor acımın günbegün
büyüdüğünü.
Hem acım büyüyor hem içimde saklı
aşk.
Ve büyütüyorum gözümde kimse
sevdalandığım aslında kaçıyorum da varlığından aşkın ve tek kişilik yaşıyorum
aşkı ben.
Refüze edilen yüreğim.
Ve sevmekten yorulduğum.
Söylemeye yeltenip de geri durduğum
ve gözüme kestirdiğim bir kadında kendimi görmeyi hayal ediyorum oysaki çocuk
yüreğimle sadece çanta kulpunda saklı bir resim gibi ya da bir sembol ve gözden
uzaklaşıyorum ve göze aldığımdan fazla çektiğim acılar.
Sürüldüğüm bir coğrafyada…
Süründüğüm aşkın poyrazında.
Savrulduğum hece hece ve savunmamı
yapıp gözden kaybolduğum.
Hiç var olmadığım gibi yokluğumla
eğer ki hayat kıymete binecekse gidiyorum işte arkama bakmadan çekip gidiyorum
hem kendimden hem aşktan.
Patavatsız yüreğimle sevip da
kahrolduğum ve tek kişilik yaşıyorum aşkı ben ve yaşadığım acının fazlasını da
yaşatıyorum çevremdekiler ve mutsuzluğun dokunulmazlığında sadece dokunuyorum
içimdeki yaraya ve üstüne alkol döküyorum ki acım can çekişsin ve sevgi illa ki
tahribat gücü en yüksek olan duygu.
Sevdiğimden de fazlasını sözcüklere
dökerken…
Sayıp da sövdüğüm elbet içimdeki
pişmanlık ve acı eşiği ve ölümüne seviyorum ben ve tek kişilik aşka mumlar
dikiyorum ve adaklar adıyorum ölen varlığımın da bir hatırası iken yazdıklarım
ve kalemim ve kale’ m düştüğünden bu yana kalemim da acı doğuruyor ve doğan
güneşe değil beni çağıran karanlığa koşuyorum hiç olmadığım kadar mutsuz ve
âşık iken…