Hangi düş’ ün özeti idi gece ve hangi
ulvi yoksunluktu aşk?
Bitap düşen gece ve hayali sırlarını
vakitli vakitsiz gezindiğim evren ve tevazu yüklü yüreğimle recim edildiğim
zamanların halen dinmezken acısı.
Satırlarım ağlamaklı.
Yer gök ateş içinde.
Sevdam, sevdalı yüreğimde saklı
figanım Rabbime dönük yüzüm ve yâd edilesi mazinin repertuarında saklı
insanımın gücü ve niyazı.
Hırsız imgeler var satır aralarına
gizlenen.
Ah, merdiven altı sevgiler var yanık
türkülere benzin döken.
Aşk var ve umut ve…
Sancılandığı günden beri yurdum aşkın
hırkası buruşuk ve nemli ve tensiye ediyorum güzel insanları ve iyi dilekleri
ama içim de el vermiyor sessiz kalmaya ve akışına bıraksam da hayatı dualarıma
aralıksız sığınıyorum ve benken yere göğe sığmayan ah, ufacık yüreğime cennet
ülkemi sığdırıyorum.
Bu gün güneşim.
Yarınsa mehtap.
Ve üşüyorum bu kavurucu yaz sıcağında
nabzını tutuyorum ülkemin.
Ben İstanbul’um bu gün ve her gün ve
İstanbul olup ç/ağlıyorum tüm şehirlere ve içimdeki yangını bir türlü kontrol
edemiyorum.
‘’Şimdi gökler mecnun rüzgâr yolcu
bulutlar
Şimdi yürek sarhoş kâğıt sarhoş kalem
sarhoş
İstanbul şehri ağlıyor.’’(Alıntı)
Günün hicvi mi?
Dünün nemi mi?
Rahmet diliyorum Rabbimden yağdırsın
diye yağmuru ve lanet okuyorum vatan hainlerine yüreğin ızgarasında küle dönmüş
sevincim küle dönmüş muradım ama küllerimden doğup devasa rahmeti kucaklıyorum
yetmiyor pay ediyorum yetmiyor koşuyorum telaşla ve Nisan tasında biriktirdiğim
yaşlarımı döküyorum yanan ağaçların üstüne niyazım bitimsiz ve sırtım ürperiyor
için için yanarken ülkem içi dışı yanarken ve d/okunmaya dahi kıyamadığım bir
çiçeğe taziyelerini sunuyorum yanan kardeşlerinin.
Ben insanım.
Ben çiçeğim.
Ülkeme sevdalı hamt ettiğim her günüm
için şimdi sabırla örüyorum hayatı ve rengim kaçıyor aklım firar ediyor
yakamdan düşmüyor acılar ve tutarsız söylenceler ve tuhaf meziyetli insanlar…
Kurşun döküyor gölgeler.
Kuşkulanıyorum.
İçimdeki yeis yanımdaki beis.
Demir attım kaç gündür acıya hicrana
ben yansam ne ki ben ölsem ne ki ben uzanıp da dokunamazken ateşe eksik
olduğumu hissediyorum ve eksiliyor varlığım aslında artıda saklı bir enerji ile
pompalıyorum umudu ve inancı ve kurunun yanında yaş da yanarken gözümden düşen
yaşın tarifi yok ve telafisi yok işte yok olup giden canlının ve bunca ormanın ve
bunca insanın acısı gelip de oturuyor yüreğime.
Acımla açıyorum acımla kapatıyorum
yüreğimi ve yaşardığım kadar da yeşersin istiyorum çöle dönmüş topraklarda
çorak yüreklere tek laf etmeden yâd ediyorum dünümü yarenlik ediyor kalem lanet
okuyorum münafıklara ve içimdeki iskele çöküyor.
Yeniden ve yeniden dikmekse umudu ve
fidanı ve sevgiyi sadece alaşağı etmekle de kalmıyor bunca sıkıntıyı giderecek
ve yatıştıracak bir kurtuluş için de içimdeki rüzgârın verdiği ve de vereceği
ferahlığı gönderiyorum yanan her ağacın köküne dokunmak ve onu korumak ve
kurtarmak isterken biliyorum da yetemeyeceğimi ama bir olmanın meali iken
ellerimizle yüreklerimizle kurduğumuz köprü hele ki dalın çatırdaması dahi
yürekleri d/ağlarken…
Çalkantılı düşlerin mavisinde saklı
gece ve gecede saklı gözün iris’ inden damlayan nice hece ve lehçe.
Günü kovduk kapıdan ve meylettik rüzgâra
ve meyan köküydü gecesiz şiiri neyleyim hem ve neyden ibaret isem ah, içimdeki
ney’ in sesinde saklıdır türkülerim ve söyleyemediklerim.
Aşkın ilahıdır sözcüklerin şeceresine
sığınır ve sınanırım da ve ah dahi etmeden eften püften öfkelerine insanların
yenik düşmeden ucu yanık mektuplar ve şiirler yazarım.
Azami aşk.
Asgari özlem.
İzafi bir mutluluk.
Elbet endamlı yalnızlık yokuşu.
Göğün muhtırasını verdiği her şafak
atar da şafağım ve gizimden firar eder de karışırım insan içine lakin çıplak
gözle göremezler beni ne de olsa çıplak gözden utanırım ve sarınırım içimdeki
yetime ve yetemediğim kimse yatıya kalırım gecenin ertesinde.
Hüznümse peşkeş çekerken mısraları.
Bense beylik bir söylenceden
fazlasında yatar kalkarım bazen ıssızlığımda yazar ve yaşarken telaşla elbet
kendime yenik düşerim.
Bir girdapsa içimdeki.
Bir esefse rüzgârın kült sesi.
Bir renkse aşikâr aşkın pembesi ve
peçesi…
İhya olurum sevdalı sözcüklerin
semazen hıçkırığında bir güler bir ağlarım ve firkateyn misali coşarım ve
sakilce susarım ve eserim ve asarım darağacına yalnızlığımı ve çocukluğuma
dönerim ne zamanki annemin koynuna sokulsam ve anne duası ile yaşar yazarım ve
yasarım da.
İklimdir kibrine yenik düştüğüm.
Ah, ikilem yüklendiğim mazim ve atim.
Fısıltılar büyür de büyür ve
insanların sesi ayyuka çıkar ve yer gök çalkalanır onların isyanıyla ve tövbe
ederim onlar adına tövbe ederim yarınlar da yanıp kül olmasın diye.
Bir yaprağım bu gün.
Bir ömürse çiçekliğime zarar gelmesin
diye saksımdan firar etmedim asla ama şimdi yanarım da yanarım ülkem gibi
insanım gibi ağacım gibi ormanım gibi…
Kurunun yanında yandığım ne ki
günlerdir yanan coğrafyamda saklıdır efkâr ve adalet ve aşikâr olandır bizi
bize küstüren bizi bize düşman kılan oysaki iki nefes arası bir yaşamdır
bahşedilen ve toprağın türküsü çok yanık bu aralar.
Tıpkı yanan.
Tıpkı yakaran.
Tıpkısının aynısı iken bu gün benim
yarın sizin içinizden geçenler.
Bir alfabe ise insanlık nerede
harfler?
Nerede insanlık?
Nerede adalet?
Nerede doğruluk?
Hakkın gücüne giden bu ihanet ve
aşkın şerefesinde saklı iken sözcükler ve iki dudağın arasından dökülen ne ki
sessizce dua eden bizlerden birbirimize zarar da gelmeyecek iken nedir
insanların öfkesi ve vahşeti ve haşmetli kinleri vatanına düşman kâfirler,
münafıklar ve bir ağacı kendine düşman yüreğine uzak kılan asla da nasibini
almamıştır insanlıktan.
Bir çiçektim madem bir ömür.
Dikenimle dahi barışıkken ve içimdeki
cennet bahçesinde uçan kuşa böceğe sevdalı iken ötesinde vatanına sevdalı ben
bizler ve sizler…
Hüzün rüzgârımla büyüyor yüreğimdeki
yüreğimizdeki ateş ve rahmetin ışığına ve serinliğine öylesine ihtiyacım/ız var
ki…