Bir düş irisi’sin sen ve sessizliğin yankısında saklı bir aykırılık.

Yüzüne bağırmak istiyorum zamanın ama yüz vermiyor epey zamandır bu sefer zanlar tutuşuyor eteklerimde ve düşlerden örüyorum mutluluğu ve bitimsiz bir huzur diliyorum Yaratandan derken çorap söküğü gibi geliyor gerisi elbet çıplak kalan ayaklarım nasıl da üşüyor.

Gözümden düşense sen.

Gözümde saklı bir itham.

Gözden uzak yaşamayı sevdiğim elbet idam fermanım onaydan geçiyor.

Gölgemle haşır neşir bazense yüreğin gönyesi ile ölçtüğüm duygularım ve yarının provasını yapıyorum şimdiden elbet Şimal yıldızı ile sözleşiyoruz ve göz kırpıyor bana en çok da göz pınarlarımda saklı o yıldız kümesi ve neye denk düştüğümü hala çözemiyorum.

Radikal bir karar almak için nasıl da geç kaldım.

Randevu veren şiiri bekliyorum ağacın altında elbet şehrin ortasında dalkavuk bir bitki gibi sekiyorum bir bahçeden diğerine ve şiir gelmiyor randevusuna elbet uğurluyorum ilham perimi belki de pireler uçuşuyor yorganın dibinde nihayetinde yorgan da gidiyor pireler de ve pirelendiğim sözcüklerle yıkayıp paklıyorum ruhumun raflarını.

İzdiham yapan ne çok duygu ve ufuk çizgisinde gidip geliyorum en çok da dönemediğim yollar var bir gidip de takıldığım ve bir düş körfezine balıklama atlıyorum ve oltamın ucuna taktığım imgelerle yazılar yakalıyorum dipteki görüntüyü yüreğime yüklüyorum sonra da yüreğimden kâğıda aktarıyım adeta aktarıyım duyguların gün yüzü görmeyi arzulayan ama gece iken bir kez girmiş kanıma.

Kıdemli bir rüzgarım da aynı zamanda ve zarf atan bulutlara lanet okuyorum en azından içimdeki hırpani yolculuğu yansıtmamalıyım gökyüzüne ve yerin dibine girmiş sözcüklerimden kümülatif cümleler örmeliyim.

Hüzünse revaçta.

Kantarın topuzu bir kez kaçmış elbet eğilip bükülmeden seviyor ve yaşıyorum bazense kök söktürüyorum insanlara en çok da şahlandı mı ruhum bir şadırvanda beklemeye alıyorum iç sesimi ve dış sesin baskınlığında sadece alt yazı geçiyorum hayata.

Ruhumdaki otantik atmosfer adeta lebiderya bir daire gibi duygu denizinde sıralanmış adalar saklı içimde ve her biri kristalden bir avize gibi şıkır şıkır.

Üstünü örttüğüm çok şey var belki de bir örüntü mensubu duygularım ve açık vermeden firar ediyor her biri yüksek bir rakımda saklı bir uzvu gibi hayatın mutluluksa mutlak bir gaf yapıyor ve geçiştiriyorum ne var ne yok yeniden tıkıyorum gerisin geri.

Ritmik bir atış kalbin kan pompaladığı aşikâr aslında kan değil duygular yerleşik içimde ve dışımın alfabesinde saklı harflerle ıskartaya çıkıyor adeta iç sesim bazense ulvi bir hadise gibi kabardıkça içim dilimden düşmüyor duygular ve Rabbin payidar kılacağı bir huzur arzuluyorum ve bitimsiz sıkıntı sağanağında yakalandığım rahmetle arınıyor ruhum.

Muhteva ettiği ne ki göğün elbet şifresini kıramadığım bir rüzgâr ve lepiska saçları tabiat ananın neşri ne olabilir ki geride kalan enkazdan dökülen parçacıklar ve paçasını sıvıyorum kalemin ve revnak bir acıda büyüyorum ve büyütüyorum da yalnızlığımı…

Göğün meşrebi iken hayaller ve de umut yeryüzünde saklı hiçbir şey yok ki göğe meftun gözlerinde kalemin bazen isyankâr bir edayla s/üzüle gelsin hani.

Sözcükler cinnet geçiren ve hepsini derleyip topluyorum ve bir cennet inşa ediyorum.

Peksimet tadında.

Beynamaz bazen yalnızlığın tuttu mu hıçkırığı…

‘’Bak, ne asılı havada? Sadece yukarı kaldır başını ve bak.’’

Bakmakla görmek arasındaki o ince çizgi tıpkı normallik ve anormallik arasında ki de incecik bir sızıdan üreyen minnet gibi.

Mağlup geldiğim neyse hayatın ihtiva ettiği.

Minyon bir sevgiden çıkıp da yola payidar kılmak aşkı ve nüvesinde saklı kimi zaman: hem kibir hem izdiham hem de ucu kırık kalemden dökülen mürekkeple yüzümü yıkadığım nihayetinde yüz göz olduğum kelam ve inceden bir yağmur başlıyor.

İdame ettiğimden de öte.

Portatif idam sehpam ve kalemle asıyorum kendimi o darağacına ve darboğazdan geçip enginliğe açıyorum sözcüklerimi ve kalemin kollarını.

Zifiri bir karanlığa teslim olduğum su götürmez bir gerçek.

Peçesinde saklı gecenin o izdiham üstelik kimselerin fark edemediği ve işte ince ucuyla şişin örüyorum yeniden yıldızları ve örtündüğüm ay ışığında nidalar savuruyorum sadece mehtabın duyduğu sadece Rabbimin yetiştiği ve sökün eden sözcüklerden bulutlar asıyorum yüreğimin çatısına belki de az sonra çat kapı gelecek bir şiiri bekliyorum gecenin bir köşesinde.

Bir redifse hüzün.

Bir rutin ise yazma güdüsü.

Bir rica ise kalemin pişekar yüreği.

Karşılık bulsun bulmasın yazıyorum ve şafağı atmadan kalemin sabahı zor ediyorum aslında geceden kalma uykulu gözlerimle her gün görücüye çıkarıyorum yazdıklarımı ve defolu ruhum da top tüfek kuşandı mı en ön safta yer alıyorum bu meydan savaşında elbet içliği şiirlerin elbet hiçliği benliğimin elbet içtimada geçen ömrüm ve sözcükler el pençe divan duruyor ne zamanki onları karşılamaya gitsem.

Göğün tren raylarında gidip geliyor vagonlar ve iç sesimse lokomotif kimliği ile istişare ediyor her bir vagonla ki her birinin içinde ayrı bir dünya saklı ve işte bilumum dünyadan çıkıp da yola nihayetinde huzura eriyorum elbet dinmesi an meselesi olan ta ki bir sonraki geceye kalemin verdiği randevuya sadık kalmak adına uykudan feragat ettiğim…

 

 


( Her Şair Kendi Kaleminden Asılır... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 19.06.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.