Miadı dolmuş demli bir yalnızlık: bakracında ölüm saklı; duvarlarda kan izi ve telaşlı bir ölünün peşini topluyorum ne de olsa ödül almadan geçen ömrün hazan mahsulü bahar yorgunluğunda güfteler dökülüyor içimin penceresinden.

Saklı olduğum bir karanlık mahzendir meylettiğim her sabahın da nazenin fısıltılarına eşlik eden kuş sesleri.

Yaşamın çizimi ve ibriğinde dolanan gölgeler.

Aşkın haşmetli ölümü hep de sevmelerin muadili olmadı mı aşkın öfkeli bir yalnızlığa dönüştüğü?

Kukumav kuşları soluklanıyor ne zamanki iki el bir baş için dese ölü akrabalarım kalanlarsa gidici misali bense gelmeleri yakındır diye girişmişim gönlümün bahar temizliğine.

Bahar kokmalıyım.

Mutluluğu koklamalıyım sadece hırçın kış güneşi mesken tuttuğu yetmezmiş gibi Nisanın peçesinden telaşla damlıyor rahmet aslında bir firar gibi nasıl da medet umuyorum Tanrıdan ve bahar bozuntusu mevsimden.

Kulvarımda yalnızım.

Çöpçatan misali imgeleri buluşturuyorum şah dizelerle oysaki şair olarak anılmak filan da istemiyorum ben sadece çömez bir maşukum.

Ölüden bozma üstümdeki hırkanın kopuk düğmeleri mademki şehrin ortasında gidip geliyorum kat kat maskelerle yoksa örtünen bir sefaleti mi gizlemeye çalışıyorum ne zamanki baştan ayağa değişip de imajımda yâd ettiğim gizin rimelinden bulaşan yeşil gölgeleri arkamdan bırakıyorum yürüdüğüm yolda kaplumbağa adımlarla gidip gelenlerin aksine kısa maraton koşuyorum.

Önlenemez bir huzursuzluk asılı içimin merdivenlerinde ve basamaklar öylesine dik ki ve işte ışınlanıyorum on sene evveline hala gülümsemeyi becerdiğim zamanlardan kalan kırıntılarla idame ettiğim sefil cennetim.

Nasıl mümkün oluyorsa artık sefaletten cennete uzanan yol ve oturduğum dairenin dik basamaklarında defalarca düşme tehlikesi geçirip zar zor çıkıyorum dışarı en azından sıcaklığın baskın olmadığı ve limonata tadında güzel bir bahar mevsiminde yola düştüğüm.

Sevdiğim kim varsa henüz terk edilmediğim.

Sevmediğim kimsenin de olmadığı ve lanet kulağıma fısıldıyor: basit bir ayrıntı büyüyor da büyüyor ve anlaşılmaz bir şekilde insanlar kazanlar kaynatıyorlar.

Sebepsizim.

Sabırsızım.

Sentezleyeceğim bir hayat yok henüz önümde…

Saten kumaştan kayan pireler gibiyim: bir zıplıyorum ki içimdeki o devingen malikânede ne de olsa yoldan çıkmamış hayallerim en azından kırk yaşın olgunluğunda bir çocuk gibi de nasipleniyorum ufacık mutluluklardan.

Başım henüz dönmüyor.

Henüz dişimin kovuğunda faiziyle biriktireceğim yenilgileri de kaç taksitte ödeyeceğimi bilemezken.

Olan bir şeyler var adını koyamadığım sonra sokakta ayyuka çıkan fısıltılar büyüyor ve dedikodunun hasını yapıyor eski komşularım.

Ölümle henüz teşrif etmediğim sonra kızarıyorum domates gibi hatta pancar öyle ki al al yanaklarım ve ellerim ve tabanlarım.

Mataramdaki su çoktan tükenmiş ve bir bardak su isteyeceğim bir Allah’ın kulu Allah rızası için bir bardak suyu vermekten aciz.

Sakil.

Sireni suskun bir ambulans belki de cenazeyi alıp da gidecek olan artık kimin öldüğüne Tanrı karar veriyor öncesinde kadının hırçın sesini duyuyorum durduk yerde mimlendiğim ve haberim dahi olmadan birileri birilerine beni çekiştiriyor.

Suçsuzluğumu ispat edemiyorum aslında suçumun ne olduğunu sonradan anlıyorum.

Coşkulu ruh halimle sadece kendi dünyamda yaşarken içimdeki cenneti kurutan…

Evimdeki pembe duvarları al kanla boyayan ve benim kanımla.

Kanıyor muyum insanlara?

Elbette.

Dün de bu gün de ve yarın da.

Mevsimler aynı kalmıyor insanlar gibi.

Bense bir yaprak filan değilim ama içimde hırçın rüzgar harıl harıl akıyor esiyor gürlüyor ve yapraklar çoğalıyor bense havada uçuşan bir harf gibi asılı kalıyorum: a ile başlayan c ile firar ettiğim ve tam da ı diyecekken bayılıyorum.

Ölümsüzlüğü filan mizacım bildiğim ömrün de infilak ettiği ve penisiline olan alerjimle gidip geliyorum aslında gidip asılı kalıyorum aslında gelmemek üzere çıkıyorum yola.

Ama ölmüyorum.

Bir kere daha aynı filmin fragmanını sunuyor bana Tanrı.

Gösteri sanatlarında çuvallayan bir figüran iken başrole soyunuyorum derken kısa süre içinde birkaç kere daha zehirlenip anafilaksi ile flört ediyorum.

Evden acile.

Acilden seruma.

Senaryo değişmese de kaderim değişiyor ve ölüm korkum tetikleniyor üstüne en sevdiğim kaç yakınımı sonsuzluğa uğurluyorum.

Gök mavisi umut mu?

Perdeli gözleri mi mevsimin?

Mevsimlerden bahar üstelik.

Baharda yaşadığım sonum.

Veryansın edemiyorum da çünkü gücüm yok ve basamaklarııı zar zor çıkıp iniyorum son defa çekip kapıyı çekip gidiyorum cennetimden.

Aşkın sebili.

Yalnızlığın koridorları.

Bemol.

Gam.

Solfej dersleri aldığım.

Saatlerce piyano egzersizleri yaptığım.

Adeta koşu bandında geçen hayatım.

Ve tam on sene sonra yine Nisanda hüznü yaşıyorum gerçi bu sefer başım dönmüyor ve ıkına sıkına çıkmıyorum basamakları.

Farklı bir cennet modeli.

Dışarısı soğuk ama içim sıcak.

Lal sözcükler artık sayısız açılım sunuyor hayata.

Islıklıyorum güneşi ve içimdeki şehir solmadan günü solduruyorum ama depo ettiğim ışık geceyi aydınlık kılıyor…

On sene sonra yaşarken baharı ve soğuk bir Nisan gecesinde ezan sesinde huzura varıyorum ve daha da çok insan eklenmişken ebediyete intikal edenlerin ardından sadece dua ediyorum sadece iman ediyorum sadece diliyor ve direniyorum hayata ve ayakta kalmanın hikâyesini yazıyorum her gün ve her gece…

Nefes aldığım kadar nefsimi yenip de zafer işareti yaparken gözlerimdeki feri coşturan İlahi Ateşe dokunmanın verdiği o farkındalık ile içimde yeşeriyor bahar ve Nisan ve geceyi dahi beyaza boyayan inancın şiarı iken umudum ve dualarım…

 


( Yine Mi Nisan Hüznü... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 7.04.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.