Azat et, Rabbim: iman ettiğim kadar
saklıyım ferinde evrenin ve iması olmayan bir sözcükte saklı neferim.
İmla hatası olmaksa adıma yakışır bir
hüzün bahşet.
Önce ağladığım sonra dağlandığım
sonra bir nebze de olsa dokunmaksa mutluluğa.
Muskam kayıp.
Sır verdiğim en az ne çok ne ayıp.
Hüsranımda varlık; yokluğumda huzur
aslında neye denk düştüğümü bilmeden kaçıp kovalandığım ve işte nihayetinde
düştüğüm tuzak.
Ilıman bir mevsim olamadım.
Soğuk rüzgârları ise hep sevdim.
Sıcak iklimde erir diye buzdağım asla
sevemedim yazı, güneşi.
Karla doğdum ben kandım da doğdum bir
Haziran gecesi ve bilemedim öncesinde kar tanesi olduğumu bir ömrü devirdim bir
de bir çığa dönüştüğümü gördüm ki.
Her çentikte saklıyım.
Dünümden azat olamadım üstelik.
Günse böğrüme saplanan bıçak geceyse
ruhumla sivrildim en ulu mertebe.
Kayboldum, kaybettim ve
kazandıklarımla semirdi acılarım meğerse acı yüklü bir bohçaymış sırtımda
taşıdığım o yük ve yükümlü olmadığım ne varsa varlıksızlığıma şart koşan
hulasası insanların…
Düş iklimleri saklı cebimde hani rüzgârın
yarattığı izdihamda çatık kaşlı mizacıma yenik düşen kahkahalarım.
Aldırmazlığımla salınıyorum ve
rengimle alınıyorum hayattan aslında dersimi de alıyorum.
Sözcükler mubah.
Hayatsa hatırı sayılır kadar kısa ve
de uzun.
Bir uydusuysam duyguların, rüyalarımı
yok sayıyorum aslında incinmişliğin girdabında yaka silkiyorum elbette
kendimden.
Düşey eksende miladım.
Yatay eksende mizacım.
Aksıran bir düş gibiyim içine
düştüğüm.
Alkışlayan bir yas gibiyim dinmeyen
yaşımın ket vurduğu.
Renklerle çalkalanıyorum ve beyaza
çıkıyor tüm renkler ve düşe kalka büyümesem de düşe kalka yaşıyorum işte.
İksirim ise duygularım ve mutumda
saklı bir mutluluk avuçlarımdan kayan neyse kaymadan yaşamak mümkün olsaydı
keşke.
Mızrabım kırık, miracımsa aşk ve mizansende
saklı bir koşu atı gibiyim.
Bir yerlere koşuyorum bir yerlerden
uzağa kaçıyorum.
Ah, ben.
Ah, yokluk elbet umurumda değil.
Göz çukurum yok çünkü ben dolunayım.
Düş çukurum yok çünkü gerçeklerin de
farkındayım.
İlahi bir rüzgâr benim sırdaşım ve
rengimle kabul görme uğraşım.
Sökün eden zerreler ve beni bana
sunan belki de eksildiğim.
Şimdi zemherilerden kaçtım ve
zebanilerden ve yer göğe konuşlu ve gök bana ve Rabbimse her yerde.
Varlık ne ki hem yoklukla
sınandığında iyi de rüzgârın kendisiyim ben içimde coşku coşkuda saklı kırık
yüreğim ve kırıklardan inşa ettiğim bir dünya.
Makbulümdür kader ve razıyım kaderime
hatta kederime.
Kandımsa ne ala.
Kandırmıyorum işte elbet gamlar
ötüşüyor sol anahtarında ve notalar diziyorum hayata.
Hayatın bakiyesi: yemin billah
borçluyum ben Rabbime ve hayattan alacağım ne ise dert değil neyse bahşedilen
başım gözüm üstüne.
Sökün eden bir şeyler var ve
söküklerim.
Telaşla onarıyorum telaşla sıvıyorum
çatlakları.
Renklerin kubbesinde ben gök kuşağıyım
madem ç/alıntı olmayan mizacım ve hayal dünyamla resmediyorum olmayan gücümü
bazen çattığım kaşımı hem kimseler görmeden gülümsüyorum ağlıyorum da.
Sağ omzumdaki melek eşlik ediyor
gülümsememe diğer melekse gözyaşlarımı siliyorum.
İdare ediyorum hayatı ve idame
ettiriyorum yorgun ruhumu.
Kırbacımsa acılar en çok acıtan ama
kimselerin de bana acımasını istemezken çünkü köküm sağlam gerçi gövdem delik
deşik ama.
Görmeyen gözlerine insanların ışık
oluyorum ve hala karanlıkta yol alabiliyorum.
Sözcüklerim ne noksan ne biten.
Biteviye umut.
Aralıksız hüzün.
Yanlış olan neyse üstlendiğim belki
de doya doya yanlış yapma hakkımı kullanmak istiyorum hayatımın geri kalanında
ve bilsem de tüm doğrularımın gideceğini ama gidermek adına çektiğim
sıkıntıları.
İlahi düşümde saklı tuttuğum her şey
ve herkes olmayı reddettiğim.
Maviyi bu kadar mı sever insan hele
ki pembesi siyaha dönmüşken hayatın ve dünün yorganını yakıp yeni bir hayata
yelken açmışken kulaklarım uğuldasa da en çok huzura öykünüyorum ve nihayetinde
biliyorum ne istediğimi.
Sirayet eden binlerce duygu ve riayet
ettiğim kâinat.
Mizacımda saklı bir ufuk ve umut
yelkeni.
Darmaduman olmanın da önemi yok
artık.
Eyvallah, hayat elimden giden neyse
ne gam ve varlığıma tek sahip çıkan iken Yaratan ses etmeden yaşamaksa payıma
düşen…