Düşlerini tart, yabancı ve bir fiske
de sen vur duvarların yalıtılmışlığına: hangi mizansen ise ayracı öfkenin, ser
beyitlere ve tokuşturduğun duygularından medet um elbette aşkın hatırına
gireceğin odanın katı duvarlarına söyle de erisinler; erisinler ki hicreti
gerçekleşsin ufkun.
Bir kaya gibi sağlam.
Güneşten de sıcak olabilirsin belki
de buz dağının eteklerine serilen bir yamaç paraşütü gibi böbürlenirsin
konduğun her ayrıntıya ve buklesi saçları gençliğinin derken beti benzi atan
kimliğinin soyut bir cümleye denk düşer ve esrikli aklın gel-gitlerine
söylersin yerli yersiz ve apışıp kalan her gölgeyi sahiplenirsin ne zamanki
yersiz yurtsuz birine denk düş…
Korkuları gibidir herkes.
Hiçliğin merkezinde varlığına ötenazi
yapan sıfır gibi hiçliğin ta kendisi ve esefle yuvarlanan onca ondalık duygu ne
zamanki ulaşsın zirveye buharlaşır ansızın.
Aklımı oku, yabancı. Yetmedi mi?
İçimdeki kıvrımlarda çağlayan kanıma
eşlik eden ve kana kana içtiğim acılarımda saf tut ki safiyet yüklü benliğime
dokunan her zerrede saklı benim belleğim belki de elleyemediğim düşler gibi
akıp gitti içimdeki sancı.
Bencileyin bir aşk ki mazhar olmanın
verdiği esef.
Sencileyin bir mağduriyet ki öfkenin
zümresinde yer değiştiren piyonlar gibi.
Şah mat, demenin özlemi saklı belki
içimdeki gizli öznede ve sefil tanrıların girift yalnızlığı ta ki insanlık rast
gelene kadar İlahi Adalet ile…
Sandaletleri yalnızlığın aslında
çıplak ayaklarında sözcüklerin makas atan trenler gibi yokluğa ve yokluğun
maruzatı pekişen bir kıvanç gibi insan neye denk düşüyorsa bir başkasının
nezdinde.
Soluksuz kaldığın belki de
soykırımıdır duygularının.
Son bildiğin aslında hiç başlamadığın
masalın ilk hutbesidir.
Tüm masallar bir kehanet ve tüm
kahramanlar aslında kendi masalının tanrısı iken insan.
Sancılandığını gizle istersen.
Sevap işlediğin her günde baştan
başlayabilirsin de o uhrevi yolculuğa ve sınıf atladığın acılarla boyut
değiştir dilediğinde.
Sözcüklerin, yabancı: ah, o
sözcüklerin senin ilk sevgilin ve unutamadığın yılların da verip veriştirdiği.
Gizindesin ölümün ve izindesin ömrün
ve sitemin varsın olsun sadece kendine.
Göğsünü gere gere sevmek için çok da
geç değil hani hele ki sıra gelmişse içindeki yabancıyı sevmeye…
Çok geç değil, yabancı elbet ötenazi
yapacaksın sayısız izafi gerçeğe ve dokunduğun kadar da dokuduğun hayat ikliminin
ve semada saklı bir bulut gibi içindeki şeffaf seyirciye söylenme asla söylenme,
yabancı varsın sefil bir soytarı bil içindeki yabancıyı ta ki kendinle yüzleşip
restleşeceğin her yeni günde saltanatını sür zavallılığının ta ki yerleşeceğin
zirvede bir bulut olmanın özlemi ile…
Gerisi yok, yabancı tıpkı senin de
asla var olmadığın gibi yeter ki içine akıttığın gözyaşı ile yıkansın tüm
kirler, illet bir acıdan mustarip her masal kahramanını da kendin belle yeter
ki.