S/oluksuz kaldığımızın mahsulüdür
peşinen yanan evren belki de kürediğimiz minvaldedir d/okunaklı hayatların,
basireti bağlanmış şiirlere yoldaş olduğu.
Cübbesi yorgun bir şiirin mezarını
kazıyorum belki de içmediğim iksirin şerrindendir yaka silktiğim sonra da
coşkumu kanatan bazı bazı şehir efsaneleri.
Mintanı yok ki duyguların ve saflığın
da manzumesi gecenin hizaya getirdiği o körüklü nefisler.
Şüheda düşlerin mimarı madem gece,
acılara yol vermeyi unutan sefil bir sema mıdır peşinde düştüğümüz aşkların
cafcaflı saltanatı ve peyderpey gözden düştüğümüz…
İhbar ettiğimiz bir cenk belli ki ve
sefasını sürmekle ömrün bir de türkü tutturduğumuz satır araları.
Şehrin kozasında yerleşen kuşlar ve
yolunu kaybetmiş martılar ulu orta sözleniyor yorgun mavinin çıtasını yükseltip
da ermekle nihayete son bulacağını sandığımız acılar oysaki daha çok var
hidayetin basamaklarını tırmanmaya ve daha çok var bakracın içine dolup da
taşacak yaşların rahmete dönüşmesine.
Peşin hükümlü nice vecize ve ıslık
çalan kuşlar hani neredeyse dile gelip insanları tuş edip de hâkimi olacaklar
doğanın.
Düş gücüne galip gelen ne ise sağanak
öncesi sağaltıyor da düşleri ve pekişen arzular pembeleşen yanaklarına şairin
benekler armağan ediyor belki de uçuç böceğine nispet yapan bir dokunuştur,
albenisi olan hangi düşse gerçeğe çalım atan ve az sonranın da mizansenidir
akıldan geçen.
Akla zarar kimi zaman zihnini
okumakla canını okumak arasında gidip gelen arzular bir de müptelası olduğumuz
güzellikler kimi zaman beti benzi atmış duygulara rahmet okuyor ve bitimsiz bir
çalımla arzı endam ediyor yüreğin istilacısı hangi gök gözlü şairse şiirden
sarındığı şalına ortak ediyor hoyrat rüzgârı.
Uçuşan saçlarımda mademki şehri
misafir ediyorum eziyet çekmek de çok olası ne zamanki hızına yetişemesem
sevdanın ve sevdalı beyitlerin.
Trampetler çalan doğa ve düş mahkûmları
ki her satırda bir yatır hizmet ediyor insanlığa ve görünmezliğin minvalinde
yorgun notlar zil çalıyor kırık tuşlarına tutunup da antika piyanonun kök
söktürüyor kimi zaman mazinin askerlerine.
Şehir üşüyor.
Şair de.
Ölüm kükrüyor.
Nidaları kayıp oysa masalların ve
masal kahramanlarının ve esrarlı sevdalar uçuşuyor havada öyle ki kazan
kaldıran aşk meleği pürü pak yüreklerin teneffüs ettiği özlemle sırdaş
birliktelikler muştuluyor.
Öğün arası acılar.
Acı arası g/öğün iç çeken suskunluğu.
Şehre misafir gelen bir yabancı gibi
kimi zaman şair ve hutbelere serilmiş hece hece belki de kayrasında muhafaza
ettiği yenilgisine de sırdaş bir resim her rengin kendine has dokusunda kabul
gören de bir nota ışıkları yanıp sönen göğün kat kat sürdüğü boyalar dökülüyor
şehirli kadının yüzünden ve pembe yanaklarında dolunay saklı sevdalı Anadolu
kadınının tıpkı türkü gibi çağlayan tıpkı Türkiye’m gibi her güzel yürekli
insanı kucaklayan.
Şehirse, kaçan yüreğinden şairin
elbette şehrin ışıklarına eşlik eden güzel ülkemin de utkunda ve ufkunda saklı
iken türküler ve dalgalanan bayrağım ki bayram gelmiş bir kez dercesine acıyı
da mutluluğu da pay eden güzel insanlar sayesinde yol alıyor ülkülerimiz ve muradı
dillenen her Türk’ün de coşkusu yalnızlığına kefen biçen bir şiiri sonlandırıp
coşkuyla ve sevgiyle yola düşmüş her Türkiye sevdalısı.
Kıtalar aşınıyor ve şiirler
perçinliyor bitimsiz aşkı ve vatan sevdasına eşlik eden dualar ve göğün
kanatlarında şakıyan beyaz güvercin.
Eğer ki şiirsem.
Eğer ki şehrine âşık bir şairsem ve
ülkesine sevdalı…
Eğer ki hürsem ve dününü milat bilen.
Elbette vatan aşkımızın şerefine yola
düştüğümüz ve dualarımızı da eksik etmeden yüreklere kazıdığımız her zafer; her
beyit ve her aşk dolu manzume…
Şiirin şafağında açan bir gonca ve
yüreğin paravanası iken özlem dününü unutmadan yarınına çoktan sahip çıkmış bir
inanç eşliğinde büyüyen günden güne.