Kasımdan da kestim umudumu
nihayetinde belki de afakanlardır tahliye olan; iç sessizliğimde kundaklanan
dış sesin de efkârıdır kelimelerden kurduğum çilingir sofrasında kalemin
dağınık tellerine b/asıp da yüzümden düşen bin parçanın belki de haddi hesabı
olmadan yazmakla teselli bulduğum.
Telvesi kırk yılın.
Şeceresi bastırdığım isyanımın.
Kamikaze bir sızıda baştan başlamanın
sıra dışı ölümüdür her minvalde çöreklenen beyaz bir yalnızlıkta döküp de
hicranın manifestosunu, kuram dışı bir kesittir belki de yüz göz olduğum sırlı
yarım adalar.
İmzası yok ki mevsimin…eşkali de yok.
Yorgun aryalar kazık kakıyor
satırlara ve geceye minnet ediyor bay kuş ve bayan kuşlardan ibaret bir kuş
çetesi az sonra damlayacak sabahın neminde kulvarı olmayan acılarla sözleştiğim
sevici hülyalar.
Tam teçhizat.
Tamdan bozma yarımlar belki de.
Tanrının dokunulmazlığında insan olma
hakkımı sonuna kadar kullanıp ne ise hükmedildiğim ve kim ise kara kuşağın
sahibi.
Cezvesi kırık tüm ayrıntıların ve
kodaman misafirler yatıya gelen sessizlikte bir tek daha içen aymaz kuşlar.
Seferinde ömrün.
Seyrüseferinde günün.
Kuluçkaya yatan mevsimin tokuma kaçan
nazı.
Sebepsiz sebepler ve nifaksız geçen
günün belki de beli her büküldüğünde imlecin de tahayyülüdür gecenin bit
yeniği.
Karaborsada kanatları şahikanın ve
pejmürde yalnızlığın da dik alası ve az sonra gelecek kesim tarihi geçkin
mizaçlı Kasımın.
Kasımın hüviyeti Aralığa saatler kala
belki de yeni yıl öncesi son şansımız. Sevecen illetler kuşatıyor yeri göğü ve
sabırsız mealimde dikiş tutturamadığım evrenin tozunu attırıyorum.
Tekelinde olsa olsa yarım ağız
sevinçlerin de isyanında salıverdiğim hüznün nirengi noktası ve
dokunulmazlığında yazdığım satırların…
Peki, o zaman ne de olsa her dara
düştüğümde esniyor ağzı kalemin ve kapitalizm bulutlarında toptan alıp
satıyorum satırları düş pazarında kaça alabilirsem bir şiiri nimet belleyip
ellerimden kayan her yıldızı kuyruk acısı belliyorum gece bekçisinin ve
dudaklarında çatlak ovalar gözlerinde sihirli bir gök kuşağı ve kumpası ölümün
elbette heybetli bir dokunulmaz şahlanan duygulardan yana ne ise özür olarak da
sunmayacağım.
Geri sayıma başlıyorum ve tüm
yorgunluğu taşlayan sicilimde eksik olan bir rütbe ile devasa laneti kutsuyor
yalnızlık.
Kadınsı ses tonunda yoldan geçen genç
irisi bir adam ve güne uzattığı ellerinde ojeli parmakları ne de olsa cinsiyet
sorunu yaşayan haddinden fazla insan var çevremde.
Erkeksi bir manifesto diğer yandan ve
erkek görünümlü dalyalarca acı.
Kuru çeşmenin musluğu ne zaman
çalındıysa ve gece bakışlı gökyüzü sondan başa mimliyor yerkürenin her
koğuşunu.
İçimizde koğuşlar ve yaralarımız
koğuş ağası.
Seferberlik ilan eden mazi elbette düş
gücüne ihanet eden gerçekler sudan sebeplerle yok sayılmaya namzet her ihtiras
ve yenilgi kurbanı gölgem ki beyitlerin taşkın hecelerinde sadece ses tonu
farklı günün bölmelerinin.
Bölen acılar ve bölünen varlığım
nihayetinde b/ölüme uzandığım ve kavisli bir yol derken sokağın başında görünen
kırmıza saçlı mağara kadını ve az ilerisinde yolu mesken tutmuş İstanbul’un
yeni sakinleri: martı demeye bin şahit gerek ve arabalar yol veriyor bu
garipsenen ahaliye belki de kornalar korkuyor onların çığlıklarından yine de
efendice salınıyorlar ışığa inat yüz de çevirmiyorlar hani göğün penceresinde
saf tutan bir kırlangıcı dışlayıp mermer mezar başlıklarına doğru yol
alıyorlar.
Başı olmayan bir masaldan firar eden
hangi masal kahramanıysa yazmaya meyyal bir tüp geçitte sonlanıyor hikayem ve
takoz koyduğum güne sitemim ve içimde vızıldayan sinekler ne de olsa az evvel
yuttum toz torbasını mevsimin ve doğayı da hayvanları da böcekleri tek solukta
içime çektim.
Ömrün ana kıtasında.
Verilen öğütlerin de yankısı iken sessizliğe
olan düşkünlüğüm ve unuttuğum her duyguyu yeniden hatırlıyorum mutlu olmak
adına ki ne zaman yolum yazmaya düşse belki de asla sonlanmayacak bir heyecanla
içimin şalını örüp de kışa uzanan varlığımda ben bir kestane şekeri kadar
şerbetli olsam da acının şevkine bandığım her ayrıntıda toz kondurmazken
hayallerime…