1
Meşrebi yangın olan bir öğleden
sonrası.
Zanların yokluğa hicvi yine
tanımlaması olanaksız bir içgüdü ve uçuşan tül perdenin artık gizlemekten gına
gelmiş savsaklığı ile odanın gözler önüne serildiği.
Kumaşın yansıması… hayır, hayır,
çığlık atan bir tül perde akmaya yüz tutmuş dikiş yerlerinde evin hanımının el
izi ve elime bir beden büyük gelen o eldiven oysaki Haziranın yakıcı sıcaklığında
nasıl da terlemeye müsait vücudumun doğası.
Bana fazla gelen bir beden misal.
Formumu korumak adına açlığımı disipline ettiğim bir ruh derken nefsin
isteklerine duvar ören ama acılarla hemhal içindeki nemi gözlerinden boşaltan
bir ben ve bir ben daha… uysal. Ve diğer bir ben: hırçın ve öfkeli.
Sözcükler yas tutmuşken bir ömür sele
kapılan cümleler ve ben sadece bir can simidi olmasına da izin vermiyorum
sözcük hengâmesinde soytarı bir noktalama işareti olmaya razı soru eki
getiriyorum her cümleyi de kendime mal edip.
Dokusunda özlem var ne de olsa uzak
kalamadığım ve gülüp geçmeyi de beceremediğim ayrıntılar.
Tabanlarım yanıyor misal. Öykündüğümü
önemseyip hatmediyorum yolları ve akan terime müdahale etmeden saatlerce
yürüyorum.
Yavan bir tutsaklık bedenime
hapsolmuşluğum bazen ruhum çökkün ve duygularım haşmetli bir tedirginlikle ne
zaman yazmaya otursam bedenimden kurtulmanın hoşnutluğu ile söküklerimi
dikiyorum ve an geliyor tüm dikişleri söküyorum.
Sözcüksüz geçmiyor günlerim ve
gecelerim. Rüyalarımın rengine boyuyorum gerçekleri ve ne ilginçtir ki
gerçeklerim de örtüşüyor bire bir rüyalarımla.
Hayallerin tutsaklığında özgür
kıldığım bir söylev mesela içimdeki tembel kız çocuğu ile de bire bir örtüşen
yetişkin kimliğim.
An geliyor kendime oyuncaklar
ısmarlıyorum.
An geliyor felsefe kitaplarındaki
dokümanlara bağdaş kuruyorum ve tüm hurafeleri esnek bir biçimde algılayıp bir kâhin
edasıyla sözüm ona yarınımı resmediyorum ve beni uyaran dış sesler.
Sancılı olmasını dilemediğim bir gün
ve yine apışıp kalıyorum bu kadar kazıntı bir günde mi saklı olur diye.
Tül perdem çok haylaz ve kalın
perdeyi çekip tül perdenin aciz varlığına isyan ediyorum içimdeki gizemin ya da
matemin dokusunda illa ki açık vereceğim korkusuyla geri çekiliyorum.
Günler tıklım tıklım geceye hürmet
ettiğim ve sazan misali inandığım masallar hatta ve hatta yazdıklarımı
gerçekmişçesine algılayıp sezilerimi bu kez sağaltıyorum ve tüm hıçkırıklar tek
cümlede toplanıyor.
Kimsesizliğime mal ettiğim ne çok
düş.
Düşlere mal ettiğim sayısız düşüş.
Arayışın meali iken okuduğum yazarlar
ve nihayetinde beni bana sunan ya da bir yabancıda kendime rast geldiğim:
‘’Neyim ben? Neden bir şarkıcı-hem de
Blind Lemon Jefferson-değilim? Bir hiç olmadığımı bana kim söylüyor?(…)
Anlatmanın büyüsüyle başladım işe. Oluruna bırakmak. Hoş görmek. Serimlemek.
Aktarmak. Malzemelerin en uçucusunun, soluğunu işlemeye devam etmek; onun zanaatkârı
olmak.’’ (Alıntı)
Ve rast geldiğim bir alıntı üstelik
Goethe’den an’ıma rastlayan:
‘’Her şey ortada ve ben hiçim!’’