‘’Ben buradayım, sevgili okurum, sen neredesin?’’(Oğuz Atay)

 

Nefsime yenik düştüğüm bir an, tabuların dayattığına da tanık ve kelamı bir sapan mahiyetinde tasavvur ettiğim.

 

Hangi kelime ise ıskalamadan şaha kalkan; hangi batınsa kaç kez doğduğumun önemimin kalmadığı…

 

Bir araz belki de ya da bir ahraz ve tutukluk yapan yüreğime esefle baş kaldırdığım bir diğer deyişle insanlığımı ve insan sevgimi sorguladığım…

 

Mevsimsiz bir sancı meyleden sonrası Allah kerim, demekten de ötesini tahayyül edemezken…

 

Yardım istediğim bir gece yarısı sanırım duygularımın tımarını yaptığımın çok ertesi bir zaman diliminde yine tutuklu kaldığım yine turuncuya dönen tenim farzı mahal kilo kilo havuç yiyip keratin bağımlısı olduğum üniversite yıllarıma kesin dönüş yaptığım bir karekök sorgulaması ne de olsa karesini almaktansa sürekli bölündüğüm ve bölüneceğim gerçeği ile yaşıma meydan okuduğum…

 

Sapır sapır döküleceğini bilsem de iç sesimin mafyasına ortak dıştan serzenişte bulunan ne çok kayıp oktavlı yanılsama.

 

Mahiyetinin ne olduğunu aralıksız sorguladığım ve bir düş’ün kuvözünde büyümeyi bekleyen bir hayal tomurcuğu…

 

Sıradan geçenler.

 

Sırası geçenler.

 

Bir de kendinden vazgeçenler üstelik ne uğruna ve kim adına falso olarak görülüyorsa yüreğinden dökülen sözcükler.

 

Terzi nasıl ki kendi söküğünü dikemez mantığı ve hayatımı cehenneme çeviren toplam otuz yıllık bir zaman dilimine uygun bir başlık arayışı ile kaç asırlık roman yazma hayalim: oysaki kalemin varlığından bihaber sadece hesap kitaba yönelik bütçe analizleri belki de asla haz etmediğim çevirmenlik ediminden yine kendimi çevirmen kategorisine uyan bir titri de görmezden geldiğim ve buna rağmen özellikle yüksek lisans yaptığım yıllar aralıksız çeviri yaptığım bölüm hocalarım üstelik ne uğruna?

 

Kabul etsem de etmesem de; rotamı yönelttiğim burun kibirli insan izleklerinden bana yansıyan ve bir dogma başlığı altında asla istediğim gibi serpilemediğim bir tarla oysaki gübresi de suyu da katıksız ve aralıksız beslerken damarlarımı.

 

Kan aktığına asla kani değilim yine de bir pıhtıyı dillendirebilirim damarlarımda belki beynimde bir göçüğe yol açacak belki telaşlı yüreğimde bir damar tıkanıklığı ile bunca hüznü ve hayal kırıklığını kelimelerden ruhuma oradan da bedenime boca ettiğim.

 

Sefertasımı aradığım bir gecenin ertesi oysaki yolculuğa çıkacak ne ilk ne son yolcuyum. Hepi topu beş-altı yaşlarında bir afacan ve hangi akla hizmetse rahmetli babamın çıkacağı o uzun tren yolculuğunda annemin akşamdan hazır ettiği köfte patates ikilisine göz dikip boca ediyorum mideme üstelik karnım aç filan da değilken ve akabinde neredeyse bir ömür sürecek olan o suçlama; o yargısız infaz.

 

Neymiş efendim?

 

Ben ortak olmasaymışım bu yemeğe babam da asla vazgeçmeyecekmiş trenle Ankara’ya olan yolculuğundan ve elbette kariyerinde açtığım bir delik belki de kocaman bir yama yine bir ömür başıma kakılan ve sür-git defolu addedilen yeni yetme ruhum.

 

Sözcükler öbek öbek ve beslendiğim acılarım bir anlamda yüreğimin de ruhumun da temel yapı taşı tabir-i caizse gübrem; tabir-i caizse yakıt ikmalim; tabir-i caizse kendime attığım okların ucunda hep kan yerine göz yaşı damlarken.

 

Hadiseyi dillendirmeden gün bitmiyor sanırım güneşin batması değil benim günü sonlandırma telaşı: bizzat gün içinde yüreğime ne telkin edildiyse ya da gün içinde beni esir alan yorgun bir bulut hani neredeyse yüreğimi ağırlaştıran ama asla metazori bir sunum da değil bilakis şah damarımdan yakın olan varlıkla gönül muhabbeti kurduğum o gece yarısına en yakın olan bir ya da iki saat.

 

Bir temenni deryası içimi işkal eden ve hangi patavatsız fani/fanilerce yıkıma uğradıysam-elbette günlük bir argüman değil ben merkezli bilakis ne kadar yansız ve sessiz olsam da illa ki yüreğime yediğim bir serum belki teşhir edilmesinin anlamsız ve ilkesi olduğunu düşündüğüm ama gün içinde çığ gibi büyüyüp nefesimi kesen.

 

Görüntü kirliliğine maruz bir şehir ve de gürültü kirliliğine ve tahakkuk eden o uzun menzilli yorgunlukla kuluçkaya yatan basit ve tepkisiz bir an’ımda nasıl oluyor da saf dışı bırakılıyorum hani nerede ise bir hengâme belki de curcuna adına hayat başlığı attığımız…

 

Bazen bir dolmuşta bazen metro büste bazense yaya olarak yürüdüğümüz o istikamette dahi ezilme ya da kaza geçirme ihtimali varken bizler dört göz etrafımıza odaklı günü kurtarmakla iştigal.

 

Bir büyü olduğunu biliyorum duygu aktarımında içimde büyüyen o kaos.

 

Bir sunum olmalı mı olmamalı mı; bunu ise asla kestiremiyorum gün boyu ve o habis duygularla ameliyata girişen bir cerrah titizliğinde duygularımı yatırıp didiklerken ruhumu, buluyorum kendimi ansızın ve evet, merkezi tek gözlü bir ev belki bir apartman katı belki de boşlukta kurulduğum o salıncak; gözlerimi alamadığım maneviyat ve yüreğime kor düşen asil bir tevazu kimden kime yansıdığını kestiremediğim belki de tam tersi: hangi kanalla beslendiğimi reşit bir yürekle onadığım.

 

Katlarında yüreğin döşüyorum ve reçelli ekmek yer gibi bir sofra hâsıl oluyor.

 

Her yer reçel.

 

Şerbetli yüreğim ve sevici imgeler tereyağı kadar lezzetli ve bonkör ve asla da kilo aldırmıyor. İşte sihirli sözcüğü buldum aslında otuz yılımı yok saydığım o uzun zaman dilimindeki en temel yapı taşı iken; kilo ile orantılı düşüncelerim ve kaygısız ve kayıtsız bir gün kaleme alacağım bir otobiyografi nazarında kendimi yatıracağım o ameliyat masası.

 

Farkındayım: nasıl da muğlâk bir konuyu dillendirdiğim üstelik duygu bazlı bir reçineden nasıl da uzandım fizyolojik bir ayrıntıya yine hayatımı kâbusa dönüştüren bir dirayet eksikliği ile bir o kadar kendime yüklendiğim ve duygularımı arka plana attığım.

 

Yönüm.

 

Yolum.

 

Kıblem.

 

Sevgi bazlı bir rutinden asla da taviz vermezken…

 

Bir soykırım kadar da tehlikeli iken detone yürek sesimin eninde sonunda rüştünü ispatladığı…

 

Bir kaygının da ilk erişimi aslında büyürken sevgiyi ve aşkı merkez bilsem de bir sonraki adım; hep kınama ve yargı iken.

 

Bir düşü tahliye ettiğim dünüm ve evet, üzgünüm ki; maziden sapma gayretlerim bazen boşa çıkıyor ne de olsa dünün enkazı sağlıklı bir rota sunmuyor insana hele ki; aynı insan aynı hataları bir ömür tekrarlıyorsa yeniden parantez açmadan devamı geliyor mazinin ve yarında dönük yüzünde ömrün, an’dan kopuk yaşama gibi bir gaflet de esiyor da esiyor.

 

Hayatı nasıl ki iki evrende sunuyor Tanrı biz yazanlara da bir aşk daha sunmuşken İlahi Aşk sonrası belki de tutunmak adına hayata ve yeni bir diriliş iken ne zamanki başımı sayfaya sokup da kelimelerin kumundan başımı kaldıramadığım gelin görün ki; o günlük geçici bir noktayı da tahliye edip yazıma bir sürelik ara verdiğim aşağı yukarı yirmi saatlik bir zaman dilimiyle ben secdeye durduğum vakıf ve Yaratan ile kurduğum gönül muhabbetinde ruhum ve vicdanımla barışık-en azından kısa bir sürelik zamana denk düşen belki de uykuya yenik düştüğüm o sıra dışı rüyaların da tecelli ettiğine kani bazense uyanmaktan korktuğum ya da tam tersi bir an evvel uyanmayı için için dilediğim o bilinç dışı denen çöplükte ben yazmak için yeni malzemeler bulmuşken üstelik aradığıma delalet bir ipucu da yokken.

 

Aşkın mahiyeti aslında tüm olup biten aslında olup bitenden çıkan anlam henüz olgunlaşmamış bir meyveyi kemirmek istediğim ve işte bu minvalde ben kalemi dişleyip kendimden geçtiğime sadece Tanrı iken şahit.

 

Tereddütlerin yok olduğu aslında mütereddit ruhumun yazarken kısa süreli de olsa huzura ve sessizliğe daldığı tıpkı tefekkür öncesi ve sonrasında müdahil olduğum o büyülü atmosfer kendimi bilfiil sorgularken ve ne ilginç ki kendimden bağımsız kendimi yaşarken aslında bihaber an içindeki kaygı ve korkularımı yok saydığım ve bir gün sonrasını şimdiden planladığım yine de saatler devinirken görünen o ki; hiçbir şey de planladığı gibi yürümüyor.

 

Bazen küçük bir çocuğun muzip sesi.

 

Bazen arkaya taradığım saçlarımdan fışkıran asi bir saç teli.

 

Bazen halis munis.

 

Bazense dünyanın en dertli soydaşı belki de karesini aldığım yüreğin aslında nasıl da küçük olduğuna vakıf lakin içine sığan kâinatı da kale aldım mı şaşkınlıkla içimdeki deve göz kırptığım.

 

Şehla bir gülüş gibi kalemin namelerinde raks eden.

 

Batıl bir rota gibi aynı yönde gidip gelen.

 

Belki de her gün okuyucuya farklı bir menü sunmak adına içimde mutluluğun ve coşkunun devşirdiği akabinde devindiği…

 

Kalp gözümde asla isyana dönük bir yüz yok madem…

 

Mademki dünümde saklı tüm isyanları affetti Tanrı yine de her an daha da çok affetsin diye içimdeki aynayı kırıp iç içe geçen sayısız ben ile Allah katında muteber bir kul olma hakkımı da asla elimden almasın diye yüce Yaratan.

 

Bazen patavatsız bir tümce gelip de sayfanın ortasına kurulmuşken.

 

Aslında saati kurduğum saatten tam bir dakika evvel gözümü açmışken üstelik sessizliğin temennisinde ben yaygara koparırken…

 

Sanırım kendimi, en çok yazarken seviyor ve onaylıyorum ama ne zamanki uzağa düşüyorum o beyaz ve boş sayfadan içimde piyango çekilişi yapılıyor tıpkı büyük ikramiyenin de adresime denk düşeceğini hissederken.

 

Şatafatlı bir hüzünden kaldırıp da başımı ve aslında bu gün yazacağım konuyu da yarına ertelemişken…

 

Ne yapayım yani?

 

Âşık olmak elbette bir suç değil hele ki insan kendini en çok kendinden sakınırken ve en çok da kendini kendiyle kıyaslarken ve işte…

 

Yazma sebebim.

 

Aşkıma sahip çıktığım kadar mutlu ve coşkuluyum.

 

Sevgilerimle…

 

Ben buradayım yine sevgili dostlarım: sizler de buradasınız, biliyorum. İnsan yüreğinin haritasından asla şüphe duyar mı?

 

 

 


( Ben Buradayım Sevgili Okurum... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 18.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.