Kış geldi mi, geldi. Aylar önce sobayı kurduk ve harıl harıl da çalışıyor
sobacık... Sobacık dediğime bakmayın epey var yaşı, öyle mini minnacık da bir
şey değil... Aslında kaloriferlerimiz de vardı bizim iş yerinde, ancak maliyetler
artınca yedi sekiz senedir sobaya çevirdik, ısınma şeklimizi...
Sabah Sadık Usta yaktı mı sobayı, sobanın yanı hemen kapılır. Gelen
müşterilerden kimisi ellerini ısıtır, kimisi ayaklarını ısıtır. Paltosu, montu
yağmurdan kardan ıslanan varsa, onu kuruturlar. Öncesinde çaydan lığımız sobada
ki yerini almıştır. Öğleden sonra çay gider ıhlamur gelir onun yerine... Sobada
bir işe yarıyorum diye keyfinden dört köşe...
Vallahi müşteride olmadı mı iş yerinde öylede güzel uyunuyor ki sobanın
yanında, bir güzel şekerleme yapılıyor... Zaman zaman rüya bile görüyor insan,
renkli sinemaskop... Genelde kömür yakıyoruz, zaman zaman odunda yaktığımız
oluyor... Bir de hırslarımızı dizginleyip, aşırılıklarımızı, kıskançlıklarımızı
yakıyoruz: onu sobada değil canım nefsimizde yakıyoruz, nefsimizde...
Ha bir de kestanecilerimiz var, müşterilerimiz arasında. Onlarda zaman zaman
bir yarım kilo kestane alır gelirler... Çizeriz kestaneleri bıçakla, atarız
sobanın üstüne, beş on dakikada kestaneler nar gibi olur, sonrasında değmeyin
keyfimize...
Sobanın yanı dedin mi akan sular durur. Soğukkanlı insanlarda burada ısınıyor
sıcakkanlı insanlarda, hem de beş kuruş ısınma ücreti ödemedikleri gibi,
espriler, kahkahalarda hava da uçuşuyor. Nasiplenmek isteyen alıyor heybesine
koyuyor...
Dükkana çok fazla da müşteri geldiği zaman, artık sobanın yanına kim önce
oturursa, o ısınıyor. Bu seferde dakika tutalım diyoruz, onu da kabul etmiyor
canım ciğerim müşterilerimiz. Oturamayanlar da haliyle ayakta ısınıyor... Bir
bakıyorsun sobanın başında, hele de hava soğuksa beş altı kişi ısınmaya
çalışıyor... Ben de araya espri sıkıştırıyorum ''Sobada ısınmak isteyenler
numaratörden sıra alsın, sırayla ısının arkadaşlar.'' diyorum, hep beraber
gülüyoruz...