Zaman türlü ve yanlı yasına alışkın
naaşımla hoş bir birliktelik sunuyor.
İklimler devinirken kapalı kutusuyum
özlemin belki çatık kaşlı bir serzeniş kimince yâd ettiğim değil de yasını
tuttuğum o çapaklı ömür.
Teşhir etmediğim hangi duygum mu
kaldı zaman tünelinde?
Sormalıyım Yaratana belki evren
tınısı kayıp şiirlerle bana yoldaş olmuşken… ben ki; dünün özleminde bir çatı
katındayım ve ayrıcalığı hazan yansıtan yaz akşamlarında terli alnında çöp
toplayan bir çocuk daha bahtın yıldızında kaybolup sönerken gecenin ferine de
yetim bir dokunuş ısmarladığım…
Hakkıyla yaşamak mı dedi birileri
sanırım ritmi mutluluğun: ben ki afakî haykırışlarıma bir bir geçiriyorum
içimdeki kayıp ve paslı kopçalarla ifa ettiğime dair bizzat yanıldığıma da
kani.
Bir kör odayım belki kör noktasını
mutluluğun mimlerken içimdeki kanayan beyit…
Hanimle yoğum belli ki hiçliğin
gölgesine sızan bir kan’ım.
Kanadığım kadar kardığım belki’me
hicap yükleyip sonrama da atıfta bulunmamak adına asla yarının tahayyülünde
aksayan bir yürek sesine de dur, demek.
Duraksadığım şu son birkaç gün ve ben
gölgemle değil sevdiklerimle sınanıyorum hani aksayan ayaklarında kaderin nasıl
oluyor da nüfus ediyor elem?
Sözcüklerin vebali boynuma şimdime
çemkiren bir dün odaklı niyazda yarın olmasını dilemediğim.
Uykularımda ölenlerle haşır neşir ve
günümde ölülerin güncesine zıpkın yemişçesine kundaklanan iç sesim.
Küçücük odalarda saklı insanlar ve
nohut oda bakla sofa misali duygular.
Örttüğüm yangınlar yine aklıma
mukayyet olamamaktan korktuğum.
Sızım sızım sızlıyor gece belli ki o
da alışmış bana.
İçimin bam teline konan tek ayaklı
serçe yine öfkeli dirayetsizliğine iblisin bir teyakkuzda bulunup da
haykırmamak edimi her nasılsa çevremden gelen uyarıcıların nezdinde tastamam
yasıma; taammüden zor zapt etiklerim.
Kınında kefir; kimliğinde kefen ve
külliyesinde ömrün zar tutan bir hilebaz adeta kader.
Ben ise bir düş cambazı… yaralı
kanatlarına dokunmaktan korktuğum mavi gözlü deyişler yine dün kökenli
sevmelerime mağlup gelen Tanrısı uykuların.
Ela gözlerime müptela seyrinde
zeminin ben göğe kanat açıyorum aslımı değil de andıklarımı yok saymamak adına
ve düştüğüm o derin çukur miski amber kokan bir duadan yüzümün akıyla çıkma
arzusu ne de olsa belaları def eden yanı her dua ben edimlerimde bir nokta
kadar aciz yüksünlüklerime yokluk karıştırıp da inkârında hayatın yine
güdülerin mimarı varlık hiçliğin tülüne tapan…
Köhne satırlar yatır meziyetinde atar
damarı yüreğin coğrafyasına tesirli bir efsun.
Gecenin metanetine sığdıramadıklarım
aslıma biat bir kebir cetvelinde; kâh yok oluşum kâh çarpıldığım limitlerle
teyakkuzda bir hacim teberrüzde bir sıfat yine ihanet duygum bilenirken.
Katı kuralları cemiyetin ben ki soyut
bir resim farkındalığında neşriyata uyumsuz bir izlek.
Harfiyen uyduğum talimatlar sanırım
baş şehrinde ölümcül dokunuşların, ben bir saz misali bastıkça basıyorum bam
telime.
Hâkimiyeti mi ne aşkın? Kılçığını
ayıklarken içime kaçan küçük balıklar aslında büyük balıklar tarafından
mimlenen küçük duygular ve küçük odalarda geçen zaman.
Hamisi belki aşkın… Ne o?
Ölümcül dirayetsizliğin tüm
yetilerimi devreye soktuğu yine bir kuytu, yine bir kuram belki de kurmaca.
Gölgelerin şahitliğinde nikâh kıyan
gece ve yakamoz dün misali günü de dün safına çekip… ne yani, asılsız mıdır
mutluluk, diyenlerin yalancısı olmaktan bile aciz ben kovulduğum köyleri şehir
mertebesine ulaştırmak adına belki de kutsi bir ses yine baş şehri hazin bir
hikayede dolduruşa gelen kelamla gün yüzü görmeyen kalemin kesişip de evrildiği
her açı.
Hünkârıyım tümlüklerin.
Azmanıyım hiçliğin.
Hani deyip de hamisine âşık bir
tutsaktan bile yoksunluğun kıblesinde tümden gelen tüm varsayımlarla hiçliğin
garantisi olabilmekse varlık…
Tokuşan mevsimler ve iki büklüm
hazanla yazın aşkına nifak sokan bahar misali çatlayan tomurcuklar.
Şaibeli fazlasıyla hele ki aklımın
yatmadığı ama yüreğimi yatırdığım bir gölgelik şimdimi kurgulayıp zamanı da
tütsüleyen sefil benlik.
Hür irademle dilediklerimden geride
ne kaldıysa yine göğün makber benzeri siyahına atıfta bulunmaktan dahi aciz.
Boykot ettiğim bilfiil cümle
pazarında tescilli o alacak-verecek davası hele ki dünyevi esefle beşeri
yetersizliklerime kaptı kaçtı bir duygu batağına sağlanmakla göğe asılı kalmak
arasında gidip geldiğim.
Yorgunluğun nabzını tutarken yoğun
bir sağanak peyda olan belli ki devrilen şişe şişe müptela gönül koydum
sarnıcı.
Aşkın hümayunu bunca sefillik yine
ömürlük coşkuyu bir beyit kısalığında mimleyip de geleceğin tok gözlü nefsine
haykırmakla hayıflanmak arasında bir mübalağa üstünü örttüklerimle üzerime
düşen yakamozda gölgemi boğup da kulp taktığım bir hicaz.