Makale / Bilimsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 27.01.2010
Okunma Sayısı : 6109
Yorum Sayısı : 3
İSİMSİZ ŞİİR

Şiirin Hikâyesi:

Nahoş bir ıssızlık dökülüyor kirpiklerimden
haram uykularda
harami yalnızlığım
ağlasam
lav gözyaşlarım
yazık
yine gece yanacak

ve sen
zaten
ben sana gelsem bile
uzak duracaksın
gönül kilitlerimden...
İşte bu yüzden sessiz oldu gidişim
bana inanmayan yüreğinden

Oysa
Ne çok sen biriktirmiştim içimde
Sende ise aşka inat yargılar
Silahsız kalacaktı izin verseydin
İkimizi de yok eden bu serseri kurşunlar

Sen;
Yokluğumun hüzün sokağı
Başıboş saatlerimin ürkek dakikaları
Gözlerine koca bir kent kurduğum adam
Tecrithanemin kuzguni gülüşleriydin
Seni ne çok sevdiğimi hiç bilmedin

Maviliklerinin Atlantis uykularında
Küçük dalgaların olmak ne güzeldi
Saçlarımda yakamoz birikintileri
Yosunlarına takılmış samanyolunda rüya
Yasemin çiçeklerimde şebnemlerin var hala

Uyumak kumsalının düş rüzgârlarında
Kulaklarımda Lafonten’den hikâyeler
Annemin senfonik sesinden süzülen
Masum dudaklarına tutunmuş ninniler
Mor bir beşikte sallanıyor bak
yine sensiz yine bozgun geceler

Biliyorum bu hiçliğimde
Yüreğindeki denize karışmak
Ve susmak gerek şimdi

Kalp atışlarımı yaşadığın şehre yolladım
İyi dinle
Bu gece, evet bu gece
Kulaklarına fısıldayacağım
’Seni seviyorum’ diye
Belki bininci kez
Kahreden kalabalık sessizliğinde

Güneşin veda ettiği sensiz bir gün daha
Pencerene çık ve bak yüreğinin karanlığına
Bir sokak lambasının ölgün ışığında duracak hayalim
Islak kaldırımlarına yazacağım
Bu isimsiz şiiri
Sırf benim anlatamadıklarımı anlatsın diye

Yüksünmüyorum asla
Yeter ki sen
Kalabalık kimsesizliğimi dinle
Hataların şeceresi tutulmaz bilirim
Her şeye rağmen
Teşekkürler seni tanıdığım güne

Uyu şimdi gece uzun
Korkularını aldım yüreğime
Sen geçmişinin gölgelerinde yaşarken
Ben yeminlerimden cayıp
Bu defa gözlerine bir kent değil
Koca bir dünya kuracağım
Ve sen bilmesen de
Bir yıldızdan hep sana
Hep gözlerine bakacağım

Susalım sevgilim
Ellerimizde temmuz
Gözlerimiz ayaza kesse de

Ateşe bassa da adımlarımız
yüreğimiz yürümeli

//Aşk, kaktüs olsa da yeşermeli//




“İSİMSİZ ŞİİR” ŞİİRİNİN TAHLİLİ

Hâlâ tahta masalara yazıyorsam adını,
Aşk kitaplarında arıyorsam tarifini aşkın,
Kahır mektuplarında yeniden buluyorsam seni,
Islak mendillere siliyorsam gözyaşlarımı,
Eyvahlar çekiyorsam her biten aşkın ardından,
Bana sor yalnızlığı,
Ayrılığı bana sor diye haykırıyorsam,
Ve sabahçı kahvelerinde,
bir çay gibi demliyorsam hasretini,
Ve inadına özlüyorsam, o çay karası gözlerini,
Bil ki, bu seni erkekçe sevdiğimdendir.
( Ahmet Selçuk İlkan – ‘Ben Ayrılıkların Şairi’ )

Gözyaşlarının tercümanı satırların, yazıldığı sahipsiz banklar. Ve ben, senin adına hayallere dalmışken; ağaçların rüzgârla dans ederken çıkardığı seslerle irkiliyorum. Yağmur daneleri usulca kopuyor bedeninden bulutların ve sıyrılıyorlar benim gibi yalnızlıklara doğru. Her biri koparken ben gibi aslında hayat verecekleri toprakların bağrında yeniden hayat bulacakları bedenlere salarlarken kendilerini, neler hayal ediyorlardır kim bilir. Ben de öyle sevdalar için salmıştım bedenimi kalabalıkların kimsesizliğine doğru. Kimse beni anlamıyor, ama ben yine de yeni hayatlar yaşatma adına kalkmak istiyorum bankın ıslak yüreğinden. Kuşların çığlıkları ardında kimsesizliğimi anlamaya başlamıştım ki… Herkes sevdiğiyle beraber sarmaş dolaş olmuş, ben ise, sensizliğin girdabında çözülüyorum. “Seni seviyorum” demenin hayaliyle bedenim sarsılırken, sen ayrılıklara yol gösteren siteminle gidiyorsun. Kalabalıklar arasında adını unutmaya çalışmanın ıstırabı tüm bedenimi sarıyor, ama olmuyor. Sen bana, benden daha yakın duruyorsun sevdamın açan beyaz düşü. Gece, yaz mevsiminden kalma heyecanıyla tüm bedenimi ısıtıyor, fakat nedendir bilemiyorum üşüdüğümün farkına varamıyorum yalnızlıklar mevsiminde. Doğanın mevsimine inat edercesine farklı mevsimleri yaşıyorum. Hani cemreler düşmüştü de artık bedenleri titreten mevsimlerden eser kalmayacaktı ya, sen öyle diyordun. Ama benim gönlüm kış ayazları misali hala yalnızlıkların koynunda üşüyor. Isınmak istiyorum, senliğin heyecanında.

‘Kaldırımlar’ şiirinin ‘çile’siyle beraber hemhal olmuş yüreğim, dudaklarım arasından dökülüyor bihaber olmuş bedenimden. Söz geçiremiyorum ayaklarıma, alarak tüm benliğimi deniz yosunu kokan sahillere iletiyor. Martıların çığlıklarının sebebini merak ederken acaba umuttan mı, yoksa ayrılık acısının verdiği elemle mi? Bilemiyorum ve arada kalıyor duygularım. Şaşkın ve avare dolanmışken, sebepsiz kalan duygularım esir pazarında satılığa çıkarılan köleler gibi sessiz ve çaresiz. Yüreğimi alacak sahibimi beklerken tellalın haykırışıyla uyanıyorum dalgınlığımdan. Beni, sen köle ettin ey sevgili. Yüreğim kan ağlarken, sen hangi ellerde şen şakrak heyecanlanıyorsun bilmiyorum, ama bildiğim tek şey kanayan yüreğimin sebebi sensin. Sapladığın hançerin acısıyla tuzaklarda esiri oldum âlemlerin.

Yusuf misali kör kuyulardan zindanlara atılmışken neye yaradı bu çıkarılmışlık? Hani yarayan yüreğimin dermanı, acılarımın ilacı olacaktın? Bilmiyorum sevgili, karmakarışık duygular yumağında bocalıyorum, ne olduğunu bilmeden, kestiremeden gidiyorum. Yıldızlar kayarken birer birer semadan bilinmezliklere doğru, ne de çok istedim yanımda olmanı. Sana hangi umudu, hangi dileği tuttuğumu fısıldamayı beklerken… Yıldızlar birbiri ardınca kayıyordu. Ama sen, sen yine yoktun.

Aklım içinde duygularım karmakarışık iken neden bu çile, bu ıstıraplar yumağı? Yoruldum işte, takatim kalmadı. Elde dermanım, yürekte fermanım kalmadı sana çıkaracağım. Benliğimle küçüldüm, ufaldım yokluğunda. Yalnızlıklar kıyısında gelgitler yaşıyor bedenim. Her bir adımda pusular kurmuşçasına benliğimi bekleyen hatıraların kıskacında kıvranmaktayım.

Gözyaşlarım hun oldu. Adını bile duymaz oldu kulaklarım, gözlerimin ıslaklığına denk olarak. Sonbahar yaprakları misali sararan sevdam dalındaki son yaprak gibi tutunmak istiyor bedenime ama olmuyor sevdiğim, olmuyor işte. Sen gittin gideli olmuyor, bedenim baharlar mevsiminde hazan yağmurlarıyla yıkanırken, boranlarda dayanamayıp yıkılıyor. Her gecenin akabinde açtığım yüreğimle bakınmak istiyorken gözlerine, hanüman olmuş enkaz yığıntıları altında kalan yüreklerin dumura uğramış duygularıyla karşılaşıyorum. Bencileyin bakınırken etrafıma, gözyaşlarım denizinde çırpınmaya çalışıyorum. Ne yapacağımı bilemeden kalkmaya çalışıyorum üzerime abanmış örtüden.

Bu duygularla boğuşurken, sen, niye gelmiyorsun ey sevgili! Sana hasret bu yüreğimin tercümanı olmak zamanı geçmedi mi? Fırtınalarla boğuşan bedenim gel gitlerle sallanan kayıklar gibi kıyılara hasret beklerken, deniz fenerlerini arar oldum. Limanlarda mendil sallayan yolcuların gelmesini beklerken umutlarım tükendi. Ellerim bomboş, yüreğim sahipsiz kaldı. Gidenlerin ardından sallanan mendillerin, senin gelmeni beklerken ineceği umuduyla beklemeni istemiştim. Çok acı çekiyorum, ama derdime derman olacak birileri yok. Hatıraların ışığında avunmaya çalışırken, banklar üzerinde boş kalmış sağ yanım, acıtıyor yüreğimi. Hani sen, başucumda beklerken sabahlara değin, ben senin adını sayıklıyordum. İşte ey sevgili, gözyaşlarım şahit anlarıma gecelerin ayaz karanlığında. Sensizlik ne yaman bir hal imiş. Yalnızlık rüzgarlarının yeline kapılmış duygularımın peşinden sürükleniyorum. Seni bulma adına, toprak altına bile gitmeye razıyım sevgili.

Hani ben misali olmuştu Mecnun, Leyla adına. Leyla beyazlara bürünüp, başka diyarlara doğru ayrılık elemiyle yol alırken sen, “Mecnun, bana bu dünyada Leylasız hayat boş gelir.” deyip dümeni Leyla’nın diyarlarına doğru kıvırmıştı. “Bizim sevdamız başka diyarlara kalmış, o zaman başımı alır giderim.” dedin ve sende üveyikler misali kanatlanıp yol almıştın. Ben, Mecnun olmak istemiyorum Leyla. Takatim kalmadı, dermanım yok. Mevsimler kar, boran olmuşken bu kış da çetin geçecek, bu kış da yağmurlar akacak yüreğime doğru… Karlar bedenimde eriyecek. Hiçbir şey gerekmiyor artık beni ısıtmak için, yokluğun üşütünce benliğimi hiçbir şeye gerek kalmıyor. Sensizliğin acısı o kadar büyüyor ki bedenim de, gerçekten gerçek sevenleri sevebilmeyi hayal ediyorken gönül limanıma uğrayanları birer birer gönderiyorum. Çünkü biliyorum geleceksin ve sen gireceksin en güvenilir sığınağa. Kalbim yıpranıp, horlandıkça aşkın karşısındaki elem verici halin çok da umurumda olmadı sevgili.

Kış ayazı geldi hüzün şehrine gönlüme
Dondu yüreğim buz kesti ellerim
Isınmıyor sevgisizlik çöktü içime

Bahar zannedip açtı çiçeklerim
Coştu sevgi damarlarımda sevdim
Yaşadığım yalancı bahardı sanırım

Nereden bilirdi acemi yüreğim
Sevmenin dondurucu soğuk olduğunu
Bilse açar mıydı ayazlarda kalacağını

Dokunmaz oldular kelebekler bile, uğur böcekleri konmaz oldular, kuşlar cıvıltılarını korkusuzca çıkartıp ötemez oldular yanımda. Sensizlik o kadar zormuş ki her şeyde senden izler ararken yüreğimde yer ederler diye, kimseye yer bırakmıyorum yanımda. Her şey bana o kadar acı geliyor ki. Fakat bekliyorum yılmaz bekçiler gibi. Gecenin akabinde gündüzü bekleyen ve elinde düdüğü ile her şeye bir şeyler anlatmaya çalışan gece bekçileri gibi. Gündüzün koynunda gerek kalmayacak biliyorum bu seslere. Biliyor ve bekliyorum umutla kuşların omzumda şakımalarının heyecanını. Sen de öyle geleceksin yanıma. Sen söyle, gelemiyorsan ben geleyim yanına. Yokluklar ağrıtmıyor mu her yanını, sızlatmıyor mu bedenini? Çiçeklerin kırmızılıkları arasında biliyorum ki dikenlerde boy gösterirmiş. O halde sen de bu ayrılık akabinde geleceksin gönül tahtımdaki yerine.

Umutlarımın dünyasında yeni şehirler kurmaya hazırlanıyorum. Her şey yerinde ve ayrılıklara yer olmayan. Tüm eksiklikleri tamamlayarak getireceğim seni. Olsun, bedenim sarsılırken ağlamaklı gözlerimin kuruyacağı anlarda heyecanlanıyorum. Senin esrarını çözmeye çalışan yüreğim, şok üstüne şok geçirecek, ama biliyorum ki bu ayrılıklara denk değil artık. Sana kavuşmak nevruzların yaşandığı anlar gibi. Eleğimsağmalarla dans erken yeryüzü ve gökyüzü, benim yüreğim de dolacak renk cümbüşüne. Seni artık bırakmayacağım ey sedamın adı. Bana tattırdığın nice ayrılıklara denk getireceğim kavuşmalarım ardındaki heyecanlarımı. Biliyorum ki yağmurdan sonra büyürmüş başaklar. Bende sana hasret gecelerin ardında bıraktığım gözyaşlarımla büyüttüm sevdamızı. Artık sevdamız adına mevsimler baharın ardında gidiyor.

Gidiyor ve gidecek artık sevdamız bahar ellerine doğru. Varsın şairimizin duygularına tercüman olma adına biz de onulmaz sevdalara tutulalım. Ama yetsin artık bu ayrılık günlerinin dayanılmaz acısı. Biz de bu yetmesi beklenen sevdaya bir derman olma adına şiirin satırlarında sevdamızın adını koymaya çalışalım. Yasemin Hanımın, bir türlü adını koyamadığı satırların akabindeki şiirin adını koyma adına, şiirin tahliline girişelim. Bu esnada hokkaya bandırdığımız divitin ucundan Yasemin Göksel Hanımın kaleme aldığı “ İsimsiz Şiir ” adlı şiirinden damlayan cümleleri tahlil etmeye çalışalım.



“İsimsiz Şiir” şiirimizi biçim ve içerik olarak ele almaya çalıştığımızda karşımıza ilk bakışta biçim özellikleri olarak şu satırların çıktığına şahit olmaktayız:

Şair, şiirinde duygularının serbestliği ölçüsünde bir isim koyamamanın verdiği acıyla kıvranıp durmaktadır. Şiir, sevgilinin vefasızlığı karşısında ve geçmiş hatıralara rağmen hala içinde bir umut taşıyan sevdalının terennümleri izlenimini uyandırmaktadır. Sevdanın kayıtsız kalışı şairimizi kıvrandırsa da ayaz gecelere denk bir duygu soğukluğu yaşadığı şiirde hissedilmektedir. Genellikle günümüz şairlerinin en büyük ıstırabı da bu olsa gerektir. Çünkü sevgilinin vefasızlığı ve aşkın kayıtsızlığı altında kaleme sarılan duygu yüklü şairlerin çıkış noktası olarak yer almaktadır. Genellikle şiirlerden hep ayrılık eleminin verdiği acı ve hüzünlü hava bir tütsü gibi yayılmaktadır.

“İsimsiz Şiir” adlı şiirimiz, serbest ölçü temel alınarak kaleme alınmıştır. Şairimiz duygularını belli bir düzende vermemeye gayret ederken, aslında şiire etkili bir hava kazandırmıştır. Şiirde kafiye düzeni görülmemesine rağmen, hece ölçüsüne inat edercesine kaleme alınmış olan şiirimizde mısra sonlarında uyak örgüsü düzeninin sağlamaya çalışıldığı görülmektedir.

Sen;
Yokluğumun hüzün sokağı
Başıboş saatlerimin ürkek dakikaları
Gözlerine koca bir kent kurduğum adam
Tecrithanemin kuzguni gülüşleriydin
Seni ne çok sevdiğimi hiç bilmedin

mısralarının sonunda bir uyak düzeni sağlanmaya çalışılmıştır. Bu durum Garip akımının sonrasında kaleme alınmış olan şiirlerin genelinde görülmeye başlanır. Bu şairler aslında, vezin ve kafiyeye karşı çıksalar da şiirlerinde bir ahengi yakalama kaygısı hissedilmektedir. Göksel Hanım da aynı duygularla şiirini kaleme almıştır. Orhan Veli, Garip önsözünde kafiye ve vezinle ilgili şunları kaydederken aslında günümüz şairlerinin tercümanlığını yapmış olmaktadır. Orhan Veli, Garip önsözünden bahisle, aynı zamanda şairi sınırlayan bütün çemberleri kırma yoluna girer: “Gelenek, şiiri nazım dediğimiz bir çerçeve içinde göstermiştir. Nazmın belli başlı unsurları ise vezin ve kafiyedir. Vezinle kafiyenin bugün artık bir güçlüğü kalmamış, bu basitliğin farkına varanlar vezinle kafiyeden başka bir de ‘ahenk’ icat etmişlerdir.” Bu sözden hareketle günümüz şairleri her ne kadar vezin ve kafiyeye gerektiği kadar önem vermeseler de aslında ahengi şiirde yakalama adına bir gayret içinde oldukları görülmektedir.


Şairimiz göstergeleri etkili kılma adına benzetme ögelerinden yeterince faydalanma yoluna gitmiştir. Şiirin genelinde göstergelerin soyut bir mana değeri taşımasına rağmen somut değerinin daha ön planda olduğu görülmektedir. “Kirpikler, ağlamak, gözyaşı, gece, kurşun, mavilikler, karanlıklar, sokak lambası, ıslak, kaldırım, şebnem, yasemin çiçeği, rüzgâr, hikâye, kalabalık, beşik, mor, kalp, deniz, yıldız, göz, ateş, el, vb.” göstergelerin göndergesel anlamları şiirde etkili biçimde kullanılmıştır. Bu göndergesel anlamlı göstergeler, şiirde genellikle çağrışımsal değerleriyle yan anlam kazanarak kullanılmıştır. Mesela “gözyaşları” göstergesi göndergesel anlamıyla şiirde soyut değer kazandırılarak kullanılmıştır. Burada gözyaşının aktığı mecrahlarda lav etkisi yapıp yürekleri yakıp, yıktığı manasına kullanılmıştır. Şiirde göstergeler yan anlamlarıyla değer kazanarak ön plana çıkarılmıştır. Yani şairin duygulanma boyutuna göre göstergeler değer kazanarak, değişik biçimlere bürünmüştür.


Bu yan anlamlı göstergelerden hareketle ad ve ön ad tamlama grupları oluşturmuştur. Burada sıkça kullanılmaları şiirde etkiyi ve göstergelerin değerini arttırmak gayesi güdülmüştür. Şiirde ad tamlaması olarak; “şiirin hikâyesi, gönül kilitleri, yokluğumun hüzün sokağı, tecrithanemin kuzguni gülüşleri, maviliklerinin Atlantis uykuları, yakamoz birikintiler, yasemin çiçekleri, Lafonten’den hikâyeler, kalp atışları, annemin senfonik sesi, sokak lambasının ölgün ışığı, isimsiz şiiri, hataların şeceresi ” kullanılmıştır. Ön ad tamlaması olarak şiirde birçok gösterge grubunun kullanıldığı görülmektedir. Burada göstergeler biraz süslenerek ve etki verilerek ifade edilmeye çalışılmıştır: “ Nahoş bir ıssızlık, haram uykularda, harami yalnızlığım, lav gözyaşlarım, koca bir kent, kuzguni gülüşleri, koca bir dünya, kalabalık kimsesizliğim, ıslak kaldırımlar, mor bir beşikte, bozgun geceler, masum dudaklar. ”


Benzetme unsuru olarak şiirde; “ ıssızlığın dökülmesi, harami yalnızlık, lav gözyaşları, gönül kilitleri, serseri kurşunlar, ürkek dakikalar, hüzün sokağı, düş rüzgârları, senfonik ses, masum dudak, yürek denizi, geçmişin gölgeleri, ayaza kesmek ” gösterge gruplarının kullanıldığı görülmektedir. Bu benzetme unsurlarıyla şiirde değişik bir hava oluşturulmaya çalışılmıştır. Zaten şiirde farklılığı ortaya koyan göstergelerin şair tarafından kullanılma biçimidir. Şair göstergelere diğerlerinden farklı manalar yükleyerek özgünlüğünü ortaya koymaya çalışır. Yıllara meydan okuyarak okuyucunun dilinde pelesenk olan şiirler ele alındığında, göstergelere özgünlüğünü yansıtanların hala etkinliğini devam ettirdiğine şahit olmaktayız. Bu nokta çok önemlidir. Edebiyatımızda bir kelimeyi şiirdeki yerine oturtma adına yıllarca sabırla beklemesini bilen nice şair ruhlu şahsiyet vardır. Burada bir kelimenin ne kadar değer ifade ettiği ortaya konulmaktadır.

Şair kendisini edebiyat dünyasının sihirli dünyasında gezindirmek istiyorsa elinden geleni yapmalıdır. O, şiirinde seçtiği göstergelerle yıllara meydan okumasını bilecek kadar Don Kişot ruhlu bir şövalye olmasını bilmeli ve becermelidir. Kendisine kitapların büyülü yapraklarında özel bir yer ayırtmalıdır. Hani anlatırlar ya “Kuru Gül Yaprağı” adlı kıssada, biz de kendimize ders çıkarmasını bilelim diye:


“Uzakdoğu'da bir bilgeler topluluğu, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul etmeye başlar. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün dergâhın kapısına bir yabancı gelir. Yabancı, kapıda öylece durur ve sıranın kendisine gelmesini bekler. Burada sezgisel buluşmaya inanıldığından, dergâhın kapısında herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktur.

Bir süre sonra kapı açılır ve içerdeki bilge kişi, kapıda duran yabancıya bakar. Bir selamlaşmadan sonra ‘söz'süz konuşmaları başlar. Artık her şey bitmiş duyguların konuşmaları başlamıştır bile. Gelen yabancı, dergâha dâhil olmak ve burada kalmak istemektedir. Bilge kişi bir süre kaybolur, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döner ve bu kabı yabancıya uzatır. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demektir. Bununla ne demek istediklerini anlayan yüreği deryalar kadar taşkın olan yabancının yapacağı iş bellidir.

Yabancı dergâhın bahçesine doğru gider ve aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bırakır. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordur ve su taşmamıştır. İçerideki bilge kişi, bu cevap karşısında saygıyla eğilir ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye alır. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır.”



İşte şair ruhlu yürek de böyledir. O söylemek istediklerini bir kelimeyle ifade etmesini ustalıkla yapmasını bilir. Göstergeleri hassas terazilerde öylesine tartar ki okuyucuyu sıkacak veya şiirinde ‘lüzumsuz’ dedirtecek kadar gösterge fazlalığı yoktur. İşte özgünlüğün ardındaki sır bu olsa gerek. Yasemin Hanımın şiirinde de aynı hassasiyeti terennüm ettiğine şahit olmaktayız. Şiirimizde göstergelerin kullanılma keyfiyetine baktığımızda az sözcükle çok şey ifade etme gayreti görülmektedir. Mısralar genellikle bir göstergeden oluşmaktadır. Burada göstergelerin kazandığı yeni değerden istifade etme kaygısı görülmektedir. Mesela şiirde “zaten / yazık / rüya / oysa / ninniler / karanlığına / sen / yolladım ” göstergeleriyle şairimiz bir şeyler ifade etmek istemiştir. Şiirde genelde tek göstergeden oluşan duygu yoğunlukları kullanılmış ve bunlar şiirin tamamında hayli bir yekûn tutmaktadır.


Şiirde göstergelerin değerlerini ele aldığımızda karşımıza şu özelliklerin çıktığını görmekteyiz: Şiirimiz 265 tane göstergeden örüntülü bir şiirdir. Her bir gösterge farklı bir değer kazanarak, değişik manaları yüklenmeye çalışmıştır. Şairin hüzünlü ve kederli havası, şiirdeki göstergelere de aksetmiş olacak ki genellikle yumuşak sessizlerden mürettep bir şiir olarak karşımıza çıkmıştır. Şiirde aliterasyon bakımından düşünüldüğünde yani iç kafiyeyi sağlama adına “ l (106), m (83), s (76), d (68), y (55), n (134) ” harflerinin kullanıldığı görülmektedir. Bununla beraber asonans özellikleri açısından sesli harflere baktığımızda ise “ a (181), i (159), e (174) ” ağırlıkta kullanıldığı görülmektedir. Sesli harflerin ağırlıkta olarak kullanıldığı bu şiirde yine sesli harflerden ince geniş seslilerin daha fazla kullanıldığı görülmektedir.


Göstergelerin şiirde taşıdığı manalarla ağırlıkta olarak eksiltili cümlelerin kullanımı yeğlenmiştir. Şair, şiirin büyülü dünyasının etkinden olanca gücüyle faydalanarak kelimelerin çağrışımsal değerleri üzerinde fazlaca durmuştur. Birkaç kelimeyle ifade edilecek duygulanmalar birkaç sözcükle ifade edilmiştir. Devrik yapılı cümleler fazla kullanılmamıştır. Çünkü bir cümleyi oluşturacak sözcük grubu birkaç mısrayı oluşturmuştur.

Oysa
Ne çok sen biriktirmiştim içimde
Sende ise aşka inat yargılar
Silahsız kalacaktı izin verseydin
İkimizi de yok eden bu serseri kurşunlar
mısralarında şairimiz alında bir cümleyle ifade edilecek bir durumu şiir yazma gayretiyle birkaç mısrada ifade etmiştir. Bu mısraların yekûnu “ Oysa içimde ne çok biriktirmiştim. Sendeki aşka inat eden yargılar izin verseydin ikimizi de yok etmeye çalışan bu serseri kurşunların silahsız kalacaktı.” cümlesi ortaya çıkmaktadır. Az sözle çok şey anlatma gayreti.

Şiirde dilbilgisi açısından fiil ve isim soylu kelimelerin eşit miktarda olduğu görülmektedir. Çünkü şiir de bolca kullanılan ad ve ön ad soylu göstergelerin varlığından anlıyoruz. Fiil soylu göstergeler olarak, “Ağlamak, gelmek, durmak, dökülmek, gitmek, sevmek, kurmak, bilmek, vb.” göstergeleri karşımıza çıkmaktadır. Fiil kiplerinde kullanılan şahıs eki olarak “birinci tekil kişi olan ‘-m’ ekini ” görmekteyiz. Çünkü şiir, şairin kendi duygularının ifadesi olarak yer almıştır satırlarda. Daha çok dilek-şart kip eklerinin kullanıldığı fiilleri görmekteyiz: “ ağlasam / gelsem / verseydin / gerek / uyu. ”


Şiirde ayrıca özel adlardan oluşan birkaç gösterge kullanılmıştır. Özel ad olarak “Atlantis ve La Fontaine” şiirde belli bir amaç doğrultusunda kullanıldığı görülmektedir. Atlantis, Mısır uygarlığında yaşayan üstün güçleri olduğuna inanılan bir medeniyetin genel adıdır. “Atlantislilerin inşa ettikleri muazzam binalardan günümüze kalan birkaç örnek vardır. Mısır’ın büyük piramitleri ile İngiltere’deki Sthonage Atlantis mimarisinin örnekleridir. Ayrıca diğer ülkelerde de bugün çözülemeyen arkeolojik sırların çoğu Atlantis’e dayanır.” Şairimiz, sevgilisinin gözünde kuracağı şehirleri bu kaynağa dayandırarak vermeye çalışmıştır. Yani şiirdeki bu özel bir yer adı olarak kullanılan Atlantis adı gelişigüzel konulmuş bir yer adı değildir, aksine belirli bir amaç için şiirde yerini almıştır.

Şiirdeki bir diğer özel ad olan “La Fontaine” de yine özenle seçilmiştir. “La Fontaine, 1621 ile 1695 yılları arasında yaşamış bir Fransız yazarıdır. Masalları dilden dile dolaşan bu ünlü yazar, uzun zamandır ormanlık bir bölgede yaşamıştır. La Fontaine'nin masallarında anlattığı hayvanlar onun için çok önemlidir. Masallarına konu olan hayvanlar, konuşmaktadır. Bu tür, hayvanların ağzından anlatılan masallara fabl adı verilir. Olaylar şiirsel bir dille anlatılır. Çok etkileyicidirler, öyle ki, sadece çocuklar değil büyükler de severek dinler bu masalları... Kurnaz tilkiler, kibirli aslanlar, çalışkan karıncılar ve bir dolu sevimli hayvancık… Bu masalların özünü oluşturmaktadır.” Şairimiz eski günleri yad ederken annesinin dizinin dibinde anlattığı bu hikayelerin etkileyiciliğine dem vurmaktadır.

Şiirde romantik sanatçılarda görülen gerçek hayattan kaçış izleri görülmektedir. Romantik sanatçılar gerçek dünyanın acılarından kaçarak tarihe ve doğaya sığınmayı bir çıkış noktası olarak gördüklerinden olsa gerek şiirlerinde bu temalar üzerinde durmuşlardır. Şiirde de, var olan avcılı bir andan kaçmaya çalışan şairimiz, eski günlerin tatlı hatıraları eşliğinde şiirin güvenilir limanlarına sığınmıştır. Bu bir kaçamak değildir, var olan halden başka bir hale geçiş yapılarak elemin ve acının derecesini azaltmaktır. Doğa ve tarih konuları romantik sanatçılarla beraber edebiyata girmeye başlamıştır.

Göstergelerin simgesel değeri etkili biçimde kullanılmıştır. Özellikle de geçmişe ait hatıralar ele alınırken, bu imgelerin simgesel değeri kullanılmaya çalışılmıştır. “Ağlasam /
lav gözyaşlarım” ifadeleriyle aşk acısının ölçüsü belirtilmeye çalışılmış. O kadar yüreği yakmıştır ki bu acı, gözyaşı olarak aktığında lavlar misali her tarafta derin izler bırakmaktadır. “Başıboş saatlerimin ürkek dakikaları” saatlerin ifade ettiği anlamlar. Sevgiliden ayrı geçen her bir dakikanın yürekte oluşturduğu boşluklar. Her bir an, saatin tik takları ardınca sebepsizce ilerlemekte ama şairimiz bu istememektedir. Ürkmek, bir şeyden duyulan suçtan dolayı veya karşılaşılan bir durumdan kaçış anıdır. Şiirde bu durum farklı bir hüviyete bürünmüştür.



“İsimsiz Şiir” adlı şiirimizin ele almaya çalıştığımız bu biçim özelliklerinin yanında, içerik özellikleri açısından ele alıp incelemeye çalıştığımızda şu özelliklerini görmekteyiz:
Şiirin Hikâyesi:

Nahoş bir ıssızlık dökülüyor kirpiklerimden
haram uykularda
harami yalnızlığım
ağlasam
lav gözyaşlarım
yazık
yine gece yanacak

ve sen
zaten
ben sana gelsem bile
uzak duracaksın
gönül kilitlerimden...
İşte bu yüzden sessiz oldu gidişim
bana inanmayan yüreğinden

Şiirin girişi mahiyetindeki mısralar. Şair isimsiz olarak duygularını ifade etmeyi yeğlediği şiirine, başlık bulamamış ama şirin hikâyesi olarak ilk mısrayla başlamayı uygun görmüş. Aslında şairimiz, şiire başlık bulmasa da adını koyamadığı duygularının peşinden sürüklendiğinden olsa gerek girişte böylesine bir başlık kullanmayı yeğlemiş.
Hikâye kelimesine baktığımızda geçmiş zamanlarda yaşanan olayların belirli bir vaka etrafında yer ve zamanı belli olmasa da kaleme alınmasıyla meydana gelen edebi türdür. Şiir ile hikâye türleri arasındaki benzerlik ise, duyguların belli bir düzende çıkmasıyla şiir meydana gelmektedir. Yasemin Hanım şiiri de böylesine bir giriş yapmayı uygun görmüş.

İlk mısralar güne yeni başlayan birinin ilk anlarda aldığı hazza benzemektedir. Gözyaşlarının usulca dökülmesi o kadar tasvir edilmektedir ki ağlamanın karşılığı olarak verilmektedir. Gözyaşlarının akması şairimiz de o kadar derin bir iz bırakmıştır ki benzetme olarak lav kullanmayı tercih etmiştir. Lav, aktığı yerdeki tüm hayat emarelerini nasıl yok ediyorsa, sevgilinin vefasızlığı ve vurdumduymazlığı karşısında dökülen yaşlar da aynı etkiyi oluşturmuştur.

Sevgilinin vefasızlığının en derin biçimde dile getirilmesi. Vefasızlık ve karşılıksız kalan sevdanın karşılığında dile gelen duygular yumağı. Vefasızlık timsali. Vefa özlem dolu, sıcacık bir kucaklamanın akabindeki içtenlik dolu sıcaklık. Vefa dost olmak, vefa zor zamanları beraber aşmak demek. Vefalı dostlar, hayatta en yalnız olduğumuz anlarda, en güzel gülüşleri ve en samimi bakışlarıyla ışık tutan sırdaşlardır. Mazinin günümüzcesini yansıtan ve bizi bir gölge gibi takip edendir. İçimizdeki elemi, kederi eritme adına elinden geleni yapan can dostu. Her şeyin başı vefaysa ey sevgili, tüm bunların sebebi hikmeti sensin. Sana sesleniyorum, duyuyor ve görüyor musun? Gözyaşlarım o kadar derin izler bırakıyor ki bir daha sevgi adına yeşerecek bir umut kırıntısı bırakmıyor. Sana tüm yüreğimi açmışken sen, sen ardın sıra gidiverdin. Hem de arkana bakmadan. Gidişimin sebebini sana açıklamak istiyorum. Tamamı senin eserin, unutma sevdamın yaman adı.



Oysa
Ne çok sen biriktirmiştim içimde
Sende ise aşka inat yargılar
Silahsız kalacaktı izin verseydin
İkimizi de yok eden bu serseri kurşunlar

Sen;
Yokluğumun hüzün sokağı
Başıboş saatlerimin ürkek dakikaları
Gözlerine koca bir kent kurduğum adam
Tecrithanemin kuzguni gülüşleriydin
Seni ne çok sevdiğimi hiç bilmedin

Maviliklerinin Atlantis uykularında
Küçük dalgaların olmak ne güzeldi
Saçlarımda yakamoz birikintileri
Yosunlarına takılmış samanyolunda rüya
Yasemin çiçeklerimde şebnemlerin var hala

İnanmayan veya inanmak istemeyen tavırlarına karşın, ben hala seni beklerken yüreğimde, büyütüyorum sevdamızın lavlar altında kalan kırıntılarını. Sen, tüm inatları ve hırçınlıkları arkana alarak ilerliyorsun. Şairimiz tüm benliğiyle istemese de bu sevdanın karşılıksız kalması karşısında hüzünlüdür. Gidişinde bile bir isteksizlik ve kelimelerin kısalığını tercih edişi bu sebepten olsa gerektir.

Sevgilinin ilgisizliği karşısındaki sözleri, yargıları silahın mermilerine benzetilmiş. Çünkü her bir sözle aşka dair ne varsa inat edercesine ölümü tercih etmektedir. Karanlık ve yalnız başına şairimiz kendince oluşturduğu hüzünlü sokağın başıboş kaldırımlarında ilerlemektedir. Duyguların elemiyle yokluk ne de güzel tarif edilmiş. Tıpkı Necip Fazıl’ın ‘Kaldırımlar’ şiiri gibi, her şeyin üzerine karabasanlar gibi geldiği zaman dilimleri.

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Gelecek umutlu günler adına kurulan koca kentler. Bakıldığında bir göze nasıl bir kent kurulacak sorusu zihinlere takılınca zor görünse de tam aksi çok basittir. Koca bir dünyanın kirpikler ardında saklanması bu olsa gerek. Sevdanın bitmemesi adına verilen tavizler. Fakat bunlara rağmen yine de bomboş kalan eller ve yürekler. Genellikle sevdanın karşılıksız bırakıldığı kişi olarak kadınlar akla gelirken, şiirimizde tam tersine erkek olarak dile getirilmiştir. Tüm bu olanlara karşın kendi kabuğuna çekilmeler ve elden bir şeylerin gelmediği zamanlar.

Geçmiş günlerin hoş dakikalarının verdiği huzurlu anlar. O kadar güzel anlar yaşanmıştır ki o günlerin mutlu anları bir sığınak olarak görülmüştür. Tıpkı mavi dalgalar üzerinde bir o yana bir bu yana sallanan sevda kayığının durumu misali. Sabah anlarında nasıl ki yasemin çiçekleri üzerinde çiğ birikirse sevdanın üzerinde de bu anlamda sabah izleri görülmektedir. Şairimiz sevdalarının henüz sabahını yaşadığını gösterme adına şebnem benzetmesini kullanmayı yeğlemiştir. “Saçlarıma ak mı düştü ne var?” sözünün tekerrür ettiği anlar.


Uyumak kumsalının düş rüzgârlarında
Kulaklarımda La Fonten’den hikâyeler
Annemin senfonik sesinden süzülen
Masum dudaklarına tutunmuş ninniler
Mor bir beşikte sallanıyor bak
yine sensiz yine bozgun geceler

Biliyorum bu hiçliğimde
Yüreğindeki denize karışmak
Ve susmak gerek şimdi

Kalp atışlarımı yaşadığın şehre yolladım
İyi dinle
Bu gece, evet bu gece
Kulaklarına fısıldayacağım
’Seni seviyorum’ diye
Belki bininci kez
Kahreden kalabalık sessizliğinde

Şiir yine eski hatıraların ışığında dizelerini oluşturmaktadır. Çocukluk hatıralarının o tatlı kış günlerinden dem vurulmaktadır. Sobanın sıcaklığı etrafında sıcak hülyalara dalma ve La Fontaine’den dinlenilen masalların verdiği huzurlu ailevi ortamının sıcaklığını andıran geçmişin rüyası. Annesinin tatlı tatlı dilinden dökülen o hatıralar evi. Sevgilinin vefasızlığından kaçarak sığınılan geçmiş günler. Tüm bu hatıralara rağmen şimdi yaşanan anların boşluğu ve o geçmişin sıcaklığına rağmen soğukluğu. Şairimiz yine sevgilisinden anne sıcaklığında ninniler yerinde söylemler mırıldamasını istemektedir.

Tüm bu geçmişin tatlı hatıralarına rağmen şu anda denizler misali yüreğinin dalgalarında bir hiçlik denizinde kaybolmaktadır. Ve enginliğin içinde kaybolan duygular. Tüm kalabalığa rağmen kimsesizliği yaşayan şairimiz benliğinin içindeki yüreğinin yalnızlığından dem vurmaktadır. Binlerce defa tekerrür etmesine rağmen sözcüklerin tekrar bertekrar devam ederek çıkması karşısında duyulan eziklik. Fakat sözün karşı tarafta etki bulmaması. Etkisini kaybeden sözlerin havada kaybolması misali hedefine varamadan son bulması.

Ey sevdamın adı, yüreğimin tek sebebi sen varsın ya ben varım. Varlığında yokluklar ve elemler benim karıma düştü. Nedendir bu çileler bilemiyorum ama bize de bu düştü. Payımıza düşen kıssalardan hisse çıkaracak olsa gerektir ki Papatya ile Nilüfer Hikayesi bu geçmişin hatıraları ışığında bize bir an olsun dalgalı denizlerin akabinde sığınaklı limanlarda demirleyen gemilerin durumunu hatırlatmaktadır. Hani ne anlatmaktaydı bu kıssa. Bu kıssada bize uzun uzun dersler çıkarmak düşecektir herhalde.

“Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı ormanlardan birinde güzel bir göl varmış. Suyu berrak mı berrak, serin mi serin... Gölün kıyısında hayat bulmuş boynu bükük papatya, yanı başında o eşsiz büyülü suyun içinde açmış olan, en az kendi kadar yalnız görünen nilüfer çiçeğine sevdalanır. Onun görkemli görüntüsünü, saf, masum, asaletli halini hayranlıkla seyre dalmaktadır her gün.
Nilüfer çiçeği de kayıtsız değildir, sevgili papatyasına karşın. Birbirlerine sevgiyle bakıp, şarkılar söylemektedirler. Yalnızlıklarını unutmaya çalışırlar. Tanrım, diyordu papatya içinden kimi kez. Bu güzelliğin yanında benim yerim nedir ki? O suyun içinde yaşar bense toprakta... Elimi uzatsam tutamam bile onu... Oysa öylesine istiyorum ki onun yanında olmayı...

- Ey güzel çiçeğim, ey benim nilüferim seviyorum seni... Lâkin öylesine çaresizim ki... Sana nasıl ulaşacağımı bile bilmiyorum... Evet, orada olduğunu bilmek, sesini duymak, güzelliğini görmek bile yetiyor bana ama istiyorum ki elini tutayım, güzelliğine dokunayım. Gel gör ki ben bir papatyayım, sen ise bir nilüfer... Ayrı dünyalarda yaşayan iki ayrı çiçek...

Nilüfer, karşılıksız bırakmaz papatyanın sözlerini:
- Papatyaların en tatlısı, kemandan çıkan müzik aynı ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır. Sen başkasın, ben başkayım, sen ordasın, ben buradayım diye yerinme.
Gönül sesine kulak ver yalnız... Bir şeyi istiyorsan yürekten iste... Sevgi, aşk, ne büründüğün kıyafeti, ne makamı, ne mesafeleri ne de başka bir şeyi dinler... Onun fermanı okunmaya başladı mı her şey susar. Her şey çaresiz kalır... Sevgi söz konusu olduğunda kişi kendi dışındaki güçlerin insafına kalmaz. Çünkü kendisi de güçlü bir varlık haline gelir. Sen ki benim güzelliğime, aşkınla güzellik katmakta, yalnızlığımı örtbas etmektesin. Benim ve kendinin var olduğumu ispatlamaktasın dünyaya.Şimdi kapat gözlerini sımsıkı... Sıyrıl tüm düşüncelerinden... Yalnızca ama yalnızca beni düşle... Yanımda olduğunu, gölün sularında elimi tuttuğunu hayal et... İste beni... Göreceksin ki sevginin aşamayacağı engel yoktur! Papatya, nilüferin dediğini yaptı. Yalnızca ama yalnızca onun hayalini doldurdu tüm benliğine. Kendini güzeller güzeli çiçeğinin yanında farzetti. İstedi... İstedi...
“- Aç gözlerini!”, dedi nilüfer. Papatya şaşkınlık içindeydi gözlerini açtığında. Sevgili çiçeğinin yanında, gölün suları içinde bir nilüfer çiçeğiydi artık o da...”


Eğer sende gönülden inandıysan yapamayacağın şey yoktur ey şairim. Sen duygularını yazarken satırlar senin tercümanın olmaktadır. Sığınağın şiirin büyülü dünyasındaki mısralar olmasın. Sen, sevdan uğruna sevgilinle eski güzel günlerini düşle. Düşle ki papatya gibi sevgilinle birlikte hemhal olasın.


Güneşin veda ettiği sensiz bir gün daha
Pencerene çık ve bak yüreğinin karanlığına
Bir sokak lambasının ölgün ışığında duracak hayalim
Islak kaldırımlarına yazacağım
Bu isimsiz şiiri
Sırf benim anlatamadıklarımı anlatsın diye

Yüksünmüyorum asla
Yeter ki sen
Kalabalık kimsesizliğimi dinle
Hataların şeceresi tutulmaz bilirim
Her şeye rağmen
Teşekkürler seni tanıdığım güne

Sevginin karşılık bulamadan güneşin şulelerini isteksizce gömmeğe çalıştığı bir günün daha sona ermesi. Ahmet Haşim’in dediği gibi bir günün sonunda arzu yine kayboluyor. Tüm bunlara rağmen yüreğinin karanlığı tıpkı gecenin karanlık perdesini çektiği gibi. Günün tüm aydınlığına rağmen yüreğinin karanlığında bir sokak lambası aydınlığında görmesini beklemektedir. Sevginin karşılıksız kalışı neticesinde başvurulan son çareler. Kendisini tüm çaresizliğe karşın düş sokaklarının kucağına atmaktadır. Artık sığınılacak ve derdini paylaşacağı bir kişi kalmayınca aşkının esiri olarak kendisini kaldırımların soğuk ve kimsesizliğine salıvermiştir. Kaldırımların kalıcılığına inat yüreğinin sevdasını yazmaya karar veren bir aşığın yürek sızlamaları. Başlıkla beraber adı onulamayan şiirin neden isimsiz kalındığının itirafı. Duygularının tercümanı yerinde, şairin yerine konuşan mısralar bütünlüğü. İşte şiir, bazen şairinin duyguları yerinde yüreğine deniz feneri misali karanlık, fırtınalı ve dağdağalı anlarda yol gösteren bir kaptanı derya. Şairin yüreğinin sırdaşı yerinde vefalı bir dost kapısı.


Şairin sadece istediği eskilere rağmen yeni başlangıç. Tüm olanların üzerine çizgi çekmeye hazır bir yürek sahibi. Tüm etraftaki kalabalıklara rağmen kendini yalnızlıklar koyunda tek başına hisseden içli bir yürek olarak karşımıza şairimiz çıkmaktadır. Her şeye rağmen olanlara güzel bir bakış açısıyla bakmasını bilen engin ruh sahibi.


Uyu şimdi gece uzun
Korkularını aldım yüreğime
Sen geçmişinin gölgelerinde yaşarken
Ben yeminlerimden cayıp
Bu defa gözlerine bir kent değil
Koca bir dünya kuracağım
Ve sen bilmesen de
Bir yıldızdan hep sana
Hep gözlerine bakacağım

Susalım sevgilim
Ellerimizde temmuz
Gözlerimiz ayaza kesse de
Ateşe bassa da adımlarımız
yüreğimiz yürümeli
Aşk, kaktüs olsa da yeşermeli


Aşk vazgeçmeyen veya geçemeyen bir kalemin satırlarda yansıması. Yürek o kadar dolu ki ilk mısralardan son mısralara kadar hep olanların elem verici anlarına rağmen olaylara güzel bir açıyla bakabilen duygular. Kalem sahibi yürek, verilen tüm andlara rağmen geri dönemleri bekleyip, bel bağlamaktadır. Artık mısraların nihayete ermesiyle duyguların da kabardığı divitin rengiyle boyanmış satırlar.

Tüm yaşanılan zorluklara ve zıtlıklara rağmen her şeyin güzel görünmesi için verilen çabalar. Yasemin Hanım aslında şiirinde zıtlıkların ardında hep hayal edilen bir dünyanın temellerini atmaktadır. Yaşanılan zorluklara ve çekilen elem verici anlara rağmen hala güzel anları yaşama isteği görülmektedir. Sevgiliyi adım adım takip etme arzusuyla gökyüzünde bir yıldız olma. Yıldızın kaymasıyla sevgilinin tutacağı bir dilekte umut olma. Gözlerinin ferinin sönmesine karşılık ve yüreğinin gözlerinde soğuması benzetmesi çok yerindedir. Çekilen tüm ıstıraplara rağmen acısını yüreğine gömme veya acısını hissettirmeme çabası şairimizde görülmektedir. Tüm olanlara rağmen emin adımlarla kalbin attığı diyarlara doğru yürümek isteği. Aşk, kaktüs çiçeği de olsa bir çiçektir. Her ne kadar kokusu olmasa ve dikeni ellerde gezinmesine müsaade etmese de o bir sevdanın adı olarak çöllerde bahtına yalnızlık düşmüştür. Çilesini doldurmaktadır. Kendisini çöllere vuran Mecnunlara hasret yüklü gül bahçelerinin rayihasını hatırlattığından, her şeye rağmen şairimiz tarafından son bir sığınak olarak şiirde son mısra olarak kendisine yer bulmuştur.


Tüm bu vefasızlığa rağmen hala içinde bir umut çiçeği büyüten şairimiz, sevdası uğruna her şeyi göze almaktadır. Bu sevda uğruna divitini çıkardığı hokkasından son kelamla birlikte artık yerine koymak vakti geldiğini hatırlatır bizlere. Biz de bu anda şairimizin duygularına eş olarak son bir şiirle cevap vermek isteriz şairce seslenmek gerekirse. Bu esnada vefanın eş değeri olarak yine şair ruhlu bir yüreğin damlarlı yerindeki satırları bizi ifade için tahlilimizin son satırlarında yerini aldığında bize okuyup, mendili sallamak düşüyor. Bu mendil sallama ve gidiş bir vefasızlık değil, şairi kendi yüreğiyle baş başa bırakmadır.


BIRAKTIĞIN YER

Yosun kokan elin mısraları okşayan
Adın yıldızda saklı yakamoz parlayan
Sensizlik kalp ağrısı usulca kanayan
Dermanı vermeden bıraktığın yeldeyim

Bulutun dalına asılmıştı gözlerin
Yağmur duasıydı hayat dolu sözlerin
Dumanı gitmedi kalbimdeki közlerin
Aşkımı bulmadan bıraktığın eldeyim

Çölde ayaz vurursa aşkımın teline
Bahar da çiçek açar dünya güzeline
Gazeller taht kurar mezarımın üstüne
Hazana varmadan bıraktığın dildeyim

Çiselesin ayaz beste yapsın dudaklar
Aşkın mabedidir suya hasret topraklar
Serilsin üstümüze semadan yıldızlar
Sevdamı almadan bıraktığın seldeyim

Aşkım meydan okur tarihin ocağında
Sevmek yücelmektir hiçliğin kucağında
Dönülmeden varılan kederin sokağında
Dünyaya doymadan bıraktığın yerdeyim

(Zekeriya EFİLOĞLU)




ÖMER BATI
25.01.2010 - Gaziantep

( Bir Şiir Tahlili İsimsiz Şiir Şiiri Yasemin Göksel başlıklı yazı Ömer Batı tarafından 27.01.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.