1
Kırık menşeli ölüm…
Dünün çeperinde hazin yangın
Yine şeceresi yorgun ruhun
ayrıntısında gizli:
Bir nameden yana dertli
Aslında başı her yana düştüğünde.
Elemden yansıyan
Dermanı varlıkta kinaye.
Safi hüzün olsam, ne yazar
Belki de dilsiz belleğin
Kayıp ritminde
Sudan çıkmış kelimelerin nazarında
Görünmeyi tehir eden
Bedenden yana derdi
Yine aşkın minvalinde kör nokta
Dilekçesini sunarken Tanrıya
Derli toplu cümlelere biat
Bir kayıp kıta
Aşka ırak yürek haritası.
Kem küm eden seyyah
Aşkın manası her daim
Hep ilmine vakıf
Gönül gözünden yana yorgun
Yine de hüzünlü kalbi seven Huda.
Künyemde saklı tuttuğum aşka dair
şakıyışı bülbülün. Gülden alacaklı sitemin biri bin para.
Hikâyeler çarpışıyor zihnimin ara
sokaklarında; rugan ayakkabıları sıkıyor kederin.
Peşin ödedim oysa bir ömürlük
kirasını duygularımın şimdi faiziyle yazıp alıyorum.
Çalıntı aşklara ne göz kırptım ne göz
yumdum ne de gözüm kaldı arkamdaki yarım hikâyelerde.
Ben bir kahramanım yazılmamış hikâyesinde
şehirli kızın, evren kazan yürek kepçe misali, yorgunluğumun manifestosunu
tutuyorum.
Çalmadım çırpmadım.
Ama katilim ben: hayatımı katlettim
hem de beyaz ve masum ellerimle zira içimdeki çocuk fazlasıyla meşru ve
meşhurdu.
Dünüme bir kinaye gönderiyorum hâlbuki
an’ım zan altında, yarınlarımı hibe ettiğim gönül torbamda irili ufaklı
hayaller var.
Kem gözlü ihtiyar cadı yine dünümdeki
yorgunluğun tek sorumlusu.
Gördüğüm kehanet, görülmezliğim
gerçek, hazanım ise iksirim ve sonunda çaldılar neşemi.
Yürek büyüklüğünde kalemim; iz
sürdüğüm hayatın en yanlı mazlumuyum yine derdine derman değil de yeni bir dert
eklemek adına peşim sıra dolanan hayaletler öfke borcum var.
Ne müsaidim ne de münasip.
Bir mecnundan yana garip bir ferman
her yazılmayanı şerh düşmekle mesul yine yorgunluğum Haktan kazanım.
Aslımı yitirmedim. Mecalim
gel-git’ler gebe.
Doğumuna az kaldı yeni hüznümün.
Çalakalem yaşamayı niyaz ettim;
serpilip büyüdüğüm şehrin sokaklarını celp ettim ve tehir ettim mutluluğu teyit
ettiğim güncemde ben bir satır dolusu harfe itiş tıkış içimin yetim mezarında
büyütmeyi vazife bilip hala nasıl oluyorsa büyümeyi unuttuğum ve uyutulduğum
yıllardan geliyorum, gözüm ne açık ne kapalı; yüreğimi kanla yıkadım; hüznümü
rahmetle kundakladım aslında hayatımı kundaklayan içsel bir rabıta yine özrü
kabahatinden engin bir şelale kıvamında hangi kıvrımı ise hatları kalemimin ben
bir arpa boyu yol gidemediğim.
Sözcüklerimi armağan ediyorum evrene
ve gözlerimi yarınlara ki dünümü unutayım belki de gel-geç aklın kıyametine az
kaldı yine rahmeti engin hülyalarımdan yaka silkip bir bir dizginlerken nefsime
boyun eğmeyi reddettiğim.
Sallandığım gök kubbe.
Aklımın iplerine gebe dün menşeli
kaygılarım.
Ayrıntılar dört kolla savuruyorlar
genelin özetini oysaki tek tek irdeliyorum zamandan ayrı düşmenin verdiği o
huzurda mahşeri kalabalığı da yok saydığım.
Umduğum değil umarsızlığım belki de
külyutmaz yetilerim yine atadan miras. Külliyen yalan/mış doğrular.
Her doğruyu hiçlik götürdü ne de olsa
varlık katsayın en yorgun telaffuzuydu sustuğum zamanların bir de hayallerimi
çalanlara zil takıp oynadım.
Zilli gölgeler.
Zil sesleri.
Okul yolu.
Öğrencisiyim öğretmenliğimin aslında
öğretmen kimliğime yakışan en saygılı öğrenciyim yine evren denen mahkemede
jüriye soyunan bir savcının kibrini üstlenip savunma hakkımı kaybettiğim.