Göğün sızısından
sızlanamam tıpkı meramım olan kelimeleri armağan etmişken gök kubbe.
Karamel acıların
rengine nasıl ki müptelayım ve dolduruşa geliyorum her hüznü sancak belleyip,
aşkı hepten mihrap eylediğim.
Zararsız ve zamansız
bir sızıyım. Sandıklarıma dolan sanmadığım hayli ürkünç yüklemler var bakmakla
görmek arasındaki farkı düğüm değil de düğün bildiğim günden beri.
Sarı benizli cümleler
fink atıyor sanırım dün karşılaştığım o mavi gözlü kadının bana armağan ettiği
gülümsemenin acılarım arasında cirit atması gibi.
Kaideler bellemişiz bir
kez bir de kendi kurallarını inşa edenler var tıpkı toplu ölümlerin taşıdığı o
cinnete nail olan toplu cennet yolcuları misali.
Ne ölüyüm ne de cinnet
geçirdiğimi iddia edebilirim lakin mutluluğumu bağışladım hem de ölmeden önce.
Kayıtlara geçirdiğim üç
beş mutlu cümle yine günüme eşlik eden ve ben şehir sokaklarına dadanmış
martılara gıpta ile bakıp da kendimi bir şehir sürgünü ilan ettiğim kaçkın
güncemde kaçak bir suçludan hallice dertop olduğum yine hâsıl olan mutluluğu
pek de tasvip etmediğim yönünde bir bilinç taşıdığım gerçeği.
Yaşlarım hizalı bu gün
yaslarımı aldırmadığım da gün gibi aşikâr zira hüznümü kıskandım elbette mutlu
anlarıma şükran doluyum lakin arada sırada olması yeter de artar bile zaten kim
izin verir ki sonsuz mutluluğuma?
Azılı katilleri tasvip
edeceğim bu gidişle en çok da içimdeki beyitleri kemiren alıcı kuşlar sonra da
oturmuş mutluluk geçişleri yapıyorum artık mutlak hangi hüzünse ayrı düşmemem
gerektiği.
Nasılsınız?
Şükür.
Sağlık afiyette
misiniz?
Elhamdülillah.
Gerisi teferruat.
Yanlı bir siteme maruz
kalıp… bir isyanı yok sayıp… bir selamı bile esirgeyen…
Köşe başlarında
kaldırımların çiçekçi Çingeneler. Ama selamımın da geri dönümü.
Allah’ım nasıl bir nur
nasip etmiş onların asil yüzlerine ta yüreklerinden yansıyan?
Yanımda telefonda
konuşan kadın ya da kendi kendine sanırım derdi vitrinde gördüğü son model cep
telefonu.
Eh.
Beyitler gelip geçiyor
aklımın hizaya geçtiği mutluluğu savsaklamaya çalışırken.
Hemen hüzne programlamalıyım
yüreğimin sayacını sonra da baş başa kalmalıyım kalemle.
İndirime giren sezon
ürünleri.
Eh.
Kursağımda şarkılar var
ve tek gördüğüm yoldaki insanların yüreklerini okumak adına gözlerine bakma
istemim lakin hepsi sabitlemişler kendini ellerindekinin ekranına.
Bir çocuk görmem lazım
ve Maşallah, demeden geçmeyeceğim ve yanımda yürüyen genç bir anne lakin ben
coşkuyla sevmeye kalkınca kucağındaki bebeğini… korkuttum mu ne?
Korku… göreceli bir
sağanak aslında boğulmak değil de boğmaya dair.
Dedim ya…
Zaman yalpalıyor, mirim
ve gölgemi boyuyorum içimdeki düş fırçası ile.
Aşkımı rendeliyorum,
menüde ne var ne yok lav ediyorum iri bir tepside bıldırcın yumurtaları.
Annemin öğüdü…
dinlemiyorum. Ölüyorum.
Annem ölmemeli, diyen
meleklere dargınım ki zaman da soyut ölüm de yanlı bir düş.
Nabzını arıyorum
ölümün. Kıtlama yapıyor yüreksiz iblisle.
Şehir çağlıyor.
Ben çığlıklarımın kör
şahidi ve müridiyim.
İri gövdeli şahin,
yanlı ve sitem yüklü gökyüzü.
Rahmeti çığlıklarımı
örtüyor, Rabbin katındayım. Gölgemle kavgalı beyitlerden de hürüm; ümmetin
aşkına talibim.
Sıradan sırasızlığa
geçen kalabalık. Gök zincirli ve insanlar yüklü. Adamlardan çalıntı sevda
nameleri ve kadınların aç gözlü nefislerine banıyorlar ihtişamı ve nefreti.
Olmamalı demekten
yorgun, zanlardan zarar gören külliyesi yüreğimin. Damarlarım tıkalı ve takılı
olan zincirlerimle boykot ediyorum.
Pestili çıkanlardan
değil de peşrevi kayıp şarkılardan dilimdeki acılık.