Askıntı bir kelam, tüm
yitip gidene yığdığımız sorumluluk ama bir yandan da cebelleştiğimiz vicdanın
üstü örtülü hüviyeti.
Kandırılası bir yaşam:
Kâh üzünç yüklü bir gölgeye dert yanmak kâh kemirgen bir duyguya rast gelip de
edinilesi en yüksek mertebe yine, güven duygusunun ihmali iken sınırlarımızın
ihlali…
Nankör bir beyanat
belki de bitimsiz bir rehavet çöreklenip de randımanı düşük bir fiiliyatta
etkin rol sahibi: Durduk yerde sinen durmadan getirilen açılımın içini dışını
dikleyen ve derken boyumuzun ölçüsü alıp kala kalmışlığımız…
Dergahın hangi müridi
yadsıyabilir ki hele ki aşkın rehaveti çöküp de bizler kıyasıya nefret odaklı
siluetlere bilfiil iştigal ederken ve derken detone bir tınıda serkeş
meziyetlerin de iştiraki ile, demlendiğimiz gönüllerde kundaklanan masumiyet
hem de en küçük zerresine kadar.
Görkemli vedalardan
çıktım yola bu akşam ve seyrindeyim iç âlemimde konuşlu bir serçe edasıyla.
Anlatamadıklarımı
anlamlandırırken, ant içtiğim bir sunumu da ihya ediyor adeta dış sesin coşkusuna
eşlik eden beylik söylemler. Zifiri kara mademki gecenin zaptı, ben de
eğrilmeden bükülmeden hayata baş koymanın endamı ile türetiyorum: önce
sevgilerle kesişen bir dünya yaratıyorum ve sonrasını az sonra öğreneceğim hikâyeler
yazıyorum.
Yazmasında köyümün
sevabı, dercesine taşlığında şehir en hoyrat nidalarını savururken bir duvardan
diğerine ve bölücü imlerle boğuluyor yalnızlığın kisvesinde yoldaş olmuş bir
kalemle olan yolculuğum…
Anlamazlar oysa deyip
de çıkmıştım yola derken pür-neşe daldılar aklın konuk bellediği sayısız rahvan
gölge ve kayıtlara geçirdiğim iç sesin ikbalinde, aşka ve sevgiye delalet nice
ölümlü tümce. Öyle ya: Bir yazıyordum bir siliyordum belli ki doğum sancısı,
demişti yazar. Yazar bellediğim nice nüktedan dokunuş ve mabet bildiğim iç
dünyamın aktarımı iken şu cümle silsilesi.
Ahkâm kesenler rotadan
hepten çıkardı: Önce hayallerim çalınmıştı ve derken tutuklandım aklın
hapishanesinde; bölücü imlerdi yine tehdit unsuru ve kıyımı idi doğramaya
başladığım hangi elem ise, İlahi Kudretin sığınağında, martaval okuyanlara
inat, daha çok sevdim ve daha az tükettim hayat iksirini ve çoğaldım sevdikçe,
azaldım nefretlere olan isyanımda, katık yapmışken umudu ve körelen düş gücünde
insan ırkının, türettiğime kâiniydim belki de benlik sancısından muzdarip bir
fani olmanın ötesinde, efkârı da yastık bellemişken…
İklimler soğuk nevale
idi: Yaz bile barındırmıyordu samimiyeti ve doğurganlığını hüznün bu yüzden
yazın başında dünyaya gözlerini açmış bir fani iken, ben hepten kışa
sevdalandım. Aklandıkça doğa, saydım kar taneciklerini ve rahmet okudum önce
yaza sonra da kenetlendiğim beşinci mevsime:
Azıcık ılıştırdım en
soğuk nameyi ve durak bildiğim hangi notaysa sürtüştüm bu kez minvalinde yorgun
bir ömür kadar tadımın olmadığı ama tatmadığım aşklardan da nasiplendim
haftanın sekizinci günü bu sayede sağalttım acılarımı, iliştirdim göğüs yakama
ölü adamlardan miras bir hakkaniyet iken yine şairin iz düşümü bir imgede tüm
terk edilmişliğim ile ihbar ettim: Önce tanrı’ya sonra da sana. Sandığımdansa
sanmadıklarım saklıydı sandığımın çürük iskeletinde bir bir andıkça ölü
taarruzlarını yürek iken boyunduruğunda evrenin, evren ki hükmedenlerce gasp
edilmiş bir boşluk iken yine boş kutulara sığdırmakla mükellef kıldığım zaruri
bir mahlûk iken varlığımdan arda kalan.
Katı belleklerde
yumuşak sevdalar…nasıl nasıl da gönül koymuştu oysa…belli ki bir kehanet belli
ki yorgun bir ömrün tayfası iken geçkin yıllar ve geçirgen tahayyüllerde bir
ırmak kadar akışkan, bir yürek kadar da sırnaşık..
Neyin hükmüydü de cüret
etmiştim boşluğa savrulmayı yine zapt ederken gecenin bekçisi sayısız insan ve
nidalarından sorumlu düş Tanrım…
Mabedimde varlığımın ve
uzamında hayalet şehirlerin, kayıp kıtaların da yolcusu iken israf ettiklerim
ve beyan ettiğim bir yolculukta kala kalmışlığım.
Geceden arda kalan mı?
Tehir ettiğimin bir
ömrün yanında ne ola ki?
Sonrası da zaten
öncesizliğim kadar haram ve tezat bir hegemonya hele ki şeytan bile yolda
kalmışlığına aldırmazken düş simsarlarından ödünç aldığı sevdaları hele ki
kudretini asla yadsıyamayacağı kâfir bir tını ya da metazori bir bedel iken
ödemekten gayrisi yeteri kadar muğlâk bir sancı, evrenin çatı katında baş aşağı
asılı yarasaların kör dövüşü yine gök kubbede asılı kalmışlığın hıncını yine
insanoğlundan alan…