Sorgulamak zorunda
kalıp da bir kabullenmişlik mi olmalı ve izafi bir yörünge yine biraz da kıyım
odaklı ama kıyama durmaktan da geri duramamak…
Başa almak gerekirse hikâyeyi…
Sene 2012 ya öncesi?
Bunu zikretmek çok
gereksiz hele ki anlamsızlıklarla örtüşen anlama güçlüğü çekenlere bir sunum
değil asla ve asla yürek fırtınası yaratmak da değil amacım: Sadece ve sadece
mantıklı bir beyin fırtınası.
Milat denen olgunun
insanlığın başlangıcı olması gerektiği gibi bir zihniyet mi peki aslımızın
dayandığı o dayanak kadar da tutarlı olma ihtiyacı ile mensubu olduğumuz hangi
grupsa?
Sosyolojik mahiyette
farkındalık kazandığımız ya bireysel çöküşlerden bihaber ise o grubun diğer
üyeleri ya da bireysel farkındalık kazanıp fark etmektense zehir etmek mi
hayatı?
İkilem yüklü kısaca
hatta daha da engin ve her nasılsa tek bir somut veri vermeyeceğimin garantisi
ile ele aldım bu açık mektubu: Evet, insanlığa bir sunumum hatta bu güne kadar
yazdığım yazıları da savunma ihtiyacı hissedip bir terennüme odaklanmış bir
ömrün de izdüşümü.
Notalar bile susku iken…
Kanayan bir coğrafyanın
nice şehidi iken ardı ardına göç eden ve bizlerin çoktan göç etmiş bencil ve
sefil yanlarımız ki en başta da zatıâlim.
Nefret odaklı sayısız
terör örgütü ve çalınan hayatlar ya geride kalanlar ki bizleri es geçtim bile
zira bir hafta bile geçmez iken aynı terane yaşanacak hanelerimizde ama onların
hanesindeki yangın asla sönmeyecek.
Hüzün vazgeçilmez iken
mutluluk nidaları filan atma ihtiyacı zaten hissetmiyorum lakin bitimsiz iç
sesimin meşrebinde beyan etmek istedin duygu ve düşüncelerimi ve asla da edebi
bir sunum olmalı, diye de geçirmiyorum içimden. Sadece ve sadece vicdan ve
sevgi fukarası bizlerin bir taaddüdü şu karaladıklarım.
Şu da bir gerçek ki;
edebiyat denen olguya hakkıyla ürün sunmak adına da tam dört yıldır çabalıyorum
ve elimden gelenin çok fazlasını yapabilmek adına da haddinden fazla yüklendim
ama sadece kendime ve ne yazık ki bir o kadar da örselendim geçen zaman
zarfında ki nihayet de bulmadı lakin hiç de sorun etmiyorum zira iç sesimle
muhatabım bu bağlamda tek derdim yine kendimle ve dert etmediğim diğer bir
nokta da: dert olmam nasıl mümkün haricimdeki insanlara?
Çıkış noktamsa…
2012 yılı: evet, çıkış
noktam ama kimsenin başını ağrıtmak da istemediğim için aynı plağı çalmayacağım
her ne kadar önem arz etse de şahsım tarafından.
Öncesi yok inanınız ki
ne öncem var ne de sonram aslında hele ki kıymetli bir hocamın hep zikrettiği gibi:
an’daki mutluluğa odaklıyım ve an itibariyle de çok çok mutluyum zira kalemle
hemhal olmamım ötesinde sizlerle olduğumun bilinciyle geçtiğim bu iletişim
neticesi ile Rabbime minnettarım.
Sevmek nedir, diye bir
sorum yok lakin saygı odaklı bir mecra aslında ehemmiyet taşıyan ve bu nasıl mı
olur?
Önce değer vererek ve
anlamaya çalışarak gerçi anlama güçlüğü çeken bir toplumuz ve ben de bu
toplumun bir bireyi olarak; her daim anlam olmaya ve anlamlandırma çabası
içerisindeyim: öncelikle de kendimi.
Buldum da çok ipucundan
yola çıkarak ve ne eğitim geçmişim ne de öznel bağlaçlar söz konusu bile etmeye
değmez bulduğum ama sadece ve sadece hayallerim.
Çok şey istemedim
hayattan bu güne kadar ama sunumu itibariyle hayat çok şey çaldı benden. Dert değil
de!
Ama tek dert ettiğim:
Kimsenin yaşama sevincimi ve hayallerimi çalma hakkı olmadığı. Bu nasıl mı
olmalı peki? Sadece ve sadece önyargısız bir yaklaşım: Laf sokmadan. dürüst
alabildiğine ve samimi ölçütünü baz alıp ve de taciz etmeden, arkadan
konuşmadan kısaca olması gerektiği gibi ama ne yazık ki oluru da olmayan. Dert değil!
Hele ki insan kendini bildikten sonra.
Sıkıntı üstüne sıkıntı
ve pay edemediğim: Dolduğum, taştığım, çıldırma noktasına gelip sükûnetle
aştığım ama somut hiç veriyi de paylaşma niyetinde olmadığım… Sebebine gelince
efendim…
Pay ettim üç beş
dostumla tabii ki de tüm saflığımla; güven duyup, başımı yaslayacağımı umduğum
az sayıda insanla. Sonra ne mi oldu?
İki kişi iken
paylaştığım insan sayısı katlandı bu sayı: Dört, altı, onlarca insan ve ne
yazık ki hayatla arama sokulan nice nifak. Dert değil ve hakkım da helal olsun
zira bende de çok sır mevcut ama mezara götüreceğim nice sır zira laf olsun
diye korkmuyorum Allah’tan hele ki Allah’ın sopası yok vecize ile bire bir
yaşanmışlığım da olduğu gerçeği ile… Bir o kadar inandığım İlahi Adalet ve yine
yüce Yaradan’ın merhameti…
Her beyanım gerçek.
Her yazdığım yazı
sadece bana ait.
Her neşem makbul zira
kendimle olan savaşımda yine memnuniyet duyduğum bir kazanım iken hayatın
sunumu ne olursa olsun. Asla ve asla başka insanların acısını meze yapmadım
lakin benim acım hem meze oldu insanlığa hem de neşe!
Sakıncalarını bilsem de
yazmaktan geri duramadığım ve yine tek düşmanımı ve tek dostumun da kendim
olduğum inancı…
Sürtüştüğüm tek insan
yok, desem yalan olur lakin düşünce babında ve yine hayat standartları iken
kimsenin de ilgi alanımda olmadığı.
Son noktayı koymam
beklendi ve defalarca koydum da: ama sadece sönük bir virgül. Ve yeniden
yazdım, yeniden ve yeniden…
İddiam var mı peki? Ne fark
edecek ki iddiam olsa olmasa ama tek iddiam var: SESİMİ DUYURMAK ZORUNDAYIM.
‘’Sadece içimde susmak
istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum.’’(Sylvia Path)
Örtüşen bir duygum
mademki edebiyata mal olmuş bir yazarın da öngörüsü iken demek ki suçlu
değilim.
Lakin çocukluğumdan bu
yana hep suç unsuru olmuştur yaptıklarım keza yapmadıklarım da. Öncelikle aile
baskısı ve giyotinden son anda kurtulduğum nice hüzünlü yaşanmışlık.
Derken eğitim hayatımda
yine ailemin öngördüğü üzere okuduğum disiplinli eğitim yuvaları. Yuva dediğim
doğru zira siyahlığı pembeye boyayan yine bitimsiz düş gücüm ve içimdeki insan
sevgimdi ki hala da aynı ruh hali ile iştigalim.
Zormuş çok zor! Hayat ne
zormuş lakin bunu yeni yeni anlıyorum hele ki korumacı bir aileniz varsa,
gözlerinden sakınıyorlarsa sizi ve her türlü imkânı sunma gayreti içerisinde
iseler…
Payıma düşen ise bu
sunum karşında: Kocaman bir es ve kabullenmişlik yine.
Ya şimdi değişen ne?
Ben değiştim belki de. Evet,
iç sesim oldu en yakın dostum ki bunca sene nasıl susmuşum, onu da anlamış
değilim.
İnanmak zorundayım.
Maneviyat sonrası inandığım, inanmak zorunda hissettiğim tabir-i caizse;
karşıma kim çıksa ona inanma zorunda olduğum inancı ki tersini ne zaman yapsam
gelişen paranoya akla zarar. Ha, zarar görmediğim ne malum? O da dert değil
lakin kalbimin hala kırılmayan parçaları mevcut bu bağlamda dileyen kırsın,
kınası ve sevmesin de. İlla ki sevilmek gerekmiyor hele ki sevmeye konuşlu bir
bünyeniz varsa ve nefreti de buyur etmiyorsanız sofranıza.
Yazmaya başladığım
dönem özel hayatımın en allak bullak olduğu dönemdi ve yine tek bir veri iddia
etmeyeceğim ya da neyin ne sebeple ne gibi sonuçlar doğurduğunu lakin bildiğim
tek şey: Hiçbir suçum olmadığı halde yakın çevremin ve isimlerini dahi
bilmediğim tanımadığım insanların bana yönelttikleri düşmanca tavırlar sebebiyle,
düzenimin bozulduğu, annemin süreç itibarıyla sağlığından olduğu ve nasıl
dayandığımı sadece Allah bilir ve bunu bana lütfetti.
Çok çok kara bir gecede
karalarken üç beş satır: bilmeden başka bir dünyaya adım atmıştım evet, -miş’li
geçmiş kullanıyorum zira kendimde olmadığım bir süreçti ve kendimi şu son dört
yıldır yazıp yazıp bulduğum gerçeği.
Ve tüm yüreğimle itiraf
ediyorum:
‘’Yazmaya başlamasaydım
an itibariyle sizlerle olamazdım.’’
Sevebilir miyim sizi?
Saygı duyuyorum
öncelikle ve siz izin verseniz de vermeseniz de: Seviyorum…
Hiç tanımadığım sayısız
insan ama yüreklerine dokunduğum…
Sevmek asla zor değil…
Okuduğunuz için
teşekkür ederim. Ani bir refleksle yazdım bu satırları ve hiçbir edebi kaygım
da yoktur.
Sürç-ü lisan ettiysem
affola.
Son bir şey…
Ya da boş verin: Onu da
ilerde yazarım tabii ki de Allah’ın izniyle.