1
Sorunsuz bir gidişata
meyledip de duraksadığım o ibre kadar da işaret imleriyle yüklü tezahürlere
yükledikleri anlamlar ve her nasılsa sükûtu ikrar bilip, sonlanmadan ömür,
geldiğimiz o izafi son durak.
Miskince ve rehaveti
savsaklamadan ödün vermemek adına, tüm asaletim/iz ile yüklendiğimiz o heybede
asılı iken kaygılarım… Korku adına yitip giden sakin ruhumun tecelli ettiği
boyunduruğu tüm kayıp imlerin. Kayıp maziler, kayıp sarkaçlar, kayıp aşklar ve
asılı kaldığımız bilinmezliğin kancasında yüz görümü bir mutluluğu arayışım/ız…
Sorun değil, demeyi ne
çok isterdim ve sorun addedilen detayların boğucu isyanında yeniden yâd etmek
kayıpları.
Kayıp giden bir
yıldızın ardında kalan toz bulutuna yüklediğim anlam ya da anlam olmayı
reddedip arayışın indinde, nerede soluklanıyorsam, solan kış güneşinin
pervasızlığı kadar da ayan beyan iken beşerin nefret yüklü söylencesinden
payıma düşen.
Alınmamam gerekirken,
alıntı bir cümleye rast gelip, yığdığım minik heykellerle adını konduramadığım
sayısız müphem duygu. Ağlak ve fazlasıyla istikrarsız yetmedi haznesinden taşıp
giden oluk oluk gıybeti rükû bilip, ansızın soluklandığım bakir bir bulut.
Görünmezin indinde
olmanın bilinciyle görmekten imtina ettiğim.
Görmektense görüntü
kirliliği yaratan münafık edimlerden uzak durmak alabildiğine.
Nankör bir aşka denk
düşüp, çatık kaşlı ve bağnaz bir nefreti sindirmekle iştigal eden kim varsa,
çalakalem yordadığım anlık bir iç dökümünü kıble eylemiş nazenin bir yürekten
dökülen biteviye…
Demlenmiş ömürler ki
her birinin miladı ayrı bir eksen.
Ekseni kayıp gitmiş bir
coğrafyayı mimleyen ahalisi ki hepten yoklara karışmış bir sahil kasabası yine
kışın tam da ortasında beklerken beyhude bir telaşla yüklendiği özlemlerden
muzdarip.
Kısaca, demekse maharet
müzmin bir yorgunluğun yüklediği ama her nasılsa yüksünmektense yürümeye
meylettiğim ve yeri geldi mi son sürat kavuşmakla yükümlü iken ebediyetle. Kâh
ölüm kâh ırgat bir teselli belki de belirsizliğin koşullanmış anlamsızlığında,
sırdaş bir imgeye dönük iken yüzüm ve ellerim boş olsa da medet umduğum o aykırılıktan
geride kalan ne ise…
Çaprazı tüm
yükümlülüklerin, kocaman bir boş vermişlik ve günbegün anlamını yitiren dostane
nidaların yerini alan çapraşık ve sefil alabildiğine, nasıl da savruk ve satır
aralarına yığdıkları kindar bir söylemle çatık kaşlı isyanlarını yumuşak bir
üslupla yığmaya kalktıkları. Nasiplenmekse eyvallah… Sonlanmaksa, buna karar
verecek tek merci zaten zamanı kollamakta. O zaman payıma düşenle iştigal edip,
güttüğüm tüm kaygıları rencide edip, yüklendiğim satırlar ve yüklediğim
anlamlar her ne kadar anlam olmaktansa anlamlandırmaktan imtina edilen söz
öbekleri ve belli ki elimin tersiyle ittiğim görünmezliğin kaidesi yeniden iş
başında.
Arınmak kirden, ayrışan
sefalet ve görkem yetmedi bir eli haramda ve gözü çöplükte.
İhya edilesi bir rabıta
aslında çözülmez addedilen ve her nasılsa basit bir tümceye rahmet yükleyip,
asılsız bir sıfattansa asil bir özneyi tevafuk bilip, sahiplenmekle yoksunluğun
ayrımında düşmüşken yolumuz en uzağa yine de yakınmadan en yakınımızdaki
gönülde sığdıramadığımız ve coşku babında hıçkırığa boğulmak ve işte mutluluk…
Yoksunluğun girdabında
ne ise sahip olduğumuz, varsıl bir istikamette bilmek her şeyin tek malikinin O
olduğunu. Hüzne delalet bir sancıdan yola çıkıp şükür yüklü bir gönle rağbet
edip, konuşlanmak ve bertaraf etmek zor olsa da manevi bir hazla sahip
olduklarımızın farkındalığında, ilim ve amel eşliğinde Allah’ın huzuruna
çıkacağımız iki şahit.
Ne de olsa sevgiden
ibaret bir evren ama her nasılsa nasiplenmektense, olumsuzlukların peyder pey
çoğaldığı.
Yükümlü olmaktansa baş
göz ettiğimiz isyan yüklü imler kadar da tehdit yüklü bir dönemeçte
anlamlandırmaktan aciz olduğumuz: Meşgul olduğumuz içimiz mi yoksa tefekküründe
hamd etmeyi mi unuttukta ait olmadığımız dünyalara atıfta bulunuyoruz?
Ümit, birlik ve tevhit
ki yoksunluğu yine beşeri bir zafiyet.
Hüzünden çıkıp yola,
rast geldiğimiz enginliğin ikbalinde, boğulduğumuz yaşların rahmeti iken
tevafuk addedilen tüm olası seçenekler. Gönüllü gönülsüz yaşamak kadar da
aymazlığında belki de ayracı iken o gariplik ve hüzün yüklü sarnıç.
Dokunduğumuz an kaybolacağı endişesiyle uzak durmaktansa tüm cesaretimiz ile
soluklandığımız ömrün hangi satır arası ise kaderin rotası.
Tutuşan en batıl
yörünge, kıbleden uzanan ve yüreğin sırlara olan düşkünlüğü.
En asılsız söylence,
zehrinden arınmadan düşmüşsen yola.
En bakir gök kubbe;
aşkın iklimsiz seyrinde ve en hakiki boyut, erdemin ışığı kadar nüktedan bir
ikileme maruz kalmaksa içine düştüğümüz o boyutsuz kaygı.
Hırpani zaman zaman ve
gel-gitli aklın en devrik ve hükümsüz söz birliği: Bir mabedin tepe taklak
olmuş denginde, her daim yüreği burkan ve yine de hicap yüklemezken kadere.
Tantanası ıslak
kaldırımların belli ki coşkusunu göz ardı edemezken yaşama sevincinin. Bir
bukle de olsa hüzün esir almışken, o çatık kaşlı kelamdan arda kalan son nokta;
bir öncesi ünlem yüklü bir söylencede kayan arsızca o taş zeminde ve bilfiil
sükûtu yâd eden en aykırı söylence.
Söz iken mihrabı
sessizliğin, gün ise ışığın dengi, her geceyi hükümsüz kılan umut zerrecikleri,
tortusu çöreklenmişken yine de asılsız.
Darbelerin
teneffüsünde, yalıtıldığım bir kelam kadar dokunaklı bir günce belli ki
belirsizliğin zehrini akıttığı kundaklanmış insan manzaraları.
Yükümlü seyrindeyken,
hüzünlü bir miladı tehir eden belki de dokunulmazlığı insan ırkının, o göreceli
seyrinde yol aldığına kani olsa da yoldan çıkmışlığını asla kabullenmeyen.