Öksüz bir sevincin
mağlup tınısında saklıyım belli ki…
Belkiler rağbet ediyor
belki de hele ki nazenin bir benlik kadar teferruata meyledip, sükûtu yâd etse
de gecenin kör vakti…
Gönülsüz bir aşka
düşmüşken yolun, mabet bildiğin gönül de mi terk eyledi seni?
İmlerin yol olduğu,
sırların giz olmaktan çıktığı ve hükmen yenilmiş bir evrenin çatısında çaldığım
o ıssız şarkı.
Söylemlerden ibaret
sarkaç, söylenceler peyda olmakta günbegün ve sözüm ona isyan addedilen bir
tekerlemede iz sürdüğüm kayıp yolumun kaynağı bitimsiz sevgi zinciri.
Zor olmalı sevmek
kiminin meylettiği nefret şıkkına yaptığı bir gönderme kadar yüklü bir eylem
hazırlığında iken, düşman ve mağrur yoldan çıkmışlığı bilinmezin indinde,
bilindik bir şarkıda dilime doladığımdan öte dilim döndüğü kadar.
Aşkı sırdaş bildim
bileli yenilgi addedilen, ne asaletin uzantısı ne de devinimi yoldan çıkmış bir
gösterge.
Şimdilerde nifak yüklü
söylencelere yüz vermek bir yana yüzü suyu hürmetine aşkın, girdabında
bilinmezin ve her ne hikmetse, sonsuz bir tezahürat yüklenmişken ve ağır aksak
adımlarken ve belki de seke seke, toz konduramadığım kim varsa yüreğimde saklı.
Sancılı ömürler, sureti
kayıp ölümler, devingen mizaçlar ve öksüz yalnızlığın kucağında o tok sesi ile
kader asla yüksünmeden tezahür ederken şafak vakti.
Gözlerde nice perde.
Yürekte saklı bir telaş.
Ve belli ki tekeri
kayıp bir şehrin kayıp haznesine yüklenmişken iniltiler, ayyuka çıkmışken o
rahvan ve şaşkın mizaçların döngüsüne sığdırmaya meyletmişken bir kez kâh hüznü
kâh çarpık bir yol haritası, noktalar iken mağlup gelmiş bir tantanada hangi
aklı evvel imge ise kelimelerin tekelinde ve sırça kökünde şu sefil yürekten
döküldüğü kadarıyla…
Tümden hezeyan yüklü ve
pekişen o izafi arzu yüklü bir benlikten, kayıp dirayetine ikrar yükleyen.
Notaların, değil
çığırtkanlığı münzevi tınısı bile rahmet yüklemekte kayıp şarkılardan çıkıp da
yola, ansızın toslamışken yine kendini arayan bir melodinin kınından çıkardığı
o ulvi serzeniş:
Mihrakı fazlasıyla
tutarsız, gölgesi hepten yitik ve demlenen ömürlerle mimlediğimiz o devingen ve
kayıtsız zaman dilimi. Sarkacın gidip gelmelerine takılı aklımın nazarında,
yüreğin solmuşluğundan ziyade sorgulanan mahremiyetine atıfta bulunan hangi
imge ise, varsın gelip bulsun beni ve efkârımı yâd edelim günbegün.
Gömülü dünler zuhur
ettikçe ben pür-telaş kazıyorum mezarımı.
Taşıma suyuyla mademki
dönmüyor değirmen, en aykırı mizacımla çalıyorum karaya hezeyan yüklü atıflarla
kesilmiş yolum iken, hangi engebe ise sığınağımdan öte ve hangi sızıntı gölge
ise, varlığımı tokatlayan.
Sözüm ona mutluluk,
mutsuzluğu devingen ruhun bir başkasına attığı çalımla yığmakta karayı beyazın
önüne.
Kısık bir terennüm yine
kaderin el sıkıştığı o bildirgede saklı tutulan ismim.
Rağbet etmek değil
belki de payıma düşen sadece tevekkül bildiğim bir imgede sır verdiğim en
mahrem düşüm, girdiğim düş çukurunda boğulmaktan keyif duyduğum.
Seçmediğim bir hayatın
seçimsiz hangi şıkkı ise işaretlemekten imtina ettiğim ve tüm varsayımları yok
sayıp, mimlediğim bir sonda, bilendiğim kadarıyla ve bilmediğim ne ise yine
bilmekle mükellef olmaktansa bilmediğim bir ömrün sıra dışı kaydında yine
sıradan bir aşka düşmüşken yolum, demekten pek haz etmesem de.
Yine de…
Ve yeniden…
Sevildiğimden öte
sevdiğimden edindiğim en ulvi coşku belli ki rağbet ettiğim gönüllerde kurduğum
otağı ve sevginin telaffuz ettiği her imde saklı tuttuğum benliğime haiz
olmaktansa bahşedilen bir ömre meylettiğim tek bir kelime:
Eyvallah hayat.
Sıra dışılığın tezahürü
iken kaçkın bir düş ve sıradanlığın gölgesinde, aykırı bir mizaca yenik
düşmekse…