1
Mağlup geldiğim ama ne
hikmetse koşullandığım yine de geriye saramadığım var oluşumun hezimet yüklü
dipsizliğinde, ahkâm kesen imge sağanağında köreldiğim ve çömdüğüm o harabede
konuşlandığım ufacık bir ağaç kovuğu. Olur da sızar tortusu yalnızlığın, olur
da heder olurum hepten, olur da olmazın oluruna denk gelip savrulurum hicap
yüklü bir şarkıda: Bir oradan bir buraya sürüklendiğim notalarını çaldığım ve
aşırdığım tek güdümlü mecra iken kaybolmaktan haz ettiğim.
Kaybolup yeniden bulmak
umuduyla, gölgelenmek ve ışıldamak aniden: Kâh bir ışıldak kâh sığıntı bir
aydınlığın yalıttığı ruhumdaki o kayıp ve sefil tını: Adlandıramadığım nice
kaygı belki de, ölüme dair ya da aşkın aşikâr hüznü çöreklenmişken satır arası
mağlubiyetlerimde, ansızın vuku bulan bir edimde sakladığım o pervasızlığım,
nüktedan bir ikilem iken nazarında anlam bulduğum yine de adlandıramadığım…
Devrik hatta yitik bir
o kadar savruk.
Dağınığım hem de
ezelden.
Suskunum da, doğduğum
gün kesilmiş hesabım.
Ve savruk tüm
yetilerim.
Kıbleye dönük gözlerim
ve yanarken için için, demlendiğim gölgelerde esefle kınıyorum adım başı rast
geldiğim kim varsa belki de kınanmanın getirdiği o tutarsız tecellisi iken
kesilen ahkâmların, pür dikkat gözlüyorum yolunu her ne getireceğini bilmeden
yarın diye addettiğim umuda dönük iken hayatın sunumu ve bilmek belki de
belirsizliğin dökümündeki o iç ses, avaz avaz bağırırken ve her nasılsa
susturamadığım…
İkbalim mademki gün
dönümü, nedir geçmişin sırtıma bindirdiği bu yük…
Dünüm mademki bağımsız
kalan yarımdan, kaybolmuşluğum mudur bunca telaşın indinde…
Dağınık saçlarımı tel
tel koparıyorum, her beyazda gölgeli bir milat bellediğim yaş yüklü yaslarıma
hürmeten, yaşamaktan imtina ettiğim anlık sevinçlerimi, her kim çaldıysa.
Doya doya ölmek belli
ki o muzaffer edanın yüzüme çarptığı acımasız tokat.
Yeniden doğmaya
doyamazken her ölüm sonrası, korunaklı dünyamın kapısına atılan bir tekme kadar
acımasız, tüm o çarptırılmış gerçekler.
Düne hürmeten ve aşkın
teyakkuzunda, sınır ihlali yapan o devingen mizaçların körelttiği ömrümü,
çalıntı bir nazireye yüklemişken, yüksünmeden çentik atıyorum her yeni günü
geride bırakmanın getirdiği kıvanç bir o kadar esefle kınarken.
Her şeyin çok ötesinde,
biriken ve her katresi amansızca yüreği boğan, emsalsiz bir yorgunluğun o
ceberut öfkesine sığdırdığım belki de sığındığım yorgunluğun dip yakasında
yoğruldukça, sıkıntıları bile fersah fersah aşan bir yorgunluk… Sevmek gibi ve
sevginin tezahürüne yüklenen hicranın safça yalıtıldığı; kâh başkalarının
heyecanlarını sırtlayıp kâh özgürlüğe duyduğumuz hasretin amansızlığında
karşılık bulamadığımız…
Hissetmek… Her anlamda
ve her koşulda…
Öyle ya da böyle,
sadece yudumlamak ve doyamazken, karşılık dahi bulamazken, biraz da olsa sevmek
zorunda olmak, mecali yitik bir ruhun boyunduruk addettiği karşılıksız
sevinçlerin ve çalıntı bir aşkın mizacında, yansıyan o gölgeli fasıl: Ne
zihinde ne de heyecan yüklediğimiz ansız haraç mezat yalnızlığı külfet dahi
bilmeden, koşullandığımız o sancılı duygu yoğunluğu belki de nükseden çalıntı
bir var oluş, şairin naklettiği söylemde saklı bir gizem adeta:’’Severek
yoruyorduk…’’
En güzel yorgunluk mu
yoksa bu duygu sağanağının yürekte bıraktığı çapak: Anlık bir yok oluşun,
varlığa hükmeden fısıltısı kadar duyulmazken iken ayan beyan ki nükseden
emsalsiz bir sağanak; ıslanmaktan asla hicap duymazken…
Hüzne dokunduğum yüzü
ömrün ve gölgelerin o kaçınılmaz hicran yüklü bir o kadar kesif sessizliği ile
donatılmışken varlığım.
Hüzün bastırdı
bastıralı daha da düşkün oldum güz akşamlarına. Yitip giden günün arkasından
verdiğim o selada saklı ölü sevinçlerim belli ki eksiltili bir yadsımazlıkla
teğet geçiyorum tüm bilindik ve seçilmiş şıkları. İster koyultulmuş bir nizam
de ister sefil bir çocuk. Belli ki büyümekten hiç mi hiç haz etmedim ne de olsa
uzak kılındığım o çocukluğumun mirası yine senden yadigâr.
‘’Peki, kim kurtaracak
beni var olmaktan? Ne ölümdür istediğim, ne de hayat…’’(Alıntı)
Arafta kaldığım su
götürmez bir gerçek üstelik anonim bir dokunuşuna vakıf iken o bilinmez maliki
şu muğlâk yaratı ile düşmüşken aklıma…
Dokunuşu sancılı
alabildiğine, gölgeler mütemadiyen uzamakta ve kaçındığım sakıncalı duyguların
her ne kadar uzağında dursam da kendimi alamadığım bir düşe takılıp kaldım.
Aklımın kancalarındaki
o kurtçuklar hepten yetilerimi ele geçirdi. Varla yok arası iken kenetlendiğim
o kınalı yapıncak, bir terennüme kurban giden yıllarımı dondurdum dünde. Dünü
yarına taşıyan tüm pişmanlıklarım ile işte arz-ı endam ettim.
Gidip gelmelerde
saklıyım ve boyunduruğundan kurtulamadığım devrik ve yükümlü sancıların,
coştukça coşuyorum aşk çeşmesinde. Aşka âşık o imkânsız evrenin mağlup
tınısında konuşlanmış hangi şarkı ise nakaratını çoktan çaldırdım. Çaldırdığım
çocukluğumun görkemli huzuruna hapsettiğim anılarımı da mademki çıkardım
gözden, kimse tutamaz beni.
Rahvan ve kayıtsız iken
zaman ve bir tuzak ise mekân, varsın yok olayım bilinmezliğin manifestosu iken
mağlup kılınan.
Muğlâk yaratıları
evrenin hiç mi hiç akıl karı değil hele ki bağımlısı iken hayat denen iksirin.
Yine de sokulduğum ve
sakındığım ne varsa alabildiğine ulaşmak nirvanaya tek tesellim.
Tecellisi tüm
kazanılmışlığı payidar kılan ve tescilli birlikteliği aşk ve hüznün.
Kırık bir notayım ve
alabildiğine kırılgan. Tut ki bir düşüm hele ki evrilmekte iken dönencenin
gıyabında, hiç mi hiç gocunmuyorum yasıma eşlik eden düşkün yaşlardan ne de
olsa yaş almayan bir evrimin ilk ve son kurbanıyım; hanidir saklı hanidir
varlığına kani dahi olmayan metruk bir sayaç, zamanın devingen ruhuna eşlik
etmek adına tekeri yitik, aşkı katık yapmış iken.
Mademki geç değil
sevmek için, ölsem ne gam.
Ölüm iken ayracı şu
devranın varsın sakıncalı bir söylemin boyutsuz tecellisinde yitip gideyim.
Yitip gitmelerde
saklıyım, saklı bir düşün perde arkasında dokunaklı bir şarkı kadar sitemkâr ve
isyankâr.
Haydi, çek git, demek
kadar metazori bir sakınca ile boyutsuzluğumun mizacına yenik düştüğüm.
Günü kayıp bir döngünün
en içler acısı tefekkürü yine yığılı en derinde ve tanımsızlığı haraç mezat,
boyunduruğunda kaybolmuşluğumu kim bilir kaçıncı sancısı…
An’ı münafık, dünü
kayıp, yarını yine saklı.
Sarmalı yitik bir
zincirin peyda olmuş gönülsüz birlikteliği kadar payidar aşk ve özlem, bin bir
sitem dilimde.
Gönle hudut koymak olsa
keşke tüm marifet.
Keşke gömülü dünlerimi
pençesiyle ifşa edip serse ayaklarımın altına o külyutmaz ve geçirgen bir o
kadar kırılgan hörgücüm yığdığım o pestili çıkmış düşperest imgeler.
Kani olduğum mu
görmekten imtina ettiğim mi…
Gerçeğin dibi mi,
varsıl hidayetini evrenin asalet yüklü bir kimlikle ve yobaz düşleri ile inkâr
ederken mi kader denen uzantısı o hutbelere sığdıramadığım ve sadece varlığına
sığındığım İlahi Adalet kadar engin bir miracı yüklenmişken en derinden…
Gönlü hudut,
Yergisi bulut kadar
yoğun ve akçıl,
Temsili bir mizacın o
kayıp ekseninde devinen bir bilinmezlik iken mahal verdiğim ve kaybettiğim
sevinçlerimi her nasılsa rehin vermeyi adet edinmiş kırık bir mihrap,
soyutlandıkça müdahil olduğum ve gölgelendikçe rest çeken evrenin niyazına
saklı iken kayıp kıtamın adsız yarınları.
Azığım dünden hazır ve
rahmet yüklü imgelerin nazarında tahakkuk eden bir yaptırımmışçasına
konuşlandığım en ücrası, yürek yangını alıp yürümüşken yine de uzağında o
devrik hasret kadar pejmürde bir sığınak; alabildiğine sakil bir evrim, hayatın
tozuna dumanına katan o pervasızlığı: Kâh revnak bir gökyüzü kâh kaygan bir
zemin, istimlâk edilmiş olmanın verdiği o rehavete teğet geçmekse tüm suçum,
edilgen ve sitemkâr bir nöbete eşlik eden içli iç sesim.
Hissederken hüzün
duymam kadar kayıtsız bir yenilgi benimki, sağdıcım anılarım kaygıya dönüştükçe
ve uzağında tık nefes o payidar kırıkların muhafazakâr dokusuna müdahil
ettiğim, hörgücü muhalif bir edayla anbean konuşlandığım deviniminde
pervasızlığımın sür-git sancısı kadar can yakan.
Huzur addedilen
huzursuz ve savsakladığım çocuk düşlerim mi yoksa, her seferinde yoldan
çıkaran…
Ben, bana ait değilken,
kim kurtaracak beni yokluğa namzet bir edim kadar akla zarar o peyzajına
çizdiğim düş öbeklerimi?
Gerçek ama sitemkâr ve
bir o kadar imkânsız bir evrenin çatısında çöküntü veren onca ağırlığı iken
muhalif ve yabancı orduların, edilgen suretlerindeki çatık kaşlı sevi dili…
Mümkün mü yoksa varsıl istikametimin huzursuz tınısı mı kaybolduğum…
‘’Derdimiz gönül
eğlendirmekse, hata etmiş olacağız. Tek yaptığımız sevmekse,
ölebiliriz.’’(Alıntı)
Geç kalmışlığımın
anlamsız ve ahenksiz notalarına yüklediğim bir sitem kadar üzgün o kırık ve
görünmeyen yanım. Çok geç belki de her şey içi yine de bir ihtimal daha var:
Yarından önce, dünden sonra konuşlandığım o ansız ve mekânsız bileşkesi
boyutsuzluğumu inkâr etmekten kendimi alıkoyamazken.
Neyi ne işe
yaradığından ziyade, ne ile iştigal ettiğimin önemsizliği belki de düş pervazı
gölgelerdeki kanıksadığım tüm olumsuz sitemler: Hücrelerim öldükçe, içine
saklandığım tek kişilik hücremin anlamsız dokusunda vuku bulan bir tantana
kadar akla zarar yine de umuda meyletmiş o kesif sessizlik ki ses olmaya
ahdettiğim kim bilir kaçıncı cümlenin gizli öznesiyim…
Nasılın nasılı, demek
kadar yargı yoksunu o özgür bahçesi gönül hutbesine saklayıp doyamazken hayatın
anlama yoksunluğu çektiği bakir ovalarında at koştururken anbean ve aniden bir
dönemece rast gelip soluklandığımız yine de geri duramadığımız ve her yenilgiyi
milat bilip başa döndüğümüz ki bıkkınlığı belki de en ağır yük, kaybolan
ümidimizin iç sızlatan tınısında benliğin saklı tuttuğu.
Dile gelmeyen ne varsa
şart koşulmuş.
Şart koşulmuş ne varsa
tabi olduğumuz.
Tabi olduğumuz her
basamakta geçen ömre bedel o sıkıntılı süreç, her bir tarafımızdan çekiştirilip
can verdiğimiz bazen can bulduğumuz bir ışık huzmesi.
Gönle rehavet yükleyen,
an’a esaret, dünü es geçip odaklandığımız bir riayet iken her nasılsa şart
koşulmuş.
Hitabı mümkün dahi
olmayan tüm tüketilmişliği, zincirlerle şart koşulmuşluğun ıstırabına yenik
düşmüşken belki de, tüm ihbarları en derine yığıp görmezden gelinmek kadar
yüreğe ağır gelen.
Hanidir yoksun, hanidir
mazlum, hanidir tedirgin bir yalıtılmışlığın mizacına yeknesak koşullanmış bir
gölgenin tahakkümünde pervasızca yol almak kadar hırpani bir boyuta tekabül
eden o devinimdeki bitimsiz ritim kadar hayata anlam ya da anlamsızlık
yükleyen…