Nizamı serkeş bir binanın çatı arası soluklandığım o paragraf başı. Yeni bir dünyanın hatta yeni bir oyunun sahnesinde rol almak her ne kadar payidar bir düş olmasa da duraksamadan en ufak bir endişeye mahal vermez iken yürek sesim kıvançla nüksediyor kalp atışım.

 

Yoksa damlayan mutfak musluğunun geceye düşen o tınısı mı sessizlikte kulağımın pasını silmek istercesine.

 

İşte saat tam gece yarısı. Geriye ne kaldı gündüzden farklı addedilebilecek… Çok şey aslında: Ne trafiğin tantanası ne ağız dalaşına girmiş kadınlar ve adamlar ne de pervasızlıkları densiz yürek mahkûmlarının.

 

Kürek mahkûmları hep filmlere konu olmuştur da dünya ile cebelleşen bir yürek mahkûmuna az rastlanır sanırım.

 

Hala gece. Hala umut var da. Neyden olduğunu bırakın birazdan un ufak edilmiş yürek kırıntılarımı döktüm ki bilin ki tüm kiri pası gidecek gün boyu yüklendiğim o negatif duygu ve olayların izdüşümünün.

 

Sahi siz en son ne zaman hüküm giydiniz?

 

Sorgu hâkimleri o kadar yoğun ki son zamanlarda işi gücü olmayan kim varsa doluşuyor tepeme. Ne bir serzeniş ne bir isyan sadece acımaklı gözlerle tanık olduğum insan manzaraları. Küfrün biri bin para. Yetmezmiş gibi ikili münasebetlerde her nedense kulağı çınlatılan hep ama hep bir üçüncü şahıs.

 

Ahlak polisi olmak gibi bir niyetim olmadığı gibi ilgi alanımda tutmuyorum kötü söz maliklerini. Ama o sessizlik düştü mü gecenin tam ortasında tam da sayfanın ortasına kımıl kımıl iç sesim gündüzden çok farklı bu yüzden gündüz biriktirdiklerim pür-nakıl dökülüyor.

 

Dirsek çürüttüğüm sıraların ve tozlu okul koridorlarının hatırına belki de koruduğum sessizliğim ve o bitimsiz sükûnetim. Bir de aileden yadigâr külliyat yüklü sözü bir özü bir nasihatler de oldu mu seyreyleyin bendeki metaneti.

 

Deminden beri kulağımı çınlatan bir imgeye esir düştüm:’’Ben bir ardıç kuşuyum. Bir o kadar huysuzum.’’Sahi ben hiç ardıç kuşu görmedim ki tek gördüğüm bir yaşını tamamlamadan saksıya gömdüğüm muhabbet kuşu familyası. Ne alaka şimdi de düştü aklıma bu nakarat.

 

Gün boyu taarruzu altında olduğum o tozlu ve silik itham yüklü Allah’a muhafaza gariplikler sonunda yaptı yapacağını. Tebeşir tozu ile yıkandığım günlere hürmeten sanırım sabrım yine tavan yaptı. Ne zamandan beridir bu sabır katsayım artı sonsuza tekabül etti ki. Demek ki durduk yerde mi Lahavle çekmem işe yaramış. Olmaz mı? Hele ki ettiğim her bir duanın bana geri dönümü değil mi aldığım her nefes. Annemin hayır duasını da kattım mı günü kurtardım.

 

Peyder pey tükeniyor gece ve uzuyorum kısaldıkça gece o cansız ama süt liman berraklığıyla.

 

Musluğu bir an evvel sıkıştırmalı. Saatin de pilini çıkardım mı… Ya o serkeş ve telaşlı saatlerini ne yapmalı gündüz kulağımı tırmalayan. Olmaz mı bir çaresi. Sahi sizin oralarda gün kaç saat? Laf aramızda birazdan gün doğacak. Gözden kaybolmanın vakti geldi de geçiyor bile.

 

Boş bir günü hoş telaşlarla geçirmekten ziyade hoş bir günü boşaltmak bana iyi gelen. Doldukça haznem açıyorum musluğu klavyenin başına geçtiğimde. Garip bir döngü ve bir o kadar farklı bir halet-i ruhiye. Elden gelen bir şey yok. Hayat her halükarda güzel ve özel tüm olumsuzlukları görmezden gelemememle birlikte haz ettiğim ne varsa sadece bana dair de değil üstelik. Bir tek sözü bile bir yürek mahkûmunun eğer ki transfer olmuşsa iç sesime benden mutlusu yok.

 

Anlamsızlıklar anlam yüklemekte bir o kadar bu yüzden tüm o pervasız yansımalara da müteşekkirim. Yalıtıldıkça ve yaftalandıkça yaklaşıyorum görünmezliğine tüm imgeler adımı haykırırken ve elimle koymuş gibi bulduğumda benden arda kalanları ve yüksünmeden yaşıyorum yüküm ağır olsa da görmezden geldiğim bir boşluk aslında o kallavi ve durağan yaratısı evren addedilen ve yükümlü iken Tanrı’ya. Belki geceleri bu yüzden bu kadar çok seviyorum: Sadece ben ve evrenin tek maliki duyumsadıkça kendimi bulduğum ve keşfettiğim her yeni anlatı hele ki tınısı sadece benim kulaklarımda tüm yoksunluğuma perde çekmişken.

 

 

Teyakkuzunda ince uçlu bir bileymişçesine her geçen gün tüketilmişliğin sancısı batarken ve kader o hükümranlığını bilmenin gaflet yüklü taarruzunu sunmanın verdiği bir tahakküm kadar yılmaktan alıkoyamazken kendini benlik.

 

Yokluğu dert etmek mi? Asla.

 

Varlığı kıble bilmek değil mi yüreğin aşı…

 

Zarif dokunuşu evrenin ve asaletin eksik bırakmadığı yakarış kadar yine en derine sızan.

 

Kısaca vakıf olduğum/uz her ne ise ve hangi yürekte konaklıyorsam en az barındırdığım güzellikleri ahenkle tokuştururken sevgi ile.

 

Asılsız ne varsa uzak dursun benden ve sevgiyi yok sayan o muhalif dünyalara ait olmamanın verdiği bir huşu yine sığındığım sığamazken kabıma. Tecrit edilmekten ziyade ait olduğum üstüne üstük sahiplendiğim ve taçlandırdığım bir dokunuş kadar naif bir tahakküm kadar yersiz ve bir su damlası kadar saf ve akıcı.

 

Mecraların hacminden ziyade ruhların engin kılındığı o molalar. Zamansızlığı ve mekânsızlığı hicret bilip en baştan başlamak en azından tehir ettiğimiz ve yüksündüğümüz ne varsa.

 

Bir zarfın içindeyim ve boyutsuzum.

 

Gönül telinin esnekliğinde çaldığım bir şarkının güftesiyim asılsız olduğuma vakıf kılındığım tebeşirle yazılmış bir notayım kara tahtaya ve arkamda bıraktığım son izlekte saklısın ait olmadığım bir döngü iken tarafınca ihlal edilen.

 

Kırık bir niyaz dilimde belli ki en etkili reçete ölümcül sancılarımın girizgâhında hele ki konuşlanmışken bir kuytuyu mezar bilip doğduğum her evrede kerelerce muhatap olduğum kim bilir kaçıncı evrim…

 

Münafık bir yerleşke aşkı hicaz bilip sonlandıramadığım bir hikâye her satırına gizlediğim ve gizlendiğim imgeler iken tevafuk bir dönemeçte ansızın karşıma çıkan. Yoksa bir anda nükseden bir ışık huzmesi mi de ben hala döneniyorum tavaf ederken o mevsimsiz ikilemlerle donatılmış bir yaratının gizemine yüklediğim bir anlam bir yandan yüklendiğim ve çaresiz bir kıyam ile rast geldiğim bir edimde ellerimle öldürdüğüm yine de bürünmediğim nefret kadar ıssız bir yalnızlıkken görmezden gelindiğim…

 

Sağalttığım günü birlik üzünçler, eleme bürünmüş yolsuz hayaller ve kayboldukça haz ettiğim bir edim mızrap yüklendikçe notasız şarkılara bir o kadar kuru gürültü ahkâm kestikleri haybeden rotayı şaşkın bir sapkınlıkla ölüme şart koşan.

 

Rivayet yüklü gece.

Aşk kokuyor hava.

Ve hüzün delirmiş bir ivme ile bindikçe biniyor sırtıma.

Yoksun bırakıldığım bir rabıtada gizli adının her bir harfi.

Yine de yeniden, dememek adına tüm gayretim.

 

Kıyam addedilen bir seferdeyim doğdum doğalı oysa yaşadığıma daha yeni kani oldum bir gıdım yol aldığıma henüz razı gelmemişken. Öfkeli mizaçlar mihrap bildikleri yörüngelerinde adsız gölgelere şart koşmakta yakışıksız söylencelere rast gelip de başımı çevirdiğim bu yüzden belki de ıssızlığımın korunaklı dünyasında tüm yalıtılmışlığımla uzak kaldığım evrenin sakıncalı izleklerinde biriken suretler ve ne çok yanılsama.

 

Hicretin sağanağı, kırgınlığımın mizacı, tümden gelen duyguların sıra dışı tınısında büklüm büklüm yüksündükçe devrildiğim her bir cümle içinden çıkamadığım o labirentin bildirgesinde yazılı adeta bir yanda bensiz bir döngü bir yanda kıyısında sallandığım bir köprü ha düştü ha düşecek, dememelerin bile bir göstergesi olduğu varlıksız yoksunluğumun gıyabında paye biçilen.

 

Kıvrak bir şarkı adeta her dinleyişimde ayrı anlamlara bürünüp evrildiğim belki de kayıtsızlığımın hecelere bürünen namesinde soyutlandığım o garip düzlemde boydan boya yaydığım hüzün silsilesi. İşte pelesenk olmuş bir rabıta daha hanidir yolunu gözlediğim bir yanda silik, münafık destursuz nasıl da hidayetin uzağında yine de hoş görümü muhafaza edip ayrıştığım bir imgenin ayracına dokunup da korkuyla geri kaçtığım…

 

Meylettiğim mecalsizliğime sığınıp sakındığım ama saklayamadığım, belki de sarılıp dokunamadığım hanidir gölge bilip de arkasına saklandığım bir yıldızın hutbesine erip de korunaksız bir düşün izlek bildiğim o deryasında kerelerce kaybolup rast gelemediğim kaçıncı sanrısın da yok bildiğim o var oluşunun engebesinde miraç bildiğim…

 

Minnet etmediğimden mi nedir bu rahatlığım taviz vermediğim ne varsa ilke edinip dokunduğum bir gölge yok olmayı marifet bilen tezat bir sakınca kadar uzağında durmaya ahdettiğim.

 

Yol bildiğim gönül dergâhında soluklanıp da tek bir sözüne sığındığım ve yüreğimden yüreğine akan o derya neler saklı içinde dünden yarına kavuşmayı bekleyen bir çocuk saflığında hele ki demlenirken hüsranı aşka katıp özlemi yok saymadan beklemek iken payıma düşen.

 

Sözcüklerimi aşk ile yoğuruyorum ve şekilleniyorum biçimlendirdiğim sevda iken mizacıma yakın kıldığım bu yüzden varsın yokluğa hibeli olsun sefil benlik hatta yüksünmeden uzattığım boynu bükük bir gül rengi solgun sözleri yorgun bitap düşse de sevmekten.

 

Durağan bir göl olsaydım keşke ya da sakin bir nehir oysaki çağlarken için için çil misali artarken sevginin nağmeleri bir şekilde dokunduğuma haiz olduğum varlığın her nerede saklı isen evrene zimmetli bir gölge değil misin nihayetinde ve dengini arayan bir yolcu?

 

 

 

( Bir Zarfın İçindeyim Ve Boyutsuz... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 9.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu