1
Yâd ellerin ıssız ve
münafık gölgelerine rest çeken,
Ansız ve boyutsuz o
nüktedan dokunuş
Kadar yeknesak ve
tefekkürü yürekte kayıtlı
Bir imgeye düşmüşken
yolum:
Tutumsuz duyguların
tezahürüne yüklediğim
Sancılı bir ikilem
kadar hicap yüklü
Dilimde saklı o
tekerleme:
Çocukluğumun satır
arası tecellisi.
Kırık bir miladın
tekelinde yığılı nice imgenin yeknesak tezahürü kadar, anlamsız sancıların
kırık dökük o yadsımaz gölgesine sığındığım gün gibi aşikâr.
An’a yüklediğim
sonsuzluğun katsayısına sığdırdığım tek haneli ne çok ayrılık yine de adı sanı
kayıp varlıksızlıkları ile nakşeden bir terennümden sızan kayıt dışı ne çok
yanılsama. İki noktayı birbirine tez elden kavuşturan o düz çizgi; alabildiğine
cefa yüklü ve münafık bir dokunuşun tekerrürü kadar dünden kalan soluk benizli
fotoğraflar: Sağımda boyunduruğunu kabullendiğim cellât kadar töhmet altında
bir izlek ve solumda kocaman bir boşluk, her milimini resmettiğim bir teamül
kadar kırgın ve ıssız.
Güne ulaşmanın verdiği
o boşluk mudur yoksa her daim içimdeki o hazımsızlık, bir nebze de olsa ikrarın
yüklediği sorumluluk ve her nasılsa devrik kayıtsızlığı ahvalin tüm
tahayyülünde bir gölgeye eş güdümlü silik varlığım.
Göz göze geldiğimde,
kaderin uzak tuttuğu mutluluk her daim gölgeliğimde vakur bir yadsımazlıkla
uzaklardan göz kırpmayı adet edinmiş. İşgali o hicap yüklü yetersizliğimin, her
nasılsa görmezden gelindiğim bir tereddüde yüklediğim çatlak sesleri ile
bilinçlenmeme ket vuran hele ki nüansını adlandıramadığım…
Gün bile töhmet altında
hele ki yerle yeksan olmuş iken şu sefil mizacım: Kâh devingen bir milat kâh
sonlanmamış bir hikâye.
Örtülü yalnızlığımın
üzünç yüklü muhafazakâr ve düşperest hükümranlığında bir kez sığdırmışlarken
gıybetin aksanı bozuk ritmine. Bir edime dâhil ettiğim bazen de uzağında
karışmışken gölgelere.
Gülmek en hırpani
yoksunluğun bile mizacına yenik düşmüşken ve ikilettiğim hüzün zerrecikleri her
nasılsa yoksunluğumun dokunaklı telaffuzundaki yitip giden bir sarkaç kadar
devingen. Yüklü iken yükümlü kılındığım ve mesul iken benlik, her yargıyı
sığdırıp o münferit kuytuya, bir yandan çatlayan ar damarı insanlığın: Kâh
yalan iken teğet geçtiğim kâh hüzün iken içinde boğulduğum…
Anlam yüklü olmasını
dilerdim hangi boyut ise karıştığım ve sunumunda yâd etmek aşk’ı hele ki
miladım iken hegemonya yüklü o devrik cümleler.
Asılsız ve inkârsız
belki de yetemediğim.
Ansızın sızan ve
katıksız soluduğum ölümün kokusu iken sinen üstüme başıma. Uzağında ama çok
yakın. Belki imkânsız ölümsüz bir rabıtaya erişme arzusu yine de aklıma düşmüş
bir ihlal bir o kadar boyutsuzluğun gürültücü sessizliği ve her nasılsa bir
tuşu eksik o piyano, matemi yansıtan siyah döşemesinde yaslandığım ve her
notada kaybolup yeniden doğduğuma kani olduğum…
Kaynağını bilmediğim
bir tefekkür iken hâsıl olan bir o kadar sığıntı bir rayiç iken, pervasızlığı
hüzün bulutlarının. Varlığımı idame ettirmek olmasa da tek kaygım, sınırsız bir
dayatma ile neye mecbur kılınıyorsam. Zamansız bir ölüm, sığıntı bir yalnızlık
ve o kayıp ruhun denk düştüğü beden. Sığdırmak mı sığamamak mı, yetmedi silip
silip yeniden resmettiğim o ikilem yüklü mizacımı dokunaklı bir karede
sonlandırdığım.
Münferit kaygılar…
Olası sancısı her yeni
gün doğumunun, bir gün öncesinde çaldırdığım ve kavuşmayı dilediğim titrek bir
izlek, her an’ı sonsuzluğa denk düşen yine de payidar iken ikilem yüklü
mizaçların teyit etmekten imtina ettiği ne de olsa gerçeklerin yalıtıldığı
oyunbaz bir dünyanın kim bilir hangi coğrafyasında naif bir terennüm iken, o sırıtık
ve yobaz düşlerin tecellisinde saklı…