Gözden ırak sayısız tümce yazdıkça bir bir peyda oluyor duyumsatan yanımın duyumsamaktan aciz olduğu ne ise ve köreliyor nefret duygusu. Kaybındayım belki de zihnimin yoksa yetilerim de mi hezeyana uğradı… Köreldim mi gerçekten bunca duyarsızlık ile sırtını çevirmişken kadim yalnızlığımla iç içe yaşayıp giderken…

Muaf tutulduğum belki sığındığım belki gözden çıkardığım nasıl da hicap edilesi.

Günlerden bir dilek tuttum.

Zaman sağalttı acılarımı. Ölsem ne gam ey hayat denen yol bilmez savrukluğum, hele ki idame ettirdiğim ne varsa nasiplendiğim, niyetlendiğim ve yerinden sökülen onca kalp nezaretinde bir hiçlik yapışmışken üzerime acımasız bir yadsımazlıkla görmezden geldiği gözleri hayatın.

Suç arz eden aslında keşif yeteneğimi kazandığım o günden beri hayatı sorgulayan naif yanım. Kelebek ömürlü yetilerim de köreldi köreleli bağnaz varlıkların teferruatlarındaki o gizil imgeler kadar dağınık ve pejmürde bir sefillik ile günümü gün edememenin verdiği can kırıklığı mı pervasız addedilen sözcükler mi yeni yeni farkındalık kazanmışken.

O kesif sessizlik ile sınanmaktayım yeni günün ilk saatinden itibaren keşke ibretlik olsa da herkes alsa payını.

Yitik bir mizaç kadar acı veren ne olabilir ki ya da üzüncün katsayısı iken çoğaltan hüzün sancılarını.

Tanımsız kıtaların girizgâhında o pejmürde kimliğimle sere serpe düşlerim hicaz makamında.

Seyrelmiş ümitlerim, dalgın saçlarım, dalgalı yüreğimin son notasında basmaktayım piyanonun en kalın tuşuna.

Sorumsuz, sorunsuz bir ömür olsaydı keşke ve yol verseydim tüm serzenişlerine. Yok saysaydım gökyüzündeki son yıldızı çoktan sahiplenmişken aşkı.

Mekânı belirsiz son bir dönemeçte sonlanmış bir hikâye hala ve hala sızlatırken içimi mihenk taşı olmuş yetilerimin son nazıyla yeniden dertop olmanın getirdiği sıkıntı ile uzaktan sadece uzaktan konuşlandığım mabedimde öylece sessiz hatta densiz sıradan bir günün sıra dışı yorgunluğunu üzerimden atmaya çalışıyorum.

Karanlığı hiç bu kadar sevmemiştim ve karartılardan hiç bu kadar korkmamıştım.

Acıdıkça acıktıkça sıradan geçiyor düşünceler muhafız alayı kisvesi altında.

Üç beş el uzanıyor ara sıra. Korkuyorum belki de hatta mutlanıyorum da korkuya eş güdümlü.

Sırıtan belirsizlik sırra kadem basmış varlığının yalanlarla örtülü çirkinliğinde güzellikleri hor görüyor. Aldatılmış ruhlar cirit atıyor adsız şehirlerin kalabalık isyanlarında.

Heyula bir ağaç yoksa o da mı izafi?

Ya aşk… Böyle bir terim asla olmadı ki güvertemde sersem sepelek kapılmışken rüzgâra.

Merhamet idi belki de konuşlanan aşk’ın başucuna ve koyultulmuş ruhumdu korunaklı sığınağımın anahtarını tam da teslim etmek üzereyken.

Evrenin yozluğu hep mi böylesine ürkünçtü de yeni geldi aklım başıma…

Hiç ama hiç… Hiç mi hiç sevilmemiştim ki sadece kesilen ahkâmlardı düşen payıma, örselendiğim tenhalar, iteklendiğim çukurlar, asılsız söylemlerdi önem arz eden.

İşkillendiğim ise sadece o doğrularımdı elimden kayıp gitmek üzere olup da son bir gayretle atladığım atmacanın pençelerine yakalanmışken ıslak saçlarım.

Miracım mı yoksa mizacım mı yoksa hiçlik mi idi iştigal ettiğim. Tıpkı şimdi gibi.

Öyle ya, asalet ne olabilirdi ki nezdinde. Kuru bir sıfat belki de hatta hiç var olmamış bir imge benim asılsızlığım ve vasıfsızlığım kadar aşikâr.

Demlenmiştim oysa bir ömür boyu ve en güzeli idi hak ettiğim onca haksızlığa namzet köreltilirken bir bir adsız çağrılarla uzaklardan gelip de kulağıma küpe olmuş.

Bir Tanrım vardı benim sadece bana ait olan. Ve meleklerim vardı biri sağ omzumda bir yüreğimin içinde sürekli ismimi mırıldanan. Ama yargılamayan ama örselemeyen ama incitmeyen…

Miadı dolmuş bir şarkıydın artık ve acıdığım bir gölge hem de en başından beri taviz vermemdeki en temel etken. Evet, bunu yeni yeni fark ediyorum her ne kadar belli belirsiz hissetmiş olsam da milat öncesi.

Yolculuğum çok ama çok uzun ve tek kişilik oturduğum koltuk. İlişemez hiç kimse. İlişkilendiremez de kötülüğü kimliğim ile. Çünkü kötü olmayı asla beceremedim sevilmeyi beceremediğim ölçüde ve hak ettiğim ne ise boyunduruğundayım ve peşin hükümlü düşlerime çoktan yol verdim.

Acınası olsa da gidişat söz konusu bile olamaz yürüdüğüm yolu ters istikamette kat etmek. Gölgeleri asla sevmedim ki. Yokluğa zaten alışkınım yoksunluğun duyumsattığı öfke nazarında az da olsa korkuyor olsam da muğlâk yetilerim kıvranırken tanımsız varlıklar kendileri ile dahi boy ölçüşemezken.

Miadı dolmuş bir aşk’tan daha kötü ne olabilir, demek düşmeseydi keşke payıma. Nasıl ki ölüm sonrası boşluk iken tek sarıldığınız hiçbir edim ile iştigal etmemenin verdiği o hayal kırıklığından daha da kötü olan hissettiğiniz hatta görmekten çekindiğiniz o akis aynadan yansıyan: Tarifsiz ve sıra dışı hele ki eşlik eden serkeş ve korkusuz kimliğiniz ise uzağındaysanız gerçek yüzünü çok geç gördüğünüz ve bin bir inkâr ile set çekmişken bir zamanlar varlığını asla geri çeviremediğiniz.

Asil bir duygu bir o kadar yorucu ve sizi kendinizden uzaklaştıran derken yakınlık kurduğunuz adsız imgeler her tezahüründe sizi size tanıtan ve gördükçe mahiyetini uzaklaştığınız bir hayalden ibaret belki de aşk.

Tınısı yakıcı görselliği vurdumduymaz bir ikilem ile gözünüze dünyanın sekizinci harikası olarak nakşeden.

Bir büyü belki de aralıksız gördüğünüz bir rüya gerçek dünyanın çok uzağında bir boşlukta devinirken yüreğiniz.

Kuralların baskısı hak getire.

Sözcükler ilk kez kullandığınız ve suretini saklayan sefil bir varlık kendinizi ona ait hissettiğiniz. Görmekten hicap ettiğiniz ne varsa yakınınızda ya da uzağınızda ama umarsızlıkla yokluğa karışmış iken gerçekler siz bir hayalin sırtında uçarken ve seğirtirken bir duygudan diğerine.

Yalıtılmış olmanın verdiği o ıssızlıkta nöbete durmuşken geçirdiğiniz ölümcül nöbetler tüm donamınızı ihlal etmiş ve ürkünçlüğü belki de kitap misali okunduğunuz her bir satır size dair ama sizin bile bihaber olduğunuz bir bilinmezlikten ibaret.

Kaygılar bir bir yılgıya dönüşmüş.

Korkulara inat sığındığınız saflığınız acımasızlıkla örselenirken.

Kırık bir tümcenin tekerrürü ruhunuza pelesenk yaptığınız hele ki vazgeçemezken sersem sepelek ve yoldan çıkmış yine de hezeyanını asla telaffuz edemediğiniz bir varoluş sizi kerelerce benliğinizden ayrı düşüren ve soluklanırken bir sanrının kollarında gerçek addettiğiniz yine de yüz çeviremediğiniz…

Tanımsızlığıyla ahkâm kesenler seslenirken duymazdan geldiğim söz öbekleri.

Duyduğuma kaniler oysa bir o kadar yokluğuma alışkın ben bile alışamamışken şüphe götürmez bir gerçek oluşu ise en can yakanı.

Sıfatsız birliktelikler peyder pey hükmederken doğaya sıkılgan tavrımla içimdeki perdeyi daha da geriyorum bir o kadar gergin sinirlerim ile vuruyorum sazın teline rağbet edilesi bir nota dahi yok iken seslendirdiğim, varlığıma ses olan cümleler ile vuruyorum bu sefer hokkanın dibine. Mürekkep bulaştıkça mutlanıyorum, kirlendikçe üstüm başım kanatlanıp konuyorum bulutlara o bilinmezliği ile göz süzerken yılgı dolu akşamlar beklendiğini bilmenin öngörüsü nasıl da mağrur tüm sıkılganlığım buhar olup uçuyor.

Gökyüzü sinekkaydı traş olmuş bir cilt kadar pürüzsüz henüz çökmedi hüzün perdesi ne de olsa. Az sonra dememe kalmıyor ki iniyorum gökyüzünden sallandırılan bir ip ile bir ucunu tutarken melekler. İşte yeniden aranızdayım, demek pek hoş olmasa da sallantılı yaşamlar çalınıyor gözüme bir bir ve o çalkantılı mizaçları.

Susan dudaklar yerine gözler konuşuyor o inişli çıkışlı sıradanlıklar bile uzak tutarken beni elimi uzatıp çekmem bir oluyor.

Bir kez daha almak yenilginin tadını hiç de sorun değil, demeyi ne çok isterdim oysa. Bir kez yok sayılmak yetmezmiş gibi çorap söküğü gibi günler birbirinin sırtını sıvazlamaktan geri durmayan.

Rağbet görmesem de rağbet ettiğim hangi detayda saklı ise burnumu sokup karıştırıyorum gidenlerin ardından döktükleri imge tozlarını. Birinden kalan diğerine uymasa da ve uymasa da anım anıma sıraya koyuyorum eserekli tümceleri doğurganlığımı fırsat bilip. Bellediğim onca hatırat her ne kadar bellek kaybına uğrasam da gün sonu.

Gün bildiğim sadece üç beş saat belki de huzuru duyumsayıp burnumun dikine gitsem de tüm o pervasızlığımla sızarken insanların arasına ayrık otu belledikleri.

Hükümleri ne de olsa sadece bana geçtiklerine kani olmaları gibi bir yanılgıya sebebiyet vermenin getirdiği o neşe mi yoksa musallat olan ne de olsa farklılığımın farkındalığında nüksediyorum bir imgeden bir diğerine seğirtip yoksun bırakırken tüm o açılımı tek bir kelime dahi alamazlarken ağzımdan.

Hınç dolu insan kalabalığı sürekli bir yerlere yetişme ya da laf yetiştirmeyi meziyet bilirmişcesine. Yükümlü olmadığım için belki bu kadar rahat ve sıradan bir gün bellemişim tüm duyarsızlıkları ile katıla katıla gülerlerken. Komik olan bir şey olmasa da neye güldükleri gün gibi aşikâr. Ve en son güleni beklemeden çekip gidiyorum gökyüzünden uzanan o merdivene asılıp. Bu kadar macera yeter demek her ne kadar akıl karı olmasa da düş evimin kapısını çekiyorum ardımdan pamuk vicdanımı yastık yapıp ve yeni bir güne yelken açmadan soyutluyorum yüreğimin girizgâhındaki vermediğim o geçiti.

Yok oluşun var oluşu tetiklediği o anın tılsımı belki de ruhumu saran benliğimi hafif kılan hatta arındığım günahlarım her sorgulayışında Tanrı’nın ölüm öncesi ve yetilerim uyuşmuşken uyanıp da hatırladığım ama asla korkuya yer olmayan.

Fısıltıları hala kulağımda tüm tedirginliğimi geride bırakmanın verdiği rahatlık ile temkinli bir iç çekişle görmezden geldiğim ne de olsa düşman bellediğim kimse olmadı şu ahir ömürde hatta zihnime takılı o tümce için için sökün ediyor hangi kitaptan miras ise:’’Allah âşıklarının düşmanı olmaz. Biz kin gütmeyiz evlat.’’

Yoksun kılınsam da sevgi kırıntısından yokluğuma rağbet etmelerinden pek de hicap duymuyorum doğrusu hele ki sırtımı dayadığım dağların dibinde biriken su birikintilerinde canhıraş bir telaşla yıkarken ruhumu ve vicdanımı ve görünmez bir elin dokunuşunun bende yarattığı o huşu ile yükleniyorum dünden miras ne ise uzanırken o uzun yol tüm bilinmezliği ve asaleti ile her ne kadar set çekilse de kerelerce ve yaftalanmanın verdiği o garip haz belki de en büyük dürtü geri kalmamak adına vicdan bellediğim yetimin yüzü suyu hürmetine ve yüksünmeden, azaltmadan içimdeki inancı.

 

                                                                                                                                 

 

( Allah Aşıklarının Düşmanı Olmaz... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.