Öykündüğüm roman kahramanlarının ıssızlığında çalakalem yaşıyorum. Devinirken sarkaç, beyhude bir hevesle konuşlanmışım yine ıssızlığın ölgün gölgelerine.

 

Çıtkırıldım bir kuş kadar asilim ve masumum. Keşke… Keşke demeyi hep becermişimdir yaftalandığım her sensizlik ve o vakur sessizlik yakarken canımı. Candan öte alabildiğine özlem dolu.

 

Kavruk satırlar, fırından çıkan ekmeğin sıcaklığında yakmakta dilimi. Yanmak buymuş demek ki… Solmak ne kolaymış meğer. Dökülen yapraklarım kan rengi bir öfkeyle sızım sızım sızlatıyor burnumun direğini. Yoksunluğun ve çocuk yoksulluğumun kayıp ve kırık oyuncakları çalınmış, çalıntı hayallerin gölgesinde devinirken saklı masumiyetim.

 

Yol vermek adına yol aldığımı sandığım o koca bilinmezlik. Saklı kentlerin yıkık binalarında mezar diplerine bırakılan tek bir çiçek.

 

Her köşe başında sırıtan deli bakışlı ne çok insan. Anlatamadığım kırık yanım, saklı menzilim, kopamadığım geçmişim kopmuş iken andan…

 

Arzın her yerinde sefahat düşkünü iken tek edim, edindiğim tüm sanrılar yine aklımın çakıl taşlarında ruhumu acıtmakta. Acıya alışkın olsam da yaftalanmak en büyük maruzatım.

 

Teselli bilmez ne çok mahlûk.

 

Aşk’ın tılsımından bihaber bol keseden konuşan laf cambazları. Tanımadıkları ben’den mustarip iken onca kendini bilmez düşman bilmedim oysa kimseyi. Kin gütmeyi beceremezken karaya çalan gökte düşmüşüm bir kez ışığın peşine.

 

Düşkünlüğün saf bilmez kollarında billur düşlerim yegâne hatırat kaybettiklerimden. Eklentili bir yoksunluk kartopu gibi büyürken günbegün. Var iken yok bildiklerim, yok saydıklarımın anlamsız varlıkları.

 

Dengeler değişmiş belli ki ben güzellik uykumdayken. Statüko hepten alt üst olmuş. Tebaasına seslenirken hükümdar, yol bildiği yolsuzluklar arş-ı alaya çıkmış da haberim yok.

 

Muhalif sanrıların ve tahakkümperver direktiflerin gölgesinde kazan kaldıran yüreğimin sarkacı bir ileri bir geri inanılmaz bir ahenkle telaşlı bir arayışın peşinde beyhude olduğunu bilip itiraf edemesem de kendime.

 

Hüznün sesi… Katmanlarına ayrıştırdığım okyanusun çalkantılı yoğunluğu boğulmayı seçtiğim o heyula su birikintisi. Akıntıya karşı yüzmeye çalışırsam böyle olur, demeyi bile beceremezken… Ve beceremezken pek çok şeyi…

 

İçimde ukde kalan hangi bir detayı sığdırabilirim ki satır arasına düşmüş iken yolum. Yalanlara nispeten acıtan gerçekler de cabası sınırları ihlal edilmiş iken saklandığım tapınağın gök kubbeye uzanmışçasına eklentili bir mesafe ile gönlümden en tepeye adım adım çıktığım ve yol aldığım o basamaklar izlenme ihtimalimin olmadığına inandığım üstelik.

 

Kural tanımaz bir dünyanın hangi ahalisine mensup olduğum mu önemli yoksa kendi teknemde yol alıp mı rotayı tayin etmem mi keyfe keder olsa da…

 

Günlerin, gündelik dertlerin telaşında iken rast geldiğim yeni bir ağaç gölgesi hatta kovuğu gömülmek istediğim. Gömüp de unuttuğum. Gömülüp unutulduğum belki de. Belki de hiçlik sahip olduğum ve unutulduğum hepten…

 

Sıra sıra insanlar ve o kümülatif birliktelikleri. Farkındalık kazandıran o farklılığım ve nezdinde kabul gördüğüm. Aslında inandırıldığım tarafınca ve inandığım beyhude olduğunu çok sonra anlama şerefine nail olacağım.

 

Olanakların ölçüsünde ne çok olanaksızlık olanın olması gerekenden azı kadar hicap edilesi. Eş güdümlü ne çok beyanat tarafımca dile gelen bilmeme imkân yoktu oysa romanın ilk satırlarına gömmüşken başımı. Ki görmez olmuştum hepten gördüğüme kani olduğuma inanmışken.

 

Rast gele, demek ne güzelmiş. Keşke bir de rast gelseydim doğruya ve güzele ve kıymet bilene.

 

Hatır bilmek bile bir şükür vesilesi. Hatır görmek boş bir heves olsa da…

 

Günlük yaşamın katı gerçekliğiyle beliren umut tanecikleri bir bütüne tekabül etme ihtimalinin bile mutlandırdığı.

 

Sevdanın dökümü satır satır, damla damla yokluğun damıtılmış heyecanında yüzmek kadar sıra dışı hatta.

 

Eşlik ederken ilerleyen zamanlarda o biriken gerilim ve azalan heyecan.

 

Tınısı değişen bir şarkı hatta detone bir yankı uzaklardan bile tırmalarken kulağımı.

 

Saldırgan bir lehçe adı henüz konulmuş sevi dilinin yok olduğu bir anda. Belli ki kocaman bir kandırmaca.

 

Şimdiki zamanı teğet geçen tüm o varsayımlar. Geleceğe odaklı çarpıtılmış gerçekler yüzeye çıktıkça çamurunda debelenirken ruh ve kavgası bitimsiz bir ihtirasın telaffuz ettiği o kırıcı söylence.

 

İrdelenesi ne varsa önceleri göz ardı edilen ve öykündüğünüz mutluluk asla haiz olamayacağınız. Bir yanılgı, dikey bir doğrunun kaydırıldığı eksende nöbet tutarken onca çarpık zihniyet yaftalanırken durduk yerde üstelik…

 

Dün, anın mazisi iken ve en acıtan imgesi sığınmışken bir sonraki güne.

 

Huzursuzluğun çağrışımı nasıl da yürek burkmakta. Tanımsız duygular biteviye törpülerken ve yalıtırken sizi gerçeklerden oysa kani olduğunuz ne çok safsata doğrudan nasiplenmemiş ama illa ki doğru konumlandırıldığınıza olan o inancın demli yalnızlığı. Bir başına… Öylece… Yetim bir düşün çığırtkan ve mızıkçı varisleri… Yetim kalan mı yetim bırakılan mı… Neye tekabül ederse etsin varılan nokta değil mi aslolan.

 

Ekseninde ya da kaybında yalıtılan ve gerekçelerle bezenmiş ömürlerin mizacındaki tüm yetiler bir yere varamasanız da ama hala inancınızı baki kılıp da umut ettiğiniz…

 

 

 

 

 

 

 

 

( Çala-kalem Yaşıyorum... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 14.07.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.