Ömrün rehavetinden
uzanan tescilli bir yol, şu döngünün gıybeti kadar akıl dışı, yüreğe ağır, ruha
ıstırap.
Vasıflı vasıfsızların tahakkümperver
dürtüleri kadar sıra dışı o imgeler.
Uzantısı dünün eşkâli
belirsiz tahakkümlerin yansıyan donukluğu belki de can acıtan.
Kerelerce tekerrür eden
keşkelerden mütevellit üstelik her bir edim.
Bir bardak suda ne çok
fırtına kopmakta. Bir tebessüm değil mi oysa ömre bedel belki de evet belki de
sorumsuzluğu vicdanın anı kollayıp nirengi noktası olmaya mahkûm kaç milyonuncu
üzünç.
Sürelerden ibaret döngü
ve edimlerden en nihayetinde elde kalan üç beş izlek tüm yanılsamanın yürekteki
izdüşümü.
Sürrealist ne çok sanı.
Ne çok yılgı devinimi aralıksız üstelik…
Ruhtan taşan gözyaşı,
göze gelen kuru bir sevinç kadar çok gelen kimine ve yaşları kar sayan nicesi
yasa odaklı yaşamları nefsine gıda yapan.
Türevleri ne çok bu
varsayımların ve kerelerce mustarip olmaya bir adım kala.
Bazen duyduğum bir
yankı.
Bazen basit bir edimde
gözüme çarpan.
Üç beş sözcükten ibaret
kiminin yaşamı ve fiiliyata geçmemiş pek çok istem. İstem dışı olduğunu bile
bile kuru gürültüye pabuç bırakmayan nicesi.
Rehaveti çökmüş belli
ki günahların.
Öfkeler adam boyu.
Şükür vesilesi olması
gereken ne çok eylem göz ardı edilmekte.
Düştü yolum yine
bilinmezliğe. Bilinmedik bir zamanda bilinmedik bir mekânda takip ettim iç
sesimi.
Maksatlı maksatsız ama
eşlik eden o çocuk fazlasıyla mızmız ve muhalif.
Yükümlülükse asla
koyamam o sınıfa zira bir parçam, neşesi şu edilgen varlığımın ve hayatıma
eşlik eden görünmeyen yanım.
Algılarıma riayet ettim
ömür boyu hele ki şu son birkaç yıl içimdeki o altıncı hissi iyice
kategorileştirdim.
Her sağanakta daha da
boy verdi. Her ürkek adımımda ışığım oldu ve şükür vesilesi bildim hayatla
kurduğum her kontakta.
İzahı mümkün değil. Ne
adı var ne tanımı ama bir parçam oldu.
Saf yanım büyüdükçe
daha da kıymete bindi.
Ne bir azize ne melek
sadece sıradan bir insan.
Ne güçlü ne de çok
zayıf ama inancı en derinde.
Ne çok safsata, ne çok
teferruat ve ne çok yanılgı… Peki, umurumda mı? Ne gam…
Sırra kadem basan ilk
gençlik yıllarım belki de o közü tetikleyen.
Ergen düşlerim belki de
varlığımı hayata paralel kılan.
Devinip durmakta zaman.
Dövünüp durmakta
eloğlu.
Duygular pamuk ipliğiyle
bağlı mutlak sevinçlerle.
Gıyabımda konuşulan ne
varsa ve irdelenesi kaç milyon hatam yine bana dair ve yine beni bene
koşullayan.
Hayatsa koca bir boşluk
her anını ve her santimetrekaresini yine bizlerin doldurmakla mükellef
kılındığı. Bu yüzden bir elimde fırça bir elimde kalem çiziyorum binlerce resim
ve dolduruyorum bakir sayfaları kâh üzünçle kâh mutlandıran sevinçlerimle.
Koşullanmışım mademki
bu garip döngüye ve mademki bir sırra ortak olmuşum adına hayat denen şikâyet
etme hakkım da bir o kadar baki.
Yeri geldi mi somurtuk
yeri geldi mi yüzünde güller açan…
Sevgi dilinin en güzel
örneği değil mi söyleyin yansıttığımız o ruh halimiz eşliğinde üç beş tebessüm
ve belki bir çiçek elimizde çalarken kapısını hayal dünyamızın…
Ne ile iştigal edersek
edelim kariyerimiz insan olmaya odaklı hele ki böylesi bir ayın yüzü suyu
hürmetine varsın eşlik edelim güzelliklere.
Ne yalan ne de abartı
ama vasfımız olsun iyi dilek ve yüreğimizde taşıdığımız iyi niyet.
Düştü yolum yine
bilinmezliğe pusulam yürek sesimle tayin ederken istikametimi.
Adını dahi bilmediğim
ve ilk kez gördüğüm kaç insansa bugün tebessüm ettiğim yadırgandığımı bile bile
üstelik esirgemedim o tebessümü.
Esirgenen ne çok şey
var oysa şu ahir ömrümde. Bu yüzden alacaklıyım hayattan ve borçlandığım
gökyüzü beni çağırmadan yapmalıyım elimden geleni sevi dili elverdiğince ve
izin verdiği sürece kâinat…
Şunun şurasında ne kaldı safran sarısı günlere karartısının yıldırdığı depresif yoksunluğun mizacındaki saklı tahakkümlerle bir bir sayarken sondan başa.
Somurtuk üzünçlerin
yılgısı kadar can sıkıcı yokluk, var sandığım ne çok varlık düşerken gölgesi
üzerime sivri düşlerin.
Batarken ucu zamanın ve
kanarken gözlerim kanatırken zamanı tüketilmeye meyletmiş bir kere.