Abartıdan uzak, alabildiğine yalın kısaca olması gereken ne ise.

 

-meli, -malı… Zikredilen bir zorunluluk gibi nakşetse de sadece olanın tanımı, tanımlananın sadeliği bir o kadar nakaratı sevginin nüansında can bulan…

 

Geride kalan ise bariz bir tahakküm olanın çaprazında, yansıyanın çarpıtıldığı ve basit bir nida göze hitap edenin ötesi duyumsamakla mükellef ruhun son çırpınışları.

 

Zincirin hangi halkası olursa olsun ola ki bir kopukluk nüksetsin artçı sarsıntıları ile devinmekte onlarca sarsıntı. Biri birinden ayrışmasa da sadece bir genelleme. Varsayılanın da ötesi, bir adım uzağında iken araya giren binlerce mil. Tuhaf mı sıradan bir yargı mı çözüme uzak bir o kadar soruların tezahürü tek cevap dahi bulamazken.

 

Kısaca diye başlamak isterdim ve son noktayı koymak. Ne var ki değişmeyen tek şey değişimin ta kendisi iken şahıslara ve muktedir olduklarına nasıl bir yaptırım uygulayabilirsiniz ki.

 

Diğer yandan tüm olası hesaplardan nasıl da sorumlu tutulursunuz bir bir hüküm giydiğiniz.

 

 

Muaf tutulmak varken düzenin yargı ve yergilerinden olası mı kayıtsız kalmak. Yine de kayda değer hiçbir veri bulunmamakta somut ve elle tutulur. Bu bağlamda nesnel ve eleştiriye açık bir iç döküm ötesinde eşsiz bir içerik analizi ruhu masaya yatırmış ve tek tek deşerken yaraları. Tuz basmak yerine toz konduramazken işin aslı sadece zamana odaklı bir hesap dökümünün illet muhasebesi gerek bireysel gerek kaotik düzeyde ve sonrasında yapılan hataların. Hatanın boyutu ne kadar değişken olsa da paralel seyreden bir süreç doğruyu bulmak adına. Sayısız veri ile donatılmışken zihin belki de kötünün iyisi seçime zorlandığımız.

 

Tüm öğretiler çocukluktan miras ve tüm yerleşkeler ana ve mekâna odaklı. Ruhun batıl itikatları nasıl da durağan kişiye odaklı bir o kadar sancılı bir devinim bireyden bireye farklılık gösteren.

 

Adı insan.

 

Yerleşkesi dünya.

 

İhtiva ettiği tek gösterge duygu ve düşüncelere tekabül eden.

 

Ya sonuç?

 

Donatıların ihtiva ettiği o belirsizlik ayrı kaygı verici. Olağan seyri itibariyle çoktan sıdkı sıyrılmış bir benlik hala güzelin ve doğrunun peşinde tabii ki eğer hala müspet öngörüler sürdürmekteyse hükmünü.

 

Yadırganası olsa da en güzeli o yalın ve saf haliyle nöbete durmak yirmi dört saat ve bir ömür. Varsın işkillenen işkillensin ve yokuşa sürsün iyi niyetinizi. Değmez ne değişmeye ne de rol çalmaya. Sonuç itibariyle çoktan biçilmiş roller bir o kadar rabıtası yüksek bir seyir doyumsuz ve emsalsiz.

 

Yaşamak bir mucize hele ki keyfini sürmek güzelliklerin ve değişime odaklı varlığın o zimmetli göreceliği yok mu.

 

Ölüm zikredilen ve pelesenk olmuş ölüm meleğinin orağına.

 

Zulüm pay biçilse de ve eşkâli belirsiz olsa da değer mi günah keçisi olmaya…

 

Değer mi var olmak adına kılıktan kılığa girmeye. Varlığın da boyutu bir o kadar göreceli. Ne anlam ihtiva edebilir ki varlık yoksunluğun çoktan alışa gelmiş olduğu bir bedene.

 

Süregelen rehaveti bile ayrı güzel devinim cebelleşirken yoklukla.

 

Yoksunluk bile kabul çoğunun nazarında yeni kazanımların tadını almak adına.

 

Şükür vesilesi binlerce mefhum, sayısız öngörü hayata dair ve güzele, güzelliğe odaklı hayal ötesi bir yolculuk geleceğe zimmetli geçmişten miras ana odaklı bir o kadar doyumsuz görünenin aksi olsa da.

 

Kelimeler ile kesişmişken yolumuz en yalın tezahürü değil mi duyguların bazen bir bakışta gizli bazen tek bir gözyaşında. İnsan olmak adına onca zafiyetine rağmen…

 

Sözün özü ve farkındalık kazandıran büyülü kelimeler…

 

Kelimenin gücü, tanımlaması mümkün olmayan duygulu hoş bir dokunuşla yürekten yüreğe aktaran.

 

Edebiyatın insandaki izdüşümü. ..Var sayılanın ötesinde kıymete binen duygular, bir bakışın ve tek bir dokunuşun telaffuzu satır aralarında gizlenmiş. İmgelerin o sürrealist akışı şairin dizlerinde hayat bulan.

 

Gizemin katılımı ile okuyucu ve şair arasındaki o efsunlu ve ışıltılı yol. Kâh gözyaşının saklı olduğu kâh hoş bir mizansen ile neşeyi ve mutluluğu çağrıştıran. Ve hoş geldiniz kelimelerin sihirli dünyasına. Şairin ve şiirin coşkulu birlikteliğini gözler önüne seren kısaca alabora olmuş duyguların kalemin yetisi ile bir çırpıda yansıtan.

 

Adı var mı ki şiirin ya da özgüveni şairin? Olmaz mı her ne kadar adsız kahramanlar ve eserleri mütevazı ve durağan seyirleri ile adımlasa da o uzun ve bitimsiz yolu.

 

Mucize kabilinden yaşama tutunan bir sanat dalı olmasının yanı sıra varlığını çoktan okuyucuya hibe etmiştir şiir ve şair.

 

Kısır açılımlara asla rağbet etmemiştir de. Nasıl sakınır ki şair iç dünyasını ve nasıl da cebelleşir kesişirken yolu gerçek ve katı dünyanın acımasızlığı ile.

 

Kâh aşkı anlatır ufak nüanslarla ve muhteşem tonlamalarla kâh kahkaha seslerini duyurur can çekişirken. Pencerenin pervazından bakar. Susar ve yine bakar. O susar ama kalemi isyandadır. Vurgulamalar o kadar sahici ve emsalsizdir ki.

 

Şair aşka susayandır. Ağlayan bir çift gözdür. Minik bir tebessümdür: Nasıl naif ve nasıl dokunaklı.

 

Yapılan üvey evlat muamelesi asla yıldırmaz yazan kalemi. Ve illa ki sıcak bir yürek bulur sığınacak. Açlığını giderir, özlemini dindirir bir yandan bekler iç sesinin yankısını kucaklarken hayatı ve avuçlarken sıcak dokunuşları.

 

Ölüm… Sıradan mı, asla. Nüktedan mı… Zaman zaman belki de. Belki bir kurtuluş sıdkı sıyrılmışken hele ki yedi düvel topa tutarken.

 

Yine de ne alıkoyabilir ki yaşam rüzgârını sindirmeye.

 

Ne şiir eskir ne de şair ölür. İnsan var olduğu sürece var olmaya da devam edecektir kelimelerin sihri.


( Ne Şiir Ölür Ne De Şair... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 26.03.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.