Sanrısız yarınlarla ve
sancılı iç yakan korkularla sarılmışken nüksetti sessizlik bir kez daha.
Alışmış olmalıydım, desem de ölüm sessizliği yankılanıyor göğüs çeperimden dışa
vuran garip bir tezahür ile.
Anlamak adına tüm
çırpınışım diye bir kaygı da taşımaz oldum artık hele ki bitiminden sonra o
sayısız kişilik ve donanımlı ama tek yankılı ve yanılsama yüklü hikâyenin. Hak
etmediği ne varsa duydu mu insan kolaylıkla vazgeçebiliyor kendinden geçmemek
adına. Herkes terk etti, gittiler bir yere kendi yollarında koşturup dururken.
Demek ki en doğal hakkım yolumu çizmek.
Son repliğimi en baştan
söyledim ömür boyu. Sandım ve yanıldım. Sandığım sadece sandığımdan çıkarmam
gerekenleri telaşla çıkarıp, yığmaktı gözlerinin önüne.
Sanan sadece benmişim
oysa. Olsa olsa bir sanrı kabul etmekte acele ettiğim.
Ne telaşlıyımdır bir o
kadar tembel yeri geldi mi.
Bunu yansıtmak bile
külfetmiş meğer. İçten pazarlıklı olmam gerçeğini de işte tam da bu noktada
öğrendim.
Tamamen deneme-yanılma
yöntemi. Tıpkı bir yap-bozun parçalarını yerleştirmek gibi. Kendimi çözme
gerekçem çok işe yaramış gibi bir de çözmeye kalkıştıklarım…
Tehir ettim artık bu
seçeneği.
İştirak eden tüm
duygularım… Sözüm size. Ne vardı bu denli bonkör olacak. Ne zaman eşlik ettiler
ki bize. Olsa olsa yermek, yerden yere vurmak.
Yorgunuz: Bedenim değil
ruhum. Ama şikâyetçi değilim asla. Üstüne üstük teşekkür borçluyum. Gizli saklı
ne çok veri elde ettim. Bencil olmadığımı öğrendim ve sevgide cimri onca insan
tanıdım. Değil sevmekten aciz kendini yok sayan ama buna rağmen üstün gören.
Ne yaman çelişki: Hem
benliğini sevmeyeceksin hem de üstün göreceksin. Kabulüm ya da değil bu da
önemli değil artık. Herkes kendinden mükellef neticede.
Sızıntısı sürse de dışa
vurumun kararımı verdim bir kez.
Duysam da imkânsızın
alaycı yankısını bastırabiliyorum artık o münafık çağrışımını sonun
başlangıcında ne birikmişse.
Katkısı da olmadı değil
bu tuhaf seyrin. Önce acıttı derken yaktı ve terk etti terk etmemek adına
zikredileni.
En çok kendimi
seviyorum. En çok hayatı seviyorum. En çok da o çocuğu.
En çok sevdiğimi
sandığım hatta sevdiğim kim varsa bir yanılsamadan ibaret… Kimin umurundaydı
ki. Umurumda değil artık. Günahkâr ve yalıtılmış bir seyir yerine durağan ve
yanıp sönen ışıklarla çevrelenmiş uzun bir tünel.
Zikretmiyorum da artık
suç kelimesini. Suç değil ki hissetmek hem de en derinden.
Yalanı da
zikretmemiştim bir kere dahi. Ne yazık ki bana geri dönümü yıkıcı ve yakıcı
oldu. Yalanla örülü dünyalar bana göre değil.
Denilenin de ötesi
tuhaf bir ikilem idi sarıp sarmalayan.
Sıkıyönetim ilan ettim sayfalara.
Kapadım tüm boş sayfaları ve inkâr ettim yanıldığımı bile bile.
Göz göre göre acılar
eklendi zincirleme. Nasıl da önem vermişim önem arz etmeyen o içi boş
görüntülere kendimden çok üstelik. Mühim ya da değil çoğuna göre… Ne fark eder
ki harici güçlerin yansımaları. Benim ışığım her halükarda aydınlatırken kendi
yolumu ne fenere ihtiyacım var ne ekstra donanıma.
Sığıntı değilim bu
dünyada. Olsam olsam ben de etten kemikten ve bir ruhtan ibaretim. Eksilerim ve
artılarım bana dair… Yüreğim bana ait. Duygularım bitimsiz ve ihlalsiz. Hayallerim
var hem de sonsuz. Bulutlar pür-i pak ve uzağımda da değiller üstelik en az
benliğime duyduğum yakınlık kadar. Yalın, somut ve tamamen gerçek…
Ya, sizler gerçek
misiniz bu kadar yakın dururken yıldızlar kadar uzak. Adımı zikrettim farkına
varmadan. Yoksa ben de bu denli uzağındayım yakın ulaşılmazlıkların…